Eski Hatırayı Anlatırken Acı Acı Gülüyordu
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Mustafa Kemal Paşa’nın kıyafet devrimi yapmayı; ilk Avrupa seyahatinde tasarlamış olması gerektiğini belirtiyor. Mustafa Kemal Paşa’dan dinlediği ilginç bir hatırayı şöyle anlatıyor:
“Onunla ilk tanışmak şerefine nail olduğum gün, bana anlattığı şu hikâye hiç hatırımdan çıkmaz. Demişti ki:
“Benim ilk Avrupa seyahatim baştanbaşa bir kepazeliktir. Bu, Meşrutiyet ilânından hemen sonra idi. Binbaşı Selâhaddin Bey isminde bir arkadaşla, Paris’e gitmeye karar vermiştik. İlk işimiz, –o zamana o zamana kadar hiç sivil giyinmediğimiz için– bir hazır esvap mağazasına koşmak oldu. Gerçi, böyle bir yolculuk için lâzım olan şeylerin neden ibaret olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu ama, neyse, gene kendi zevkimize göre bir iki kat esvap aldık. Benimki geniş kırmızı satrançlı bir neftî kostümdü. Arkadaşımınki –zannederim– gene buna yakın bir şeydi; ben, ne olur ne olmaz diye bavulumun içine bir de şapka koydurdum.
Binbaşı Salâhaddin Bey; ‘İstemez; ben fesle gideceğim. Fesin itibarı şimdi yükseldi. Görmüyor musun? Meşrutiyet ilânından beri bütün Avrupa matbuatı bizi öve öve bitiremiyor.’ diyordu. Ben, gene ihtiyatı elden bırakmadım. Hududu geçer geçmez, şapkamı başıma geçirdim.
O zamana göre ilk Avrupa istasyonu Belgrad…Bizim arkadaş tren durur durmaz, hemen fesli başını pencereden dışarıya uzattı. Gülümseyerek ahaliye bakıyor. Sepetlerle dolaşan yemiş satıcılarından birini çağırıyor. Başlıyor pazarlığa… Satıcı bir kelime Türkçe anlamıyor. O, bir kelime Sırpça konuşmuyor. Derken, aralarında ne oldu bilmiyorum. Seyyar manav çocuğunun kafası kızdı ve yüzünü bir şiddetli öfkeyle buruşturarak Binbaşı Salâhaddin Bey’in suratına şu hakareti savurdu: ‘Tuh,Turkos!’
Bereket versin ki, tren hareket etmişti. ‘Gördün mü, birader?’ dedim. O, gene kanaatinde musır [ayak direyip], fesini terk etmek istemiyordu. Paris’e vâsıl olunca, manzaramız artık umumî bir istiğrap [garipseme] ve istihza mevzuu teşkil etmeye başladı. Lâalettâyin gittiğimiz otelde Salâhaddin Bey bir ikinci garâbet daha yapmasın mı? Ucuza gelir diye mutlaka iki yataklı bir oda istiyordu. Otelin adamları artık kendilerini tutamayıp bize garip garip bakmaya başladılar.
Bu esnada, o zaman Paris Sefaretinde Ataşemiliter olan Ali Fethi Bey imdadımıza yetişti. Bizi görür görmez: ‘Bu ne hal, bu ne kıyafet!’ dedi.”
Mustafa Kemal Paşa, bu on iki, on üç yıllık eski hâtırayı anlatırken hâlâ acı acı gülüyordu. Sanırım ki, büyük inkılâpçı, subconscience’ında tasarladığı geniş inkılâp plânının içine bir de kıyafet reformu koymayı o günden beri tasarlamış olacaktır. Fikir ve ruh itibariyle kendisini eş düzeyde telâkki ettiği insanlar arasında, şeklen exotique bir mahlûk gibi dolaşmak onun ağırına gidiyordu.
Türk camiasını, Garbın medenî camialarından ayrı tutmadığı ve belki Türk’ü bu medeniyetin öncülerinden biri farzettiği için onun harici manzarasını da buna göre değiştirmek iştiyakını duyuyordu. Gerçi, denilebilir ki, “papazı papaz yapan cübbe değildir. Lâkin, hasseten efkârı umumiyenin ve halk göreneklerinin zâhirî görünüşlerden ne derece müteessir olduğunu ve hükümlerini nasıl buna göre verdiğini bilirdi.
Avrupa müzelerinde ve tarih kitaplarında teşhir edilen “Grand Turc” ve Yeniçeri birçok safderunlara, ancak mehip kavukları, kalın kuşakları ve buna takılı duran kıvrık yatağanlarıyla haşyet [korku] vermektedir.
Dişi tırnağı sökülmüş, inhitat Türkiye’sini de Pierre Loti cinsinden Frenk muharrirleri, bir fes, peçe, sarık, kafes ve nargile dekoru içinde seyredip anlattılar. Yıkık duvarlarla çevrilmiş çökük mezarlıklar; çınar altı kahvelerinde uykuya dalmış afyonkeşler; mezbele sokakların uyuz köpek sürüleri; bekçilerin, “Yangın var!” nâraları…
İşte, dostumuz Pierre Loti’nin müdafaa ettiği, “Dokunmayın!” dediği Türk dünyası, bu çapaçul, bu zavallı şeyden ibaretti. Pierre Loti, Madagaskar zencilerinden, Seylân maymunlarından ve Havai adalarındaki kelebeklerden de bu sevgi ve alâka ile bahsetmiştir. Çünkü, onun bezgin ve endişeli ruhu, kendini avutmak için yeryüzünde arkaik ve pitoresk manzaralar keşfine çıkmış bulunuyordu.
Bundan dolayı, ne Loti, ne de Loti gibi bizi acayip ve zavallı bularak seven frenk muharrirleri, Mustafa Kemal’in itibarını asla kazanamamışlardır. O, kendisini bir “Yeni Adam” hissettiği ve Türk milletinden bir canlı ve ileri cemiyet çıkacağını bildiği için, memleketimizi bir müze halinde görmek isteyenlere karşı, bize doğrudan doğruya düşmanlık edenlerden ziyade kızıyordu.
Onca, bir milletin müzelik olmasından daha hazin bir şey yoktu. Zira müze mazidir, müze mezardır. Müze, artık, yeniden vücut bulmasına imkân olmayan eşyanın mahzenidir.”
Kaynak: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.