Dünyanın Hürmet Ettiği Büyük Türk, Ömer Rıza Doğrul, Tan

Bütün Dünyanın Hürmet Ettiği Büyük Türk, Ömer Rıza Doğrul, Tan, 11 Kasım 1938

Şarkın büyük adamlarından biri, dünyanın en büyük adamlarından birini ebediyete uğurlarken ‘bu adam, iki kere ölmiyecek bir adamdır’ demişti. 

Çünkü her faniye mukadder olan ölümden sonra yine her faninin izini, hatırasını ve eserini tehdideden ikinci bir ölüm vardır, ve asıl korkulacak ölüm, bu ölümdür.

Devrine erişmek, ve devrinin asırlara sığan hâdiselerini heyecanlarını, mücadelelerini ve hamlelerini yaşamakla bahtiyar olduğumuz, sonunda kendisini ebediyete uğurlamak gibi vazifelerin en acısıyla karşılaştığımız büyük Atatürk ise, hiç şüphe yok ki, bu ikinci ölümü hayatiyle ve eserleriyle yenmiş bir müheykel ebediyetti.

Eseri, hepimiz ve bütün bu millettir.

Yeni bir millet yaratıcısı olarak bütün Türk tarihi içinde en yüksek makam; bütün Türk tarihinin büyükleri arasında en büyük Türk olarak yaşamak hakkı, daima ona ait olacaktır. Hiçbir büyük Türk Türk milletine onun yaşattığı tarihi yaşatmadı. Milletin bükük boynu, yıkık gövdesi ve ölüm buhranları geçiren ruhu, onun bir temasiyle, bir ikaziyle, bir davetiyle ve bir hamlesiyle bütün dünyayı hayran eden bir hayatiyet gösterdi. Milletin hayatiyet kaynaklarını derhal faaliyete geçirecek, derhal seferber edebilecek millî rehber O idi. O’nun bir işaretiyle, milletin Büyük Harbte israf edilen kudreti, birden canlanınca, dünya parmak ısırdı.

O sırada karşılaştığımız devletler, Büyük Harbin bütün müttefikleri idiler. Hepsi de işimizi bitirmek, son nefesimîzi nasıl vereceğimizi görmek için başımıza üşüşmüşler, yurdumuza musallat olmuşlardı. Atatürk’ün bütün milleti uyandıran sesinin Anadolu’da gürlediğini, milletin deprendiğini, ayaklandığını görünce hepsi de bu hayatiyet izlerini çiğnemek için birleştiler. 

Fakat Atatürk’ün, enerjisi bütün bu husumet âlemini yendi ve muazzam ebedî eserini, dört senelik bir mücadeleye sığdırdı. Neticede ona âsi ve bâği diyenler yıkılıp gittiler. O’nu gelip geçici bir maceracı sananlar, O’nun zaferini selâmlıyarak çekildiler. Ve bütün dünya, Türk Milletinin tam istiklâlini saygı ile tanıdı. Artık Atatürk’ün şöhreti bütün dünyaya yayılmıştı. Fakat, hâlâ bütün dünya onun yalnız bir cephesini tanıyor; onun dâhi bir asker olduğunu, bu dâhi askerin en ümitsiz bir kurtuluş harbini en kat’i zaferlerle bitirmesini göz önünde tutarak onun bir mucize başardığını söylüyordu.

Fakat yine bütün Avrupa, Türk’ün kurtuluş savaşında kazandığı muvaffakiyete kanarak eski tarzda yaşıyacağını; köhne, an’anelerin zincirlerine bağlı kalacağını, şark medeniyetinin uyuşturucu tesirine boyun eğerek hayatiyetini yıpratacağını sanmakta idi. Bütün dünya, aldanıyordu. Çünkü Atatürk, kurtuluşu tamamlamıya azmetmiş ve bütün millet kurtuluş savaşının birinci safhasında olduğu gibi ikinci safhasında da onun irşadiyle hareket ederek hayat mücadelesinde en kat’î zafere kavuşmak istemişti. Millet tam mânasiyle bugünün en ileri milleti olarak yaşıyacak ve daima ilerliyecekti.

Kurtuluş Savaşının bu ikinci safhası, belki de birinci safhasından daha çok fazla bütün dünyayı meraklandırdı ve saşırttı. Çünkü bunu imkânsız sayıyorlardı. Şarklı bir milletin garplılaşmasına, muasır hayata kavuşmasına, muasır medeni milletler gibi yaşamasına imkân mı vardı? Fakat yanılıyorlardı. 

Türk Milleti, Atatürk’ün her irşadını, her işaretini derhal bir hakikat yapıyor ve o hakikati yaşıyor ve yaşatıyordu.

Belki hiçbir devirde garp milletleri, garp muharrirleri Türk Milletini, bu devirde olduğu kadar merak etmemiş, ve onun her hareketini, her ileri adımını en büyük dikkatle takib etmemiştir. 

Türk Milleti yalnız hurafelerden ve batıl itikatlardan, yalnız köhne an’anelerden, yalnız mazinin boyunduruklarından silkinmemiş; bütün varlığını, varlığının mesnedi olan bütün müesseselerini, bütün teşkilâtını yenilemiş, bütün ihtiyaçlarını bugünün vasıtalariyle, bugünün fenniyle temine koyulmuş ve muvaffak olmuş; Türk Milletinin prestiji yükselmiş, Türk Milleti, dünya siyasetinde en ünlü âmiller, dünya sulhünün güvendiği en kuvvetli destekler arasında en şerefli mevkii almıştı. Çünkü Türkiye tam mânasiyle Atatürk Türkiyesi olmuştu! 

Bu sıralarda dünyanın her memleketinde, Atatürk ve Atatürk Türkiyesi hakkında geniş neşriyat yapılıyor, medenî dünyanın her memleketinde Atatürk hakkında cilt cilt eserler neşrolunuyor, gazeteler, mecmualar, Atatürk’ü ve eserini anlata anlata bitiremiyorlardı. Bütün dünya, en büyük Türk’ü tanımış ve onu sevmişti. Gün geçtikçe göze çarpan en mühim nokta, eski taassupların, eski husumetlerin, eski telâkkilerin tesiri altında kalan Avrupalı muharirlerin eserlerine sokulan hasmane tenkitlerin, garezli hislerin yavaş yavaş ve kendi kendine silinmesi idi. Çünkü yanılanlar yanıldıklarını görüyor; anlamıyanlar gün geçtikçe daha iyi anlıyor ve hakikat tam ve kat’î bir zafer kazanarak yürüyordu. Atatürk’ün kudretli şahsiyeti karşısında taassuplar, husumetler ve garezler erimekte ve bunlar eridikçe Türkiyenin beynelmilel nüfuzu kuvvetlenmekte idi. En nihayet Türkiye’den bahseden Avrupalı muharirler Türkiye’nin tam bir muazzam devlet heybeti ve otoritesini kazanmış olduğunu anlatmaya başladılar ve Atatürk Türkiyesi beynelmilel âlemde hakikaten bu mevkii tutmuştu. Onun bu mevkii tutmakta devam edeceği şüphe mi götürür?

Atatürk Türkiyesi, bütün dünyanın dostluğunu aradığı, dostluğuna güvendiği, dostluğunu barış namına, insanlığın refahı namına büyük bir kazanç tanıdığı bir Türkiye idi. Ve bu Türkiye daima bu şahikada kalacak, daima daha yüksek şahikalara varacaktır.

Atatürk’ün ebediyete kavuştuğu bu sırada dünyanın her memleketinde ayni ses yükseliyor:

“İnsanlık büyük bir devlet adamını kaybetti.”

Büyüklüğünü bütün insanlığa tanıtmak ve milleti nazarında, tam kurtuluş kahramanı tanınmak, bir faniye nasip olacak en büyük bahtiyarlıktır. 

Onun için Atatüık her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hürmet ettiği en büyük adam ancak bir kere ölür!