Dr. Reşit Galip (Baydur)
“Senin gerçek büyüklüğün ‘Ben bu ulusun bir ferdiyim’ diye öğünmendir.”
Bu sözleri 1923 yılında Mersin’i ziyaret eden Atatürk’e, Türkocakları Başkanı Dr. Reşit Galip söylemekte ve O’nun gönlünü fethetmektedir. Ve daha sonra Reşit Galip bu inanla: “Türk ulusunun O’na sunduğu sevgi, kutsal bir aile mirası gibi kuşaktan kuşağa, değer ve kutsallığı artarak, sonsuza dek yaşayacak ve Mustafa Kemal adı Türk ulusunun bütün tarihinde kurtarıcı ve Büyük Ata olarak daima artan bir coşkunlukla anılacaktır” diyecektir.
Dr. Reşit Galip, tıp eğitiminden sonra ordu saflarına katılmış, Türkocakları kurucuları arasında yer almış, İstiklal Mahkemeleri üyeliği, Türk Dil Kurumu Başkanlığı, milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. Darülfünunun ıslahı ve üniversitenin oluşturulmasında Reşit Galip’in katkısı büyük olmuştur.
“Türklük için çalışmayanlar, Türk olmayanlardır.”, “Eski Türk kahramanlarının adlarını saymak Türkçülük değildir. Türkçülük, bir amaç için kahraman olabilmektir…” sözleri onundur.
Ve yine, Milli Eğitim Bakanlığı zamanında ilkokullara uygulattığı “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözleri de onundur. Bugün körpecik çocuklarımız bu sözleri göğüsleri kabararak haykırdıkları zaman, varlığını Türk varlığına armağan eden Reşit Galip’i anımsıyoruz.
Atatürk’e ve O’nun davasına ölesiye inanmış Reşit Galip, bir akşam O’nun sofrasında beklenmedik biçimde kırıcı bir konuşma yapmıştır. O akşam sofrada bulunan Hasan Cemil Çambel, olayı şöyle anlatır:
“Dr. Reşit Galip’te tabii olmayan bir hava vardı. Gözleri kıvılcım saçıyor, bütün vücudu bir elektrik bataryası gibi titriyordu. Dokunulsa ateş alacak gibiydi!
İçinde kaynaşan heyecanını gizleyemeyerek, içini kemiren halkevleri konusunu açtı. (O tarihte parti genel yönetim kurulunda halkevleri onda idi) Temsil kollarında kadın rolleri için kız lisesinden kendi istekleriyle seçilen amatör sanatçı öğretmenlere Milli Eğitim Bakanı Esat Sağay’ın izin vermediğinden yakınmaya başladı.
Bu yakınma Reşit Galip ile Esat Sağay arasında geçen eski ve yeni düşüncelerin çekişmesi idi.

Reşit Galip’e göre: Tiyatro, eski Yunanlılardan beri, insalık için bir hikmet ve sanat kaynağı, bir entellektüel hürriyet akademisi, bir ulusal eğitim müessesesi olmamış mıydı?. Halkevleri temsil kolları bu amaçlarla kurulmamış mıydı? Kadın, bu kültür davranışının nasıl dışında bırakılabilirdi?.
Reşit Galip’te bu düşünceler eğemendi. Bunlar Atatürk’ün düşünceleri idi. Reşit Galip, O’nun yolunda, O’nun açtığı çığırda yürüyordu. Atatürk’ün kendisine güvenini bildiği için, özgür ve yürekli bir davranışla sesini perde, perde yükseltti ve sertleştirdi. Atatürk büyük bir ılımla dinledikten sonra ve sessizce:
“Merak etmeyin hepsi düzelecek” diye doktoru yatıştırmak istedi. Fakat bu güvence O’nu doyurmadı, tersine heyecanı şiddetlendi. Parlama durumunu aldı ve sonunda bomba gibi patladı:
“Kusur hep sizde… Hocam diye bilgisizleri başımıza koydunuz!”
Atatürk, Reşit Galip’i çok severdi. Zekasını, çalışma gücünü, dinamikliğini görmüş, onun samimiyetine inanmıştı. Onu çok sevdiği için nazını da çekerdi. Sevdiklerinin nazını çekmek Atatürk’ün kalbinin bir ihtiyacı idi. Fakat bu sert suçlama O’nu kalbinden vurdu: “Sizi bir kere daha sabır ve sükuna davet ederim, istekleriniz olacaktır,” dedi.

Dr. Reşit Galip o kadar dolgundu ki, nefsine ve sözüne eğemen olamıyor, şikayet oklarını birbiri ardından, bir yaylım ateşi gibi, Atatürk’ün başına fırlatıyordu. Sofrayı ve oturanları trajik bir hava boğuyor, kimse nefes alamıyordu. Atatürk, acı çekiyordu, fakat ağırbaşlılığını ve soğukkanlılığını kaybetmedi ve bir aslan kendisini ısırmaya kalkan yavrusunu okşar gibi, sessiz ve hoş gören bir davranışla:
“Siz, bu biçimde konuşmayı sürdürürseniz, ben size muhatap olmakta mazurum,” dedi.
Reşit Galip kendini büsbütün kaybetti, çünkü o bir heyecan adamıydı. Yumruğu ile masaya vurarak:
Beni kovuyor musunuz? Burası milletin malıdır. Allah da gelse beni buradan kovamaz!…
Bu trajedinin son aşamasını bulduğu en nazik andı. Acaba Atatürk şimdi ne yapacaktı? Çanakkale denizlerini İngiliz armadasına mezar yapan; Yunanlıları Anadolu’dan denize döken; Lozan’da, üç yüz yıllık bir çöküş döneminden sonra ilk kez yeniden, Avrupa emperyalizmini dize getiren; yurt içinde yüz yıllık bütün zincirleri kırarak, tutsak bir halktan özgür ve bağımsız bir ulus yaratan Büyük İnsan’a, kendi eliyle yetiştirdiği, sevdiği ve güvendiği oğlu, ne kadar arı ve samimi de olsa, görünüşte meydan okuyor ve istemeyerek de olsa, gururunu yaralamış oluyordu. Şimdi ne yapacaktı? Diktatörler böyle anlarda ne yaparlardı?

Hayret!… Koltuğunu geriye itti, yaralı bir aslan gibi ayağa kalktı ve:
“O halde ben buradan giderim”, dedi ve sofrayı terkederek, yandaki yatak odasına çekildi. Bu gidişte, Dumlupınar Meydan Savaşı’nı kazanan muzaffer Komutan’ın insan büyüklüğünü çizen bir heykel görkemi vardı.
Atatürk, Reşit Galip’e kırılmış uzun süre bu konuya bir daha değinmemiştir. Bir akşam Reşit Galip’in (Halkevleri ve Devrimler) konulu konferansını radyodan dinler. Reşit Galip, konferansının bir yerinde: “Devrimlerimiz, Türk ulusunun çektiği uzun çileler sonucu, elde edilen denemelerimizin fikir haline gelmiş kesin inancıdır. Her yerde, herkese ve her şeye karşı onları savunacağız. Gerekirse babalarımıza ya da çocuklarımıza karşı bile!…”
Artık her şey unutulmuş, Atatürk, Reşit Galip’i çoktan bağışlamıştır. Ve kısa bir süre sonra Reşit Galip Milli Eğitim Bakanı’dır.
Reşit Galip, Atatürk’ün de hazır bulunduğu Ankara Palas’taki bir baloda, yeni yıl kutlanırken, Milli Eğitim Bakanı olarak şöyle bir konuşma yapar:
‘Bu dakikada herkes sevdiklerine en kıymetli hediyelerini vermekle meşguldürler. Ben de Büyük Başkanımıza kendilerini çok sevindireceğini bildiğim bir armağanı sunuyorum. Bu armağan, Ankara’da toplanan Tarih Kurultayı’nın tutanaklarıyla İstanbul’da toplanan Dil Kurultayı’nın kararları ve Dil İşleri Derleme Klavuzu’ndan oluşuyor.’

Atatürk bu kıymetli armağanı alırken:
“Bu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Değerli Milli Eğitim Bakanımız’a bu armağanından dolayı teşekkür ederim. Kendilerinden ve diğer bakanlarımızdan her zaman böyle bir armağan beklerim. Bu armağan gerçekte çok değerlidir. Bu değerin herkes tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için, bu kitaptan bir sahife okumalarını Sayın Bakan’dan rica ediyorum.”
Reşit Galip, “Hepimizin bahtına” diyerek Tarih Kurultayı tutanaklarından gelişi güzel bir sayfa açmış ve okumuştur. Bu sayfada, “Türk ulusunun modern ve uygar bir ulus olduğu, bazı gafillerin sandığı gibi dört yüz çadır halkı ile Anadolu’ya gelmedikleri, burasının binlerce yıl evvel Türk vatanı olduğu” belirtiliyordu. Bu sözler üzerine salondaki alkış tufanı ve heyecanının arkası kesilmiyordu. Reşit Galip, on bir ay sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı görevinden ayrılmasından kısa bir süre sonra, biraz da rahatsız bulunmasına karşın, Ankara Halkevi’nde temsil edilmekte olan “Akın” piyesini görmeye gider. Piyesin en büyük seyircisi Atatürk’tür. Reşit Galip’i orada sevgiyle kucaklar… Temsil ortalarında arkadaşına: Hastayım, müthiş soğuk almışım. Temsilden çok Atatürk’ü bir daha görmeye geldim. İzin verirseniz biraz erken gideyim, der.
Bu, onun Atatürk’ü son görüşüdür. Sanki bir vedadır. Sonra ağırca hastalanır ve yatağa düşer.
4 Mart 1934 gecesi yaşantısı son bulan bu büyük devrimci ölüme yaklaştığı sıralarda sayıklamaları arasında son sözleri şu olmuştur:
“Türklük için çalışmayanlar, Türk olmayanlardır. ”