Cumhuriyet Kurulduğunda Ne Haldeydik Anlatıyoruz

TÜRK’E HAMALLIK BİLE ÇOK GÖRÜLÜR, GAYRI TÜRK TİCARET ADAMLARI TARAFINDAN “EŞEĞİN OLDUĞU YERDE TÜRK’E YÜK YÜKLEMEYİN AÇLIKLARINDAN ÖLSÜNLER” DENİRKEN TÜRK YENİDEN MEMUR YÖNETİCİ, MÜDÜR, GENEL MÜDÜR, MÜSTEŞAR, BAKAN İŞ ADAMI OLMUŞTUR. CUMHURİYETİMİZ TÜRK MİLLETİNİN SIĞINAĞIDIR. ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANLARI TÜRK MİLLETİNİN DÜŞMANLARIDIR.

CUMHURİYET KURULDUĞUNDA NE HALDEYDİK ANLATIYORUZ

Değerli Arkadaşlarım,

Atatürk’ü önemsizleştirmek için elden gelen yapılıyor.

Atatürk Türk Milleti için bir Bilge kağan Bir Tonyukuk’tur. Göktürk kitabelerinde yazanlara bakın stratejisi aynısıdır. Çünkü yüreği Türklük aşkıyla yanmaktadır. Hanedan devletlerinin elinde çile çeken Türk Milleti, 1200 yıl sonra Atatürk ve Cumhuriyetimiz sayesinde yeniden dirilmiştir. Türk, hamallık ve askerlik dışında bir iş bulamazken, yabancılar Türk vatanını iliklerine kadar sömürmekte bunu da en ilkel en acımasız yöntemlerle yaparken, milletimiz en hor ve en yoksul görülür haldeyken Cumhuriyet ile yeniden dirilmiştir. Kimlik kazanmış,kendisine hamallık bile çok görülür, Gayrı Türk ticaret adamları tarafından “Eşeğin olduğu yerde Türk’e yük yüklemeyin açlıklarından ölsünler” denirken Türk yeniden memur yönetici, müdür,Genel Müdür, Müsteşar, Bakan iş adamı olmuştur. Cumhuriyetimiz Türk Milletinin sığınağıdır. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları Türk Milletinin düşmanlarıdır.Hem Milliyetçilikten bahsedip hem de Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olmak kökten yanlıştır.

Sevgili Okurlar,

Biraz önce Twitter’da Atatürk’e hakaret eden bir öğretim görevlisini savunmak amacıyla “Cumhuriyetin kurulmasıyla Türk milleti fakirleştirildiği” söyleniyor. Bu gün Tarihimiz gerçeklere aykırı bir biçimde değiştiriliyor.

Halbuki 1. Dünya savaşına girildiği yıllarda Anadolu ve Rumeli de bu günkü sınırlar içerisinde kalan – yaşayan nüfusumuz 12 milyon civarındaydı. Birinci dünya savaşı sonunda bu rakam 7 milyona indi. Bu nüfusu da meydana getirenler genelde yaşlılar, çocuklar, kadınlar ve sakatlardı. Nitekim 10. Yıl marşında “10 Yılda 10 Milyon genç yarattık her yaştan” sözleri bu nüfus eksikliğinin genç nüfusla giderilmesi sonucu Türk milletinde duyulan büyük bir mutluluğun çığlığı gibiydi.

1905-1918 yılları arasında sadece Yemende kaybedilen asker sayımız resmi rakamlarla 1,5 Milyonun üzerindeydi. Bu rakama Arap yarımadasında Suriye de Irakta ve diğer Arap topraklarında karınlarında altın aranan ve Arap çeteleri tarafından kalleşçe arkadan hançerlenerek şehit edilen Mehmetçikler dahil değildir.

Atatürk’ü eleştiren yazılarıyla tanınan “Bozkurt” yazarı H.C. Armstrong “Türkiye Nasıl Doğdu” isimli kitabının esaret yıllarında geçen bölümünde Arapların Türklere karşı takınılan tavırları ve yapılan eylemleri şöyle anlatır:

“Ara sıra Türk askerleri geçiyor ve Bağdat’a gidiyorlardı. Araplar bunlara dikkat ediyor ve fırsatı buldukça onları öldürüyor veya soyuyorlardı. Bunun için yolda bir çok Türk askerinin cesedine rast gelmiştik. Bunlar yol üzerinde boğazı kesik bırakılmışlardı. Bu zavallıları Anadolu’daki karıları hevesle bekliyor, onlardan bir haber almak için çırpınıyorlardı. Kendilerine az yemek verilen, kötü yönetilen, perişan elbiseler giydirilen bu Türk askerlerinin serbestliği, bizim esaretimiz derecesinde kötüydü” diyordu.

İşte Türk nüfusu bir de böyle eridi gitti. Kırk yılda yetiştirebildiğimiz eğitimli bir neslin bir bölümünü de bu savaşlarda kaybettik. Nitekim Atatürk İzmir de halkla yaptığı bir açık oturumunda nüfusumuzun azlığından yakınıyor ve şöyle diyordu:

“Bir kere insan bulmak lazımdır. Biliyorsunuz ki bizim memleketimiz Almanya’dan iki kere büyüktür. Almanya’nın iki mislidir. Halbuki Almanya’nın belki, 70-80 milyon nüfusu vardır. Bizim 8 milyon nüfuzumuz vardır. 80 milyon nüfusa malik olan bir memleketin iki mislinde 8 milyon nüfus vardır (yaklaşık). O halde bu koskoca memleketi bu 8 milyon işleyemez, işletemez..”

Atatürk devamla memleketin yolu olmadığından bu nedenle Konya’daki Köylünün buğdayını İzmir’e satamadığından ve İzmir deki vatandaşında Yılda 1,5 Milyon lira vererek ihtiyacı olan buğdayı Amerika dan aldığından üzüntüyle bahsediyordu.

Sevgili Okurlar,

Son yılları sürekli olarak savaşlarla dolu olan Osmanlı Devleti, tarih sahnesinden silindiği dönem olarak kabul edilen 1 Dünya Savaşı sonrasında vuku bulan Milli Mücadele neticesinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’ne hiç de iç açıcı bir ekonomik miras bırakmamıştır.

19. yy. da İmparatorluğun, siyasi ve ekonomik durumu içerisine düştüğü gerileme süreci dolayısıyla giderek kötüleşmiştir. İmparatorluk uzun süren savaşlardan ve ardı ardına alınan yenilgilerden dolayı hem nüfus hem Tahıl ambarı sayılabilecek verimli toprakları kaybetmiştir.

Osmanlı yönetimi, Balkan Savaşından sonra, 14 Mart 1914’te nüfus istatistikleri düzenlettirmiştir. Bu istatistiklere göre, Anadolu’nun toplam nüfusu 11 milyon, Trakya’nın nüfusu ise 630 bin kalmıştır. Şevket Süreyya Aydemir ise Anadolu’nun 8.5 milyon kaldığını söylemektedir.

I. Dünya Savaşının ilk on yedi ayında, silah altına alınanların 2.532.000 kişiyi bulduğu Ordu Dairesinin düzenlediği bir belgeden anlaşılmaktadır. Savaş sonuna kadar silah altına alınanlarla, genel seferberlik toplamının 2.850.000 kişiye ulaştığı sanılmaktadır.

Unutmamak gerekir ki, savaşlardaki kayıplarımızla Türk toplumunun yapısı tamamen değişmiş, toplumun 18-35 yaşları arasındaki erkek gücünde büyük bir gedik açılmıştır. Toplumun üretici ve tüketici elemanları arasındaki denge bozulmuş; tüketici durumundaki çocuk ve ileri yaşlılar ile güçlerinde her alanda yararlanılmayan kadınların toplam nüfusa oranı artmıştır. Üstelik, ülkenin son dönemlerde yetiştirebildiği en aydın kitlesi sayılan yedek subay kadrosu da geniş ölçüde erimiş, yok olmuştur.

Bütün bunların yanı sıra, Kurtuluş Savaşı başındaki insan sayısının 8 milyon olarak kabul etmek ve mümkün değildir. Zira, başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Anadolu yer yer işgal altındadır ve işgal altındaki topraklarda bulunan Türk nüfusu Ulusal Kurtuluşun dışında kalmaktadır.

Kapitülasyonlar ve diğer imtiyazlar, ülkenin iktisadi yapısını olumsuz olarak etkileyen faktörlerin önemlileri arasında yer almıştır. ithalatın olumsuz etkileri, gümrük duvarlarının yeterince oluşturulamaması, rekabet gücünden yoksun yerli, üretimin dışa karşı korumasız olması, kapitülasyonların olumsuz sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Batılı ülkelerin sömürgelerinde edindikleri servetler ve bunların Avrupa’ya yansıması, kıtada sanayi ve ticaret alanında olağanüstü gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu gelişme, kapitülasyonların etkisini daha da arttırmıştır. Osmanlı küçük sanayisi bu dönemde Avrupa’da gelişen modern işletme biçimlerine ayak uyduramadığı için Avrupa rekabeti karşısında çaresiz kalarak çökmüştür.

Osmanlının son döneminde Türk halkı evlatlarını savaşlarda kaybetmiş ekonomik bakımdan da tükenmiştir, Halk hastadır çaresizdir yorgundur

Ülke dışından getirilecek mallara karşı Ülkenin açık Pazar haline getirilmesi, batının makaslamasına ayak uyduramaması azınlıkların ve yabancıların vergi, vs. konulardaki imtiyazları, çeşitli sahaların azınlıklar ve yabancıların eline geçmesine neden olmuştur.

Hem sermaye kıtlığı, hem de kapitülasyonların yabancılara sağladığı ayrıcalıklarla boy ölçüşemedikleri için, yerli girişimciler ya ortadan çekilmek, ya da yabancılarla işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Bunun sonu-cunda demiryolları, limanlar, elektrik, havagazı ve su işletmeleri Avrupalı-lar tarafından kurulup işletilmeye, madenler ve fabrikalar Avrupa şirketlerince çalıştırılmaya başlanmıştır.

Bu konuda örnek olarak, Rumeli ve Ege’de demiryollarının Fransız ve İngiliz, boraks madenlerinin İngiliz, Zonguldak ve Ereğli kömür yataklarının Fransız şirketlerince işletilmesini verebiliriz. İstanbul’un elektrik, su ve tramvay gibi belediye hizmetleri ise Fransız şirketlerince yürütülüyordu.

Türkler asker, çiftçi veya esnaf olarak çalışırken, ticaret, bankacılık sanayi işletmeleri yabancıların elinde bulunmaktadır. Mesela 1909 tarihli bir istatistiğe göre maden üretiminde Türklerin payı %23.3, azınlıkların payı %5.2 iken yabancıların payı %71.5 e ulaşmaktaydı

Kapitülasyonların, dış rekabetin böylesine olumsuz etkisi altında olan Osmanlı Devleti içinde bulunduğu olumsuz şartlara rağmen 1856 yılına kadar dış borçlar konusunda pek istekli olmamıştır . Kırım Harbi’nin ağır mali yükünü hafifletmek için ilk önemli borç İngiliz banka ve şirketlerinden alınmıştır.

Çoğu verimsiz işler için alınan bu borçlar ve bunların bir süre sonra ödenememesi beraberinde devlet içinde devlet görüntüsündeki “Duyun-ı Umumiye” ve “tütün reji” sinin gündeme gelmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’na girmesine kapitülasyonların ve dış borç problemlerinin getirdiği sıkıntılar etkili bir faktör olmuştur. 1914’te Osmanlı borçlarının 716 milyon dolar mertebesinde bulunmakta bunun %60.3’ü Fransızlara ait bulunmaktadır. Geri kalan