Goliath Zırhlısı’nı Nasıl Batırdık?

Deniz üstünde bir buzul gibi duran Goliath zırhlısını hedef alan ufacık Muaveneti Milliye torpidobotumuz karanlığı delercesine ilerliyor ve bu çok güç durumda en küçük bir hata işlemeden görevini tam bir zaferle sonuçlandırmaya çalışıyordu… MUHİTTİN OKA


1914 – 1918 BİRİNCİ Dünya Savaşı’nda birkaç defa Çanakkale Bo­ğazı’nı geçmeye çalışan güçlü düşman donanması, kesin sonuç almak için bu işi 16 zırhlı gemi ile başarmak istemiş­ti. Fakat Boğaz kıyılarındaki istihkam ve bataryalardan açılan kuvvetli ve isabetli atış karşısında bütün bir gün uğraştıktan sonra bir şey yapamamış, üç gemileri batmış, diğer üç gemileri de uzun süre onarımı gerektirecek ağır yaralar almıştır. Zamanın en büyük gemilerinden olu­şan bu büyük, müttefik ülkeler donan­ması, bundan böyle Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceklerini geç de olsa anla­mışlar, onu denizden geçmeyi bir da­ha denememişlerdir.

İkinci önemli olay, savaşın son yılın­da meydana geldi. 650 tonluk Muave­neti Milliye muhribimiz, Morto lima­nında bulunan ve dört muhrip tarafın­dan korunan iki zırhlı gemiden biri olan 13.000 tonluk Goliath’ı torpido atışlarıyla batırdı. 750 kişilik düşman ge­mi personelinden ancak 183 kişi kurtulabildi. 

12 Mayıs 1915 gecesi, zifiri bir karan­lıkla başlamıştı. Ne çevrede bir ışık, ne de gökte bir yıldız vardı. Ürkütü­cü bir sessizlik bütün Boğaz’ı kapla­mıştı. Küçük bir torpido bot, karanlık ve soğuk suları yararak denizde ses­sizce ilerliyordu. Işıkları maskelenmiş olduğundan, ka­ranlıktan bir parça gibi süzülüyordu. Bu küçük bot, Muaveneti Milliye torpido botumuzdu. İçinde bulunan bir avuç kahramanla bu çelimsiz tekne, denizden ve karadan güçlü bir savun­maya sahip olan ve Morto limanında yatan dev gibi İngiliz zırhlılarıyla he­saplaşmaya gidiyordu.

13 Mayıs 1915.

Saat henüz gece yarı­sını geçmişti ki Çanakkale Boğazı’nın Soğanlıdere mevkiinden hareket etmiş olan Muavenet, kendisini gizlemek için daha koyu karanlık olan Rumeli kıyı­sına sokularak, âdeta karaya sürünürcesine seyrediyordu. Güvenliğini, çevresinde dolaşan dört güçlü muhribe bağlamış olan Goliath zırhlısının silueti uzaktan seçiliyor, bu büyük gemi, bütün haşmeti ile korku­suzca, güvenlik içinde yatıyordu.

Muavenet’in bu dev zırhlıya saldırabilmesi için çevrede dolaşan İngiliz muhriplerinin arasından âdeta bir göl­ge gibi süzülüp geçmesi, bir mucize­yi gerçekleştirmesi gerekliydi. Kısaca­sı, Muavenet’in görülmeden görmesi şarttı. Bu durumu kavramış olan Mua­venet personeli, görünmeden görmek için gözleriyle karanlığı delmeye ve daha uzağı görmeye çalışıyorlardı. Görev çok güçtü. En ufak bir hata her şeyi bir anda yok edebilirdi. İki ta­rafın olanakları eşit değildi. Dört mo­dern muhriple güvenliği sağlanmış düş­mana, bu güçlü düşman gemisine sal­dırmak için, bu küçücük bota şansın büyük yardımı gerekiyordu. Görülmemek için kıyıya çok yakın seyreden Muavenet’e birden kıyıdan şiddetli bir makineli tüfek ateşi açıldı. Komutan ve gemi personeli bir an ne olduğunu anlamadılar. Karanlıklar içinde önlerinden kıyıya çok yakın ge­çen teknenin Türk dananmasına ait bir gemi olduğunu bilmeyen ve görevin gizliliği nedeniyle haberdar edilmeyen Türk bataryası haklı olarak Muavenet’i düşman gemisi sanarak ateş açmıştı. Bu durum sessizlik ve gizlilik isteyen görevin yerine getirilmesinde bir sa­ kınca doğurmuş ve botun yerini ve amacını bir anda düşmana açıklamış olabilirdi. Gemi komutanı, bir ara görevi yarım bırakarak geminin güvenliği bakımın­ dan geri dönmeyi düşünmüş ise de, he­defe bu kadar yaklaştıktan sonra şan­sını bir kez denemeye karar verdi. «İs­kele on beş» komutu ile botu kıyıdan açığa doğru çevirerek bu sahadan he­men uzaklaştı. Bu gece, Muavenet için umulmadık olaylara gebe bir geceydi. Bir rastlantı olarak, makineli tüfek ateşinin mermileri geminin güvertesine yağmur gibi yağarken personelden kimse yaralanmadı. Biraz sonra daha önemli ikinci tehlike baş gösterdi. Goliath’ın bulunduğu yerden hareket eden iki İngiliz muhribi Muavenet’in gelmekte olduğu istikamete yöneldiler. 

