Enver Paşa…

Enver Paşa için üç ciltlik bir kitap yazan Şevket Süreyya Aydemir, onun için “kendini yaratan adam” der. Bu adam kaderine Makedonya’dan başlamış, Orta Asya’da bitirmiştir. Enver Paşa’nın serüvenlerle dolu bir yaşamı vardır.

Talat Paşa’nın naaşını Celal Bayar, cumhurbaş­kanı olduğunda Almanya’dan alıp Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne gömdürmüştür. Gösterilen, büyük İttihatçı gayretidir.

Ne olsa Talat Paşa İttihatçıların büyük efendisidir. Enver Paşa’nın cenazesini getirmeye kim önayak ol­muştur? Enver’in serüven dolu yaşamı daha yüzbaşılık dö­neminde başlar. Selanik’te postaneyi basması, Resneli Niyazi’yle dağa çıkması yılmaz ataklarıdır.

En­ver, Niyazi kadar Resneli’nin geyiği de ünlüdür. Genç­lik atakları saray damatlığına kadar uzanır. Gün gelir hırsına kimse gem vuramaz. İttihatçıdır, ama bu ör­gütün askeri kanadındandır. Ziya Gökalp gibi ilmiye kanadından değildir. Babıâli baskınından sonra göze girmiştir; Naciye Sultan’a nişanlı adayı olmuştur. Naciye Sultan padi­şahın hemşiresidir. Nişanlandıktan sonra rütbeleri de artmıştır. Yüzbaşılıktan albaylığa, albaylıktan da generalliğe yükselivermiştir. Tez elden ordu komutanı olmuş, ardından başkomutanlığa çıkmıştır. Ne demek başkomutanlık? Orduların başına geçmiştir; Osmanlı ordularının ba­şı…

Yılmamış, durmadan yukarı tırmanmıştır. Mustafa Kemal’le hep karşı karşıya gelmiş, göze batmıştır. Enver, orduyu kimi subaylardan temizlemek isteğinde; bunların arasında Mustafa Kemal de var­dır. Ancak Fethi (Okyar), bu temizliğe engel olmuş, “Ver bana, Sofya’ya ataşemiliter olarak götüreyim; ileride işe yarar” demiştir. Fethi, elçi olarak Sofya’ya gitmektedir, Mustafa Kemal ataşemiliter.

Enver’in ömrü hep cephelerde savaşmakla geç­miştir: Trablusgarp, Balkan, Sarıkamış savaşları. Bun­ca cephede savaşmış, fakat bir tek savaş kazanama­mıştır. İsmet Paşa’nın bir sözü vardır:

“Enver hep yitireceği savaşlara girmiştir” der.

En önemli savaşı Sarıkamış’tır. Allahuekber Dağları etek­lerinde çorapsız, postalsız, gömleksiz, kaputsuz 90 bin şehit verilmiştir. Sonunda cepheyi Hafız Hakkı Paşa’ya bırakıp yüz geri İstanbul’a kaçmıştır. Genelkurmay karargâhında Mustafa Kemal’e rast­lar. Selâmlaşır. Cepheden dönmüştür. Mustafa Ke­mal, “Yorulmuşsunuz” der.

“Eh, biraz.”

İkisinin gözündeki serzeniş bellidir. Zaten İttihatçı paşalar hep savaş yılgınıdır. Sakallı Cemal Paşa da Kanal bölgesinde savaşır.

Koca orduyu Kanal’a (Süveyş’e) sürer, bir sonuç alamaz, bırakıp geri döner. Soranlara, “Savaşmadık, bir keşif ((istikşaf) hareketinde bulunduk, daha son­ra savaşacağız” dediği yazılıdır.

Cemal Paşa’nın maiyetinde bulunmuş olan Falih Rıfkı Atay, bu kaçışı “Zeytindağı” adlı kitabında çok güzel anlatır. Kitaptaki “Ah o üç tabur” parçası hâlâ zevkle okunabilir.

Ünlü paşalar her cephede yenilgiye uğrayıp sıra İt­tihatçıların kaçmasına gelince, her biri kaçacak yol arar. Sonunda, bir denizaltıyla kaçmayı tasarlarlar.

Bir motor gelir, Ortaköy’deki Naciye Sultan Korusu’na yanaşır (bu koru halen vardır). Başta Enver, Ta­lat, Cemal olmak üzere birçok İttihatçıyı alır ve açılır. Denizaltıya binerler ve Köstence’ye yollanırlar. Gemi üç kez batacak olur, uçak üç kez düşecek olur. So­nunda her biri yurtdışında can verir.

Enver, Pamir Dağları eteklerinde Bolşeviklerle ma­ceralı bir çatışmada can verir. Her cephede yenilen general, şimdi Özgürlük Tepesi’nde yatacaktır.

İyi ki Atatürk Samsun’a çıkmış­tır.

Elimizde ne kalırdı?


POLİTİKA VE ÖTESİ, MEHMED KEMAL, 12 AĞUSTOS 1996