Fotoğrafçı Selahattin Giz: ‘Atatürk, Kıyafetine Büyük Özen Gösterirdi’
Bu röportaj, Selma Selçuker imzasıyla, ‘Mustafa Kemal’i tanıyanlarla O’nun hümanist yönünü konuştuk’ başlığı altında, 10 Kasım 1990’da Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Ünlü foto muhabiri Selahattin Giz’le konuşmak demek, bir fotoğraf makinesinin objektifi gibi bakan bir çift ışıltılı gözün üzerinizde her an bir flaş gibi patlamasına hazırlıklı olmayı bilmek demek… O da zaten öyle konuşuyor, bir fotoğraf makinesinin üst üste patlayan deklanşörü gibi:
“- Gazeteciliğe mi nasıl başladım? Galatasaray Lisesi’nde okurken Doğan Nadi ile arkadaştım… Cumhuriyet Gazetesi’nde amatörce başladım. (Demedim mi size, işte Giz’in maziye dönük objektifi, otomatik bir fotoğraf makinesi çabukluğu içinde yüzlerce kareyi ardı ardına çekip getiriyor önümüze) 1931-32’den 1973’e kadar çalıştım. Hep Cumhuriyet’te çalıştım. Bir ara Tasvir-i Efkâr’a ve Almanya’ya bazı fotoğraflar gönderdim. 30 mark, 50 mark gibi paralar aldım. O zamanlar bizim paramız çok kıymetli idi… Mark 50 kuruştu, dolar 120 kuruştu… Tamam tamam sizi anlıyorum, hemen Atatürk’le ilgili konulara geçmemi bekliyorsunuz…
Evet… Fotoğrafa ses veren Atatürk… Bu başlık güzel oldu. Atatürk, o kadar eşsiz bir insandı ki onu tarife çalışmak bile çizmeden yukarı çıkmak gibi bir şey olur… Bana ne mutlu ki onun resimlerini çekebilmişim. Allah bana bu imkânı nasip etmiş. Çok şükür. Eşsiz bir insandı Atatürk… İnsan Atatürk… Onu bilhassa bu yönü ile incelemek isteyişiniz, ne kadar ilginç olmuş. Bakınız hemen hatırıma geliverdi… Mesela, İran Şahı buraya geldiğinde, Atatürk’le beraber çektiğim bir fotoğrafı var…Elini öylesine zarif bir şekilde hareket ettirmiş ki… Fotoğrafı seslendirmiş adeta. Ses katmış, insanlık katmış fotoğrafa. İnsan Atatürk, benim bu fotoğrafı çekerken başarılı olmamı istemiş âdeta. İngiltere Kralı ile çektiğim fotoğrafında da… Bakınız… Bakınız… Yine öyle müstesna bir davranışı var ki… Dille anlatılamaz. Konuşan fotoğraflardır bunlar. (Giz, makinesini makineli tüfek gibi gezdiriyor geçmiş günlerin izleri üzerinde) İnsan Atatürk’tür o… O, tam bir in sandır. Bir kurtarıcıdır.”
– Her haliyle, her şeyiyle değil mi?
“- Evet… Evet. Çünkü önce kendisine saygısı vardı. Ancak kendisine saygısı olanın insana saygısı vardır. Ne diyordum, kıyafetine çok itina ederdi. Bulunduğu topluma ve karşısındakine göre seçerdi giyimini kuşamını…”
– Hep gerçek bir liderdi…Öncüydü değil mi?
“- Tabii… Tabii… (Ağlıyor Giz… Gözyaşlarını gizlemekte zorluk çekiyor) Hep öncüydü o… Ankara’dan gelişinde onu daima Haydarpaşa’da istasyonda karşıladım. Sonra motora biner, Dolmabahçe Sarayı’na gelirdi. Biz de motora binerdik, saraya çıkışında resimlerini alırdık. Gazetecilere, yine insan olarak çok değer verir, çok severdi. Çalışırken heyecanımızı sevecen bakışlarla izler, hafif tebessümlerle işimizi kolaylaştırırdı. İstanbul’da kıyı köşe gezmeyi, halkın içine girmeyi hiç ihmal etmezdi… Halkın sevgi ve ilgisinden büyük haz duyardı. Tabii, biz foto muhabirleri de en güzel pozlarını yakalamaya çakşırdık. Benim arşivimde, böyle çekilmiş çok mükemmel bir iki fotoğrafı vardır, gözüm gibi bakar, saklarım… Beyoğlu’nda, İngiltere Kralı ile birlikte (lâcivert bir elbise, yanık bir ten, elinde açık renk bir şapka). Tepeden aldım o fotoğrafı… Çok beğenirim. Atatürk, fotoğrafı çekilirken mevcudiyetini belli eder, fakat farkında değilmiş gibi davranırdı. Objektife bakmazdı genellikle. Az gülerdi, fakat güzel gülerdi… Çok güzel bir fiziğe sahipti, konuşurken karşısındaki belli etmeden süzerdi. Çallı İbrahim, bir ressam olarak ‘Ben gönlümdeki Atatürk’ü çizeceğim’ dermiş… Ona Allah öyle güzel insani hatlar vermiş ki… Tek tek elinize alsanız belki uyumlu değil, ama bütünü ile dehşetli bir yapı… İmrenmemek mümkün değil… Bütünü ile hayran bırakan bir uyum, eşsiz bir fotoğraf veriyor… Mesleki bir kıskançlığımdan bahsedeyim size…
– Aşağı yukarı kaç Atatürk fotoğrafı çektiniz?
“- Bir iki bin tane vardır. Durun, size İnsan Atatürk’e bir örnek daha anlatayım… Florya’da kalırken genelde akşamüzerine doğru ortaya çıkar, biz de hemen koşuşur, resimlerini çekmeye çalışırdık. Bir gün, daha erken çok sıcak bir saatte dışarı çıkıverdi. Sandalına bindi, denizde yüzen insanların arasına girdi. Halk koştu, etrafını sardı. Mani olan yok… Baktım bizimle birlikte plajın ayaklı makinede fotoğraf çeken fotoğrafçısı da keyiften uçuyor ve Atatürk’ün bol bol resmini çekiyor. Sonradan Başyaver Celal Bey anlattı, her zaman sehpa kurup binbir müşkülatla fotoğraf çekebilen o halk fotoğrafçısı da resim çekip mesut olsun diye köşkten erken çıkmış… Çünkü güneş var, adam rahat çalışacak. İşte insan Atatürk…”
– Selahattin Bey, o günlere dönmek ister miydiniz?
“- Offf… İstemez olur muyum? Durun bakayım hanıma sorayım… Ben isterim, o nasıl olsa gelir, beni yalnız bırakmaz. Bugüne kadar bırakmadı ki..