Muavenet komutanı Ahmet Bey’in kaşları çatıldı. Alnı kırıştı. Yüzünü ta­sa kapladı. Botta heyecan son haddi­ne varmıştı. Herkes nefesini tutmuş, soluk almaktan bile çekiniyordu. Mua­venet için kurtuluş ihtimali artık dü­şünülmüyordu. Acaba düşman muhripleri Türk tor­pido botunu gördüler mi? Gördülerse Muavenet için kurtuluş ve geri dönme olanağı ortadan kalkmış demekti. Dev­riye gezen diğer iki muhribin de he­men olay yerine gelmesi ve Goliath zırhlısının çeşitli çaplardaki toplarının etkin ateş gücü altında kapana düşen bu küçük botun kurtuluş ve karşı koy­ma olanağı ve gücü gerçekten yoktu… Aslında, bu görevi kabul etmiş olan Muavenet personeli komutanından eri­ ne kadar geri dönmeyeceklerini ve Morto limanının kendilerine sonsuz ve derin bir mezar olacağını kesinlikle ta baştan kabul etmişlerdi. Bütün istek­leri başarıya ulaşmak, sonra gerekirse ölmekti. Bu nedenle gerek subay ve gerekse erlerin içinde hiç bir korku, heyecan ve telaş yoktu.

Goliath’ın küçücük bir torpidobot tarafından batırılışı dillere destan olmuş ve ressamlar olayı tablolarında canlandırmışlardı

Gemi kıyının koyu gölgeli karanlığı­na biraz daha sokuldu. Kısa bir süre sonra görülmediklerini anlayan perso­nel rahatladı. Görülselerdi, muhripler hemen saldırıya geçer, aynı zamanda ışıldaklarla Goliath’ı da haberdar eder­lerdi. Nefes almaktan bile çekinen, bütün makineleri stop etmiş Muavenet’in hemen 600 metre açığından geçerek, muhripler Anadolu yakasına doğru uzaklaşıp ufukta kayboldular. Artık hedef yakındı. «Makineler tam yol, ileri!» Mesafeler sanki eriyordu. Zırhlı, her an biraz daha büyüyor, gözlerde daha irileşiyordu. Şimdi başka bir duygu, tatlı bir heyecan yürekleri kaplamıştı. Herkes sonucun zaferle biteceğinden artık emindi. 

Muavenet eski Hisarlık burnundan kıvrıldığı zaman, Galiath’ın arkasında ikinci bir zırhlının daha yattığı görül­dü. Bu, hesapta yoktu. Morto limanın­ da bir tek zırhlının nöbet aldığı bilini­yordu. Bu durum, Muavenet’in daha özenli olmasını zorunlu kılıyordu. Çün­kü, Muavenet’in teknik olanakları iki zırhlıya birden saldırmaya elverişli değildi. O halde, Muavenet ön tarafta bulu­nan Goliath’a saldırırken, diğer zırhlı­nın rahatlıkla savuracağı top ateşine açık olacaktı. Bu durumda, son ana kadar kendisi­ni gizlemeye çaba harcayarak iyice düşmana yaklaşması ve işini çabucak bitirip hemen savuşması gerekiyordu. Bot, çok çetin ve zor şartlarla karşı karşıyaydı. Bundan kurtulup sağlıkla geri dönmesi ancak bir mucizeye, bir rastlantıya bağlıydı. Aslında dönüşü olmayan bir sefere çıkmış olduklarını önceden göze almış bulunan torpido bot personeli hayatlarını pahalıya satmaya kararlı idiler. Görevlerine soğukkanlılıkla sarılmış, baştan ayağa dikkat ke­silmişlerdi. Muavenet, her türlü güvenceyi alarak Goliath’ın bordası yönün­de 800 metreye kadar sokuldu. Hâlâ düşman tarafından görüldüğünü belir­leyen bir iz yoktu ortalıkta. Bu sırada kıyıda üslenmiş düşman topçu bataryalarının birinden, birden­ bire havaya bir ışık mermisinin atıldı­ğını gören Muavenet personelinin yü­rekleri ağızlarına geldi. Hiç biri korku­yu aklına getirmiyordu. Üzüldükleri tek şey, başarıya bu kadar yaklaştıkları o anda, kesinlikle sona erdireceklerine kuşkuları kalmayan bu büyük, şerefli görevi yarıda bırakmak zorunda kala­cakları düşüncesiydi.

Ortalık hafifçe aydınlandı. Aynı an­da Goliath, siluetini fark ettiği Muavenet’e ışıldakla parola sordu. Paro­layı bilmediklerinden düşmana karşı­lık vermeye, onları atlatmaya olanak yoktu. Gemi komutanının yapacağı tek iş, düşman gözünü açmadan, en kısa za­manda hücum yerini alarak torpidola­rını bir an önce düşman gemisine gön­dermekti. Serdümene: «İskele alabanda!» komutasını verdi. Arkasından telsizci astsubaya: «Goliathın parolasına uluslar­arası morsla (Hazır ol) karşılığını ver!» dedi. Bu işaret, düşmanı oyalayıp biraz daha zaman kazanmalarını sağlayabilecek miydi?

Goliath aldığı karşılıktan ne demek istendiğini anlayamadı, bir an kararsız kaldı. Bu arada Muavenet komutanı gemi­sini son hızla iskele yönüne doğru har­manlıyordu. Düşman gemisi ile arala­rında artık 300 metre uzaklık vardı. Saldırı yerini almış olan Komutan Ah­met Bey, torpido subayına «Ateş!» emri verdi. Torpido Subayı Ali Haydar Bey besmele çekerek baş torpido ko­vanını ateşledi. Saat biri on yedi geçi­yordu. İri bir canavar gibi kovandan fırla­yan torpido gecenin sessizliğini yırtan bir hışırtı ile denize atladı. Yakamoz­lar çıkararak büyük bir hızla seyret­meye başladı. Torpido Subayı zaman geçirmeden orta ve kıç torpido kovan­larını da ateşledi. 

Şimdi üç torpido, düşman gemisine doğru hızla ilerliyordu. Goliath’da, üzerine gelen torpido izlerinin görülmesi büyük şaşkınlık ve korku uyandırdı. Zırhlının güvertesin­de oluşan kaynaşma ve koşuşmalar Muavenet’ten görülüyordu. Konuşma ve bağrışmalar, açıkça duyuluyordu. Goliath gaflet uykusundan uyanmış ama iş işten geçmişti. Birden kulakla­rı yırtan korkunç bir patlama bütün Boğaz’ı kapladı. Aynı anda göğe doğ­ru cehennemi bir alev ve simsiyah bir duman yükseldi. Muavenet’in savurdu­ğu üç torpido hedefe tam isabet kay­detmişti. Biraz önce büyük gövdesiyle haşmet­li bir kraliçe gibi deniz üstünde yatan bu koca gemi, İngilizlerin en güvendik­leri zırhlıları Goliath, bir anda yok ol­muştu. Kaybolduğu suları şimdi beyaz köpük ve yakamozlar kaplamıştı. Bu koca ejderi denizler mi yoksa küçücük Muavenet mi yutmuştu?

Türk gemi personeli, başardıkları bu büyük zaferden dolayı sevinçten, için­de bulundukları tehlikeyi bir an unu­tup Torpido Subayı Ali Haydar Bey’i durmadan kucaklayıp öpüyorlardı. Bulunduğu yerden her gün tonlarca mermi savurarak Kereviz deresinden oluk oluk Türk kanı akıtan ve bu de­renin adını Kanlı Dere’ye çeviren düş­man zırhlısının hesabı görülmüştü. Muavenet için artık dönüşten başka yapacak iş kalmamıştı. Şimdi sıra, bu tehlikeli bölgeden kurtularak sağ sa­lim Çanakkale’yi tutmaya gelmişti. Beş dakika içinde, tüm düşman muh­ripleri burada toplanmış olacaklardı. Bu gemilere yakalanmadan izini kay­bettirmeye çalışmak, Muavenet için tek kurtuluş çaresiydi.

Gemi Komutanı hızı azalttı. Yine Boğaz’ın Rumeli yakasına sokuldu. Kıyı­dan yarların koyu karanlığına sığına­rak kuzeye doğru yol almaya başladı. Botun tam hızla olay yerinden bir an önce uzaklaşması akla yakın geliyor­sa da fazla yol verilirse kömür yakan bu geminin bacalarından çıkacak alev ve kıvılcımlar düşman muhriplerine Muavenet’in yerini gösterecekti. Bu yüzden Komutan büyük bir soğukkan­lılıkla, personelin iliğini kurutan, asa­bını bozan ağır bir hızla gemiyi sey­rettiriyordu. Goliath’ın bulunduğu yer­den yükselen duman ve alevleri gören yakındaki İngiliz muhripleri hemen olay yerine yöneldiler. Deniz üstündeki sürülerle insan ve enkaz yığınını görünce çılgına döndü­ler. Bir muhrip bu akıntılı denizde zor şartlar altında denize atlamış personeli kurtarmaya çalışıyordu. Diğer üç muh­rip projektörlerini yakarak Anadolu yakası yönüne doğru hareket ettiler. Olayın gözden kaybolan kahramanını bu yönde aramaya koyuldular. Mayın hatlarının ana geçidi Anadolu yakasın­da bulunmaktaydı. Bu nedenle, Muave­net’in mayın tarlalarıyla kapanmış olan Rumeli yakasından kaçacağını akıllarına getirmiyorlardı. Muavenet ise mayın hatlarını iyi bil­diğinden karanlık Rumeli kıyısının ya­kınına iyice sokularak, âdeta yarlara sürünerek ilerliyordu Anadolu yakasında hiçbir iz bula­mayan muhripler, kudurmuşçasına hız­la Rumeli yakasına saldırdılar. Boğaz kıyılarında Türk bataryaları patlamayı duyup olayı gördükleri için Muavenet’in kaçışını heyecanla izliyor­lardı. Tüm bataryalar şimdi bu kah­raman gemiye ellerinden gelen yardı­mı yapmak için âdeta birbirleriyle ya­rışıyorlardı. 

Gemiyi korumazlarsa ya düşman pençesine düşecek ya da mayınlanmış bölgelerde başı derde girecekti. Boğaz’ın her iki yakasındaki bataryalarımız, yavrusu üzerine kanat geren ana kuş gibi ışıldaklarını karşılıklı yaktılar ve düşman muhriplerine ateş püskürmeye başladılar. Böylece, Boğaz’ın ortasında­ ki İngiliz muhriplerinin önüne ışık ve ateşten bir perde gerdiler. Bu durum karşısında düşman gemileri avlarını pençelerine düşürmekten vazgeçip postlarını kurtarmak için geri dönmek zo­runda kaldılar.

Muaveneti Milliye’nin Goliath’ı batırmasından sonra Kaptanı Ahmet Bey’le çıkarılan hatıra kartpostalı

Sabaha karşı saat 3.30’da Muavenet, mayın tarlalarının başlangıcı olan Soğanlıdere’ye gelip demirledi. Gecenin bu karanlığında Türk gemileri için de mayın tarlalarını geçmeye çalışmak çok sakıncalıydı. Saat 4.45’de gün ağar­dığında mayın tarlalarının kılavuz şa­mandıraları seçilecek duruma geldiğin­den, Muavenet geçitten içeri daldı ve güvenle Çanakkale üssüne vardı. Muavenet gemisi personeli, bir ömür­ de yaşanmayacak heyecanı bir gece­nin birkaç dakikasında tatmışlar ve Türk Deniz Tarihinin şerefli sayfaları­na, her zaman olduğu gibi yeni bir des­tan yazmışlardı.