Doğu Ve İslam Aleminde Atatürk
Atatürk, Şark ve İslam aleminde, eşsiz ve ölmez şöhretler arasındadır. Türk milletinin kurtuluş savaşını en kat’î ve en şanlı zaferle taçlandıran Atatürk, bütün Şark ve İslam milletlerinin tapınırcasına sevdiği kahraman bir şahsiyettir. Bütün İslam milletleri, Türk’ün kurtuluş savaşını en büyük dikkat ve heyecanla takip etmiş ve zaferlerimizi bizim gibi kutlamışlardı.
Bizim Kurtuluş savaşını yaptığımız sırada, Şark ve İslam milletleri içinde aynı savaşla meşgul olan bir çok milletler vardı. Mısır milli hareketinin en canlı devri o sıraya rastladığı gibi Fas kahramanı Abdülkerim’in mücadelesi de aşağı yukarı aynı senelerde vuku bulmuştur. Hindistan da bu sıralarda ayaklanmış ve harp yıllarında kendisine vaat olunan muhtariyet için mücadeleye girişmişti. Irak’ta ihtilaller kopuyor, Suriye’de Fransızlarla halk arasında mücadeleler eksik olmuyordu. Kısacası bütün Şark ve İslam alemi hareket ve faaliyet içindeydi. Fakat bu hareket ve faaliyetlerin en mühimi ve en büyüğü Türk Kurtuluş savaşı idi. Çünkü bu, bir harp idi ve bu harbin sonu, ya kat’î bir zaferdi, yahut kesin bir felaketti. Diğer savaşların hepsi ise böyle bir neticeye bağlı değildi ve o memleketlerde yapılan kıyamlar, bugün bastırılabilir, ve yarın yeniden alevlenebilirdi; öyle de olmuştur. Türk milleti, düşmanlarla kuşatılmıştı ve her düşman onun yere serilmesini bekliyordu. Yere serildiği takdirde düşmanların hepsi onun mirasına üşüşecekler ve Türk milletinin yaşama hakkını çiğnemek için her şeyi yapacaklardı. Türk milletinin durumu, başka herhangi milletin durumu ile kıyas kabul etmeyecek mahiyette idi ve bütün Şark ve İslam milletleri kendi davaları ile uğraştıkları sırada Türk milletinin giriştiği büyük ve son derece büyük cihadı da en meraklı dikkatle takip ediyor, bu olağanüstü mahiyetteki hamlenin neye varacağını bekliyordu.
Yığın yığın düşmanlarla her taraftan çevrilmiş olan Türk milletinin her cephedeki düşmanlarını yenerek Türk vatanını kurtarmaya muvaffak olmasının bütün Şark ve İslam milletlerine öğrettiği ilk hakikat, hak ve adalete dayanan her savaşın harikalar yaratacağı ve imkansızlıkları yeneceği idi. Bütün Şark ve İslam milletleri Türk’ten ve Atatürk’ten öğrendikleri bu hakikati asla unutmamışlar, bu büyük hakikatten daima ilham alarak milli savaşlarını geliştirmişler ve bu sayede birçokları istiklallerini sağlamışlardır.
Bu devir, Atatürk’ün bütün Şark ve İslam memleketlerinde benimsenerek sevildiği ve takdir edilircesine saygı gördüğü devirdir ve bu devir 1919’dan başlar, 1923 senesine kadar devam eder.
İkinci devir, Türk inkılabının başarıldığı, yani hilafetin ilga edildiği, medreselerin ve tekkelerin kapandığı, şapkanın kabul olunduğu, medeni kanunun tatbik edildiği, kadın hürriyetinin ilan edildiği, harflerin değiştirildiği devirdir.
Bütün bu başarılar Şark ve İslam aleminde taraftar bulmamış değildir. Fakat ekseriyet bunlardan ürkmüş ve bu hali İslam camiasından ayrılmak, garplılaşmak değil, fakat Frenkleşmek mahiyetinde telakki etmiş ve bu sırada Atatürk hakkındaki sevgileri gibi Türk milleti hakkındaki güvenleri de kısmen sarsılmıştı.
Türk milletinin İslam alemine bir mücadele örneği teşkil etmesinden ve hepsini hürriyet ve istiklalini kazanmaya teşvik eden bir manevi amil olarak ortaya çıkmasından hoşnut olmayan sömürgecilik zihniyeti, bu fırsatı ganimet sayarak Türk inkılabını ne kadar fena tasvir etmek mümkünse öylece tasvir etmiş ve Garp medeniyetinin ne kadar çirkin ve çirkef tarafları varsa, yalnız bunların Türkler tarafından alınmış olduğunu ileri sürmüştür. Bunlara göre Türk inkılabı: Dans, içki, kumar, kadın çıplaklığı ve umumi ahlaksızlıklar, dinsizlik demekti. Sömürgeciliğin hedefi, yalnız Türk inkılabını kötülemek değildi, aynı zamanda, diğer Şark ve İslam milletleri içinde hürriyet ve istiklal peşinde koşan liderlerin de hep aynı hedefler peşinde koştuklarını ve muvaffak oldukları takdirde aynı şeyleri yapacaklarım telkin ederek milli liderlerle halkın arasını açmak, böylece milli hareketlerin hızını kırmaktı.
Türk inkılabı aleyhinde yapılan bu propagandanın muvaffak olmadığını iddia etmek yanlış olur. Çünkü bu propaganda, hiç bir mukabele görmeden yayılıyordu ve biz inkılapla meşgul olduğumuz için ne yaptığımızı anlatmaya vakit bulmamış, yahut ehemmiyet vermemiştik.
Bunun neticesi olarak düşman propagandası olabildiğine yayılmış ve bizi bütün İslam alemine «Dinsiz ve ahlaksız» göstermek için elinden geleni yapmıştı.
Bu propagandayı yaymaya verilen ehemmiyeti belirtmek için iki misal arz edeceğim:
Cenubi Afrika’nın Johanisberg şehrinde ikamet eden ve ticaretle meşgul olan bir Müslüman, bir kaç yıl önce İstanbul’a gelmiş, camilerimizde namaz kılındığını gördüğü zaman hayret etmiş ve bunu hiç ummadığını söylemişti. Çünkü aleyhimizde yapılan propaganda, camilerimizi gazinolara çevirdiğimizi ilan etmişti!
Bir kaç ay önce ilanını gördüğüm bir eseri getirtmek üzere Lahor’un en tanınmış kitapçılarından Mehmet Eşref Bey’e bir mektup yazmış ve müellifini çok iyi tanıdığım eserden bir nüsha göndermesini rica ederek oradaki din kardeşlerimize selamlar göndermiştim. Aldığım cevap, aynı propagandanın her tarafta yayılmasına ne kadar ehemmiyet verildiğini belirtiyordu. Bu zat şöyle diyordu:
«Bize bildirildiğine göre siz artık İslam ile alakalanmaz ve yalnız Garba değer verir olmuşsunuz. Her hal ve karınızda böyle olduğunuz söylendiği için çok üzüntü çektik. Bununla beraber gönlümüz sizinle beraberdir. Sizi sevindiren her şeyden seviniyor, ve sizin her kederinizi paylaşıyoruz.»
Mektubun muharriri, bir Türk’ün Hindistan’da basılan bir İslami eseri istemesini dahi hayretle karşıladığını gizlemiyordu.
Bu çok geniş ölçüde yapılan propagandanın hedefi, yalnız Şark ve İslam alemini bizden soğutmak, bizim manevî nüfuzumuzu baltalamak değildi, bundan başka diğer memleketlerdeki milli hareketleri gevşetmekti. Fakat bize ait olan hedef tahakkuk etmiş, diğeri ise boşa gitmişti.
Bu devir hâlâ devam ediyorsa da eski hızını çoktan kaybetmiştir. Bunun sebebi, bütün Orta-şark memleketlerinde yerli muharrirler tarafından yazılan ve Türk inkılabını izaha teşebbüs eden eserlerdir. Bugün bu eserlerin sayısı mühim bir yekün tutmuş ve bu eserlerin bir çoğu durumu değiştirmeye muvaffak olmuş bulunuyor.
Bu propagandaya karşı gelen bir amil de memleketimize Şark memleketlerinden seyyahlar gelmesi ve bunların bizi nasıl gördüklerini anlatmalarıdır.
Bu sayede Şark ve İslam alemi, durumumuz hakkında şimdi bir hayli aydınlanmıştır.
Türk inkılabının cehalet, taassup ve esareti hedef tuttuğu ve bunları ortadan kaldırmak istediği anlaşıldıkça Atatürk’ün Şark ve İslam aleminde kazanmış olduğu ölmez şöhretin, kat kat canlanacağı muhakkaktır ve bunun böyle olacağı şimdiden belirmiştir.
Ömer Rıza Doğrul, 10 Kasım 1947, Cumhuriyet Gazetesi