Dr. Nihat Reşat ve Dr. Abrevaya Hatıralarını Anlatıyorlar

Bu röportaj, 10 Kasım 1950’de Necdet EVLİYAGİL imzası ile Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.


Bundan tam on iki yıl evvel, saat 9’u beş geçe Dolmabahçe Sarayı’nda gözlerini dünyaya kapayan Büyük Atatürk’ün başucunda bekleyen mü­davi ve müşavir tabipleri tarafın­dan aşağıdaki rapor yayınlanmıştı:

«Reisicumhur Atatürk’ün umumi hallerindeki vahamet dün gece saat 24’te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 İkinciteşrin 1938 perşembe sabahı saat do­kuzu beş geçe, Büyük Şefimiz de­rin bir koma içinde terki hayat etmişlerdir.»

Müdavi tabipler: Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Dr. M. Kemal Öke, Prof. Dr. Nihat Reşat Belger.

Müşavir tabipler: Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Prof. Dr. Hayrullah Diker, Prof. Dr. Süreyya Serter, Prof. Dr. Kâmil Berk, Prof. Dr. Abrevaya Marmaralı.

Atatürk’ü tedavi eden doktorları­mızdan Prof. Nihat Reşat Belger ve Prof. Abrevaya Marmaralı ile görüştüm. İki değerli doktorumuz­dan da, Atatürk’e ait şimdiye kadar hiç bir yerde neşredilmemiş bir kaç hatıra elde etmiş bulunuyorum. Prof. Abrevâyan’ın, merhum Dr. Neşet Ömer İrdelp’in ifadesine istinat ederek naklettiği hatıralar ise aradan on iki yıl geçtikten sonra, ilk defa meydana çıkmış bulunu­yor. Atatürk’ün son dakikalarına ka­dar başucundan ayrılmayan müşa­vir tabiplerinden Dr. Abrevaya Marmaralı teessürünü gizleyemeyerek:

«-Bilmem ki, dedi, sizinle bu mevzu üzerinde nasıl konuşacağım. Görüyorsunuz; heyecanım Büyük Atatürk’e ait hatıraları anlatmaya müsait değil…»

Doktor, gözlerinden sızan yaşları sildikten sonra, anlatmaya başladı:

«- Atatürk’ün son saatlerinde yanında idim; fakat, büyük adam kendisini hiç bilmiyordu, çünkü yirmi dört saatten beri koma halinde bu­lunuyordu. Karyolasının ucunda diz çöküp nabzını tutuyordum. Bu esnada arkadaşlarım Mim Kemal ve Mehmet Kâmil Beyler gelerek serom zerkettiler. Serom verildikçe ben ve arkadaşlarım hüngür hün­gür ağlıyorduk; çünkü nabzın git­tikçe fenalaştığını görüyorduk. Sa­at tam dokuzdu. Beş dakika sonra Büyük Dâhi gözlerini ebediyete kapadı.»

Atatürk’e ait hatıralarınızdan bir kaçını anlatır mısınız?

«- Atatürk’le herhangi bir Türk vatandaşından başka bir yakınlığım yoktu. Yalnız hekim sıfatı ile yanın­da bulunmak şerefine nail oldum. Atatürk’ün büyük, hassas bir kalbi vardı, kimseyi incitmek istemezdi. Hastalığı devam ettiği müddet zar­fında hiç bir vakit bir zâf eseri gös­termedi; hastalığının en ağır zamanlarında bile fevkalade metin, cesur ve iyimser hareket ederdi. Atatürk’te muhatabına karşı bü­yük hürmet telkin etmek kudreti vardı. Aynı zamanda sözleri ile ruha inşirah; kalbe iman verme hassası sonsuzdu. Kendileri ile hiç bir za­man siyasetten bahsetmedik; fakat, beşer kardeşliğinin büyük taraftarı ve harbin müthiş aleyhtarı olduğu­na dair muazzez arkadaşım merhum Profesör Neşet Ömer İrdelp’in ifa­desine istinat ederek kanaat husule getirdim. Bilhassa, hastalığı esna­sında İkinci Dünya Harbi’nin baş­laması tehlikesi mevcut iken, o zaman Başbakan olan sayın Celâl Bayar’a:

‘- Celâl Bey, Celâl Bey, kom­şularımızla ve bütün dünya ile sulh içinde yaşamaktan daima müstefit olduk. Bundan böyle de doğru yol­dan asla ayrılmayacağız.’ dedikle­rini merhum Neşet Ömer Bey’den duydum. Atatürk, muhatabının ruhunu ve düşüncelerini fevkalbeşer bir hisle sezerdi. Gene merhum Neşet Ömer İrdelp’in ifadesine atfen şu hatırayı anlatmadan geçemeyeceğim:

Celâl Bayar, İnönü’nün yerine Başbakanlığa getirilince, kendilerini yakından tanımadığım için; acaba bu mühim vazifeyi nasıl başarabile­cekler, diye, sabaha kadar uyu­yamadım ve hep bunu düşündüm Ertesi gün Atatürk’le karşılaştığımız zaman, Atatürk birdenbire bana şöyle hitap etti:

‘- Neşet Bey, ben iyiyim, sen gidebilirsin. Celâl Bayar mükem­mel bir Başbakandır, sen hiç üzül­me…’ Halbuki Atatürk’le bu mevzu üzerinde hiç görüşmemiştik…

Atatürk’ün muazzam dinamizmini izah etmek kadar zor bir şey tasav­vur olunamaz. Hastalığının ilk dev­rinde komaya düşmüş ve ümitsiz bir halde iken, birdenbire büyük bir salâh husule gelerek iyileşmiş­ti. Bu husus Fransız profesörü Fiessinger’e telefonla bildirildiği zaman, profesör:

‘-Atatürk her hususta büyük bir dinamizm gösterdiği gibi, bu hastalığında da akla hayret ve­recek derecede bir kudret gösteri­yor. Bunun için ben şimdi iyimser olduğumu söyleyebilirim. Siz de iyimser olun, Atatürk kurtulacaktır…’ demişti.

Atatürk, hastalığının en ağır zamanlarında bile, banyoya kimseyi rahatsız etmemek maksadı ile kendileri giderdi. Maiyetindeki zevata karşı gösterdiği nezaketin sonsuzluğu her halde hiç bir büyük dahiye nasip olmamıştır.

Fevkalade zevkiselim sahibi idi. İntizamı çok sever ve şüphesiz kendi emirlerine göre tanzim edilmiş odalarında bir büyük dekoratörün zevkiselimi sezdirdi.»

– Atatürk’e ait bir başka hatıra lütfeder misiniz?

Profesör Abrevaye bir müddet düşündükten sonra:

«- Size, dedi, Neşet Ömer’in ifadesine istinaden şu hatırayı da nakledebilirim:

Ankara’da hastalı­ğa yakalandığı ilk günlerde; tedavi için Almanya’dan Profesör Kraus: getirilmişti. Profesörün tavsiye ettiği sıhhat tedbirleri meyanında; Ata’nın sigarayı azaltmaları da tavsiye olunmuştu. Atatürk, Profesöre: ‘Günde kaç sigara içebilirim’ diye soruyor. Profesör de kendisine bir sual ile mukabele ediyor:

‘- Şimdi günde ne kadar sigara içiyorsunuz?’

Atatürk’ün cevabı:

‘- Yüz yirmi sigara içerim.’

Bunun üzerine Profesör Kraus:

‘- Ekselans, bu miktarı behe­mehal altmışa indirmeniz lazımdır; yarından itibaren sigarayı azaltmalısınız.’ diyor.

Halbuki Atatürk günde iki paket; yani kırk sigara bile içmiyordu.. Atatürk’ün bu hadiseyi daima güle­rek anlattığını yakın dostlarımdan duydum.»

Atatürk’ün müdavi tabiplerinden eski Sağlık Bakanı Profesör Nihat Reşat Belger’i de teessür içerisinde buldum. Prof. Dr. Nihat Reşat Belger:

«- Ne anlatayım, dedi. Büyük Ata’nın ölümünden on iki yıl geç­tiği halde; ben, o meş’um yıl dönümü yaklaştığı zaman daima aynı heyecanı duyuyorum. Hattâ bu he­yecanın seneler birbirini kovala­dıkça çoğaldığını söyleyebilirim.»

Bir müddet düşündü, sonra da Atatürk’e ait şu hatırayı anlattı:

«- Ata’yı tedavi için Avusturyalı doktor Eppinger daveti edilmişti. Dr. Eppinger, Atanın barsakları bozuk olduğu halde, kendi­lerini çiğ zerzevat kürü ile tedavi­ye karar verdi. Biz, bu tedavi sis­temini tenkit ettik. O muvafık gör­dü. Neticede bu tedavi sistemi Atatürk’e iyi gelmedi. Barsakları da­ha ziyade bozuldu. Atatürk bunun üzerine gülerek bize şunları söy­ledi:

‘- Hakkınız varmış. Vay hınzır herif, beni galiba tavşan zannetti…’»