Füreya’ya Göre ‘Atatürk, Yalnız, Tek Adam’
Füreya’nın da bulunduğu bir toplantıda Atatürk önce kendisi olmak üzere orada bulunan kadınlardan türkü söylemelerini istiyor. Çoğunluk bilemediklerini söyleyerek kabul etmiyor. Macar asıllı bir kadın, çok güzel türkü söylüyor. Atatürk, sitemle yanındaki kadınlara, “Türkü söyleyemeyen millet bağımsız olamaz” diyor.
Füreya, hastalığı nedeni ile gittiği Leysen Sanatoryumu’nda başladığı resim çalışmaları ile birlikte, o günlerde yaygın olan seramik yüzeyini boyama işine de girişir. 1947 yılında kille tanışır. İlk kişisel seramik sergisini açtığı yıl ise 1951’dir. Sonuç olarak kendi deyişi ile “iş kadını” dünya çapında bir seramik sanatçısı olması, kimliğini kanıtlaması, Atatürk’ün ölümünden yıllar sonradır.
Atatürk’ün yakın çevresinde yaşadığı yıllar. Kılıç Ali’nin eşi olarak sofralara ev sahipliği yaptığı dönemdeki kimliğini “sosyetik bir ev kadını” olarak tanımlıyor. O tarihlerde de başta keman çalmak olmak üzere pek çok sanat alanında uzman olmasını, dışarıda eğitim görmüş olmasını, yabancı dil ve kültür birikimini somut olarak üretimde kullanılmadığı için fazla önemsemiyor. En çok, Atatürk’ün yaşayıp bir iş kadını olmasını görememesine hayıflanıyor. Atatürk’ün, kadınları yaşamın her alanında aktif üretimde görmek için nasıl çaba gösterdiğini anımsıyor. Yeniden, Atatürk’ün Latife Hanım ile evlendikleri ve Füreya’nın annesinin şereflerine evlerinde kokteyl verdiği güne dönüyoruz. 14-15 yaşlarındaki Füreya, annesinin isteği ile konuklara keman çalıyor. Atatürk, Füreya’ya göre “kafa şişiren” minik konserini büyük bir sabırla dinliyor. Sonra da Füreya’ya jest olarak defterine, eğitim görmüş aydın kadınlardan topluma dönük hizmet beklediğini ortaya koyan düşüncesini de yansıtan şu satırları yazıyor:
“Füreya Hanım, millete ifa edeceğin vazife mühimdir. Bunu bir an hatırından çıkarma! Ona göre çalış, hazırlan.
Tarih 3.2.1339 (1923) Latife-Mustafa
Kemal.”
Latife Hanım’la Evlilik
Füreya, bu arada Atatürk’ün Latife Hanım’la olan evliliğini değerlendiriyor. Latife Hanım’ın eğitim görmüş, aydın, çağdaş kadına iyi bir örnek olduğu düşüncesi ile seçildiğini, ancak arada kişilik uyumu ve sevgi bağı olmadığı için bu evliliğin yürümediğini söylüyor. Latife Hanım’ı, yönetmek isteyen, buyurgan bir kişilik olarak anımsıyor. Atatürk’ün kültürlü, çağdaş, toplum yaşamına katılacak bir kadın beklentisi olduğunu, ancak yönetilmeyi kabul etmesinin söz konusu olamayacağının altını çiziyor. Atatürk’ün özel yaşamında yalnız bir insan olduğunu, bunun burukluğunu hep hissettiğini, yakın dostlarının aile bağlarına gösterdiği büyük özeni anımsıyor.
Atatürk’ün duyarlılığını düşününce aklına, çok sevdiği dostu Nuri Conker’in ölümü geliyor. Atatürk, ölümü sırasında yokmuş. Hemen söyleyememişler. Sonunda Salih Bozok, masada anlatmış. Anlatırken de ağlamaya başlamış. Atatürk de ağlamak üzere, ama ağlamamak için de kendini zorluyor… “Ne ağlıyorsun? Sen kendi ölümünden korktuğun için, kendin için ağlıyorsun” diyerek bütün insanlar için geçerli olan bir gizli duyguyu sözcüklere döküyor. Füreya, Atatürk’ün kendisine hep özenli ve çok saygılı davrandığını anlatıyor. Genellikle dışarıda yenilen yemeklerde, gece yarısı sonrası saat 2’ye doğru Atatürk, kulağına eğilir, “Yorulmuş olmalısınız, isterseniz siz istirahat buyurun” dermiş. O da “Haklısınız” yanıtı ile sofradan kalkar, yaverle eve dönermiş. Kılıç Ali, Atatürk’le sofrada kalırmış. Sonradan Kılıç Ali’den zaman zaman danslara, değişik eğlence yerlerine gidildiğini, çoğunlukla da erkek ağırlıklı tartışmaların sabaha kadar sürdüğünü dinlermiş. Füreya, kendisi ile “Sosyete kadını, Kılıç Ali’nin karısı” diye eğlendiği yılları, aslında çok anlamlı ve değerli buluyor. Asla kayıp olarak görmüyor. Atatürk’ün beğenisini aldığı sofraların düzenlenmesine katkıda bulunmayı çok önemli bir işlev olarak görüyor. “Atatürk’ün yakın çevresinde olmak, bana büyük mutluluk veriyordu. Hayatımı dolduruyordu. O iki üç yıldan hiç pişman değilim. Sadece benim de evinde sorumluluklarını yerine getiren bir kadından daha ileride, topluma dönük bir şeyler ürettiğimi görmesini isterdim” diyor.
Yatla Gezi
Yine daldan dala atlayarak küçük küçük, sıcak anılara dönüyoruz. Yaz ayları. Florya Köşkü’ndeler. Atatürk, yatla geziye çıkacakları, hazırlanması haberini ulaştırıyor. Moda Koyu’nda yelken yarışlarını izliyorlar. Derken kıyıda verilecek yemeğe çağrı geliyor. Kıyafetleri uygun değil. Ancak Atatürk, kendisinin de aynı durumda olduğunu, habersiz çağrı aldıklarına göre bir sakıncası bulunmadığını söylüyor. Hep birlikte gece eğlencesine, yemekli kutlamaya katılıyorlar. Derken masadan katkılara sıra geliyor. Atatürk önce kendisinden başlayarak masadaki hanımlardan türkü söylemelerini istiyor. O ve 10 kadar hanım, arka arkaya, türkü bilmediklerini, söyleyemeyeceklerini belirtiyorlar. Sıra Türk asıllı olmayan, ancak bir Türkle evli çok güzel bir bayana geliyor. O, gerçekten çok güzel bir türkü söylüyor. Atatürk sitemle, başta kendisi türkü bilmeyen bayanlara dönüyor. “Annesi Macar, bizim türkülerimizi çok güzel söylüyor, siz söyleyemiyorsunuz. Türkü söyleyemeyen bir millet, istiklalini alamaz” diyerek bir ders daha veriyor.
Füreya, bir sanatçı ve kadın gözü ile Atatürk’ün çok fazla yakışıklı, çok güzel bir adam olduğu kanısında. İlk anısı çocukluğundan. Atatürk, Samsun’a gitmeden önce İstanbul’da birtakım görüşmeler yapıyor. Babası Emin Koral, evlerinde bir Fransızla özel görüşme ayarlamış. Füreya henüz 9 yaşında; olayın öneminin, bir şeylerin farkında bile değil. Babası, zil çaldığında kapıyı açmasını söylemiş. Kapıyı açıyor. Karşısında pelerinli, sarışın bir adam. Gözlerine inanamıyor, o çocuk yaşta bile bakakalıyor.
Yine bu konuda annesinden bir anı. 1917’de Bulgaristan’da kaplıcadan dönüyorlar. Atatürk de görevle orada ve annesini uğurlamaya geliyor. Trenin içindeki bütün Bulgar kadınlar kendilerini camlara atıyorlar. Annesine kendisini uğurlayan yakışıklı adamı soruyorlar.
Füreya’nın anılarında, yaşamını, en özel boyutları ile toplumla paylaşan bir insan var. Bütün devrimleri ve alınan kararları topluma gönüllü kabul ettirebilmek için uğraşan, özen gösteren ve kendisi örnek olmaya, örnekler oluşturmaya çırpınan bir lider. Yokluktan, yoksulluktan gelişmeye, çağ dışı bir yaşamdan çağdaş yaşama geçişte atılan adımlarda en önde, kitleleri sevgi ile, inandırarak peşinden sürükleyen bir özel lider. Dünyada devrimlerin kitlelere böylesine gönüllü benimsetilerek kabul ettirildiği bir başka örnek, lider bulunmadığını düşünüyor.
“Yapılması gerekenleri yapıyor, alınması gerekli kararları alıyor. Bir yandan da yaptıklarını, niçin yaptığını bütün ayrıntıları ile halka anlatıyor. Halkın içinde, halkla beraber olmaktan büyük bir zevk alıyor. Dünyada bu kadar geniş kapsamlı devrimler yapmış, toplumun yaşamını baştan sona değiştirmiş, ama halkın onayını, desteğini bu kadar güçlü biçimde arkasında tutabilmiş başka bir lider biliyor musunuz?” diyor.
Füreya, Atatürk ile İsmet Paşa’nın arasının açılmasının da sofralarla ilgili olduğunu anlatıyor. Sofraların sonuç olarak, bir yerde devletin yönetiminde, en azından alınan kararların değerlendirmesinde çok önemli bir konuma geldiğini, her şeyin sofralarda görüşüldüğünü söylüyor. Gece yaşamını sevmeyen, düzenli bir yaşamdan hoşlanan İsmet Paşa’nın, fazla katılmadığı sofralarda alınan kararların etkinliğinden rahatsızlık duyduğunu belirtiyor. Gözlemlerini özetlerken şöyle diyor:
İsmet Paşa’yı Rahatsız Eden Konu
“Devlete ait bütün problemlerin sofrada konuşulması, sonuç olarak etrafa, halka yayılması İsmet Paşa’yı rahatsız ederdi. Aslında Atatürk ile İsmet Paşa birbiri ile nerede ise tam zıt karakterlerde, ama ikisi de önemli ve saygın, çok değerli kişiliklerdi. Doğrusu aranırsa Atatürk, devrimler ve kararlarda çoğunlukla tek başına bir insandı. İsmet Paşa bile onun çok cesur, ileri kararlarının birçoğunda başlangıçta ürkmüş, karşı durmuştur. Benim dönemimden anımsadığım, Hatay’a girilmesine kendi başına karar vermiştir. Karşı çıkıldığında, ‘Gerekirse tek başına sivil olarak giderim’ demek zorunda kalmıştır. Öyle de yaptı. Ondan sonra da çok fazla yaşamadı.”
Füreya, tutkulu bir Atatürkçü olarak günümüzde özellikle laiklik karşıtı gelişmelere büyük tepki duyuyor. Atatürk sofralarında yeterince laiklik yorumlanması yapılamadığını, bunun bir önemli eksiklik olarak kaldığını düşünüyor. “O zamanlar kimsenin aklına şeriatın sonradan böylesine yeniden büyük bir tehlike oluşturacağı gelmemişti. Önce Türkçe ezandan dönüldü, sonra büyük ödünler arka arkaya geldi. Bu kadar çok imam hatip okulu açılır mı? İmam yetiştirme ile ne ilgisi kaldı? Böyle böyle bugünlere vardık” sözleri ile karamsar bir havaya girince, yine Dolmabahçe’yi, Atatürk’ün son günlerini anımsıyor…
İçki Yasaklanınca…
Doktoru Prof. Neşet Ömer, içkiyi kesmesinde direniyor. Dr. Nihat Reşat, azaltmasının yeterli olacağını söyleyince, bundan çok hoşlanıyor; çevresine, Alman politikacının “Ben doktorumu değiştiririm, adetlerimi değiştirmem” sözlerini aktarıyor. Sirozun ilerleyip ağırlaştığı günlerde gelen Fransız doktorun kesin içki yasağı koymasıyla işin ciddiyetini anlayınca da, “Ben askerim, emir vermesini de almasını da bilirim; komutan sizsiniz” yanıtını veriyor. Ama geç kalınmıştır. Tam da Füreya’nın Atatürk’ün yakın çevresindeki yaşam biçimine uyum sağladığı, benimsediği, kendi deyişi ile “güneşinin parlamaya başladığı” bir zamanda, kaçınılmaz, kötü son gelir. Son gecesi Kılıç Ali Dolmabahçe’de, kendisi evde yalnız beklemektedir. Sabah ölümünden bir iki dakika sonra “Öldü” haberini telefonla alır. Kişisel acısı bir yana, bir gün sonra Dolmabahçe’ye görmeye gittiğinde, çevresi her zaman kalabalık o insanın yalnızlığından etkilenir… “Bütün ileri gelenler, siyasi nedenlerle, yeni yönetimi belirlemek üzere Ankara’ya gitmişlerdi. Dolmabahçe’de Atatürk’ün yanında Kılıç Ali, Salih Bozok, Haşan Rıza, bir de kâtibi kalmışlardı. Tek başına bırakmışlardı. Ondan sonra haber ulaştırılmış, komutanlar gelmiş, tabutunun başında nöbet tutulmaya başlanmıştı…“
- İrlandalılar, İngiliz Emperyalizmini Yenen Mustafa Kemal Paşa’dan Yardım Talep Ediyor
- Atatürk Karpuz Sevilir Gibi Sevilmez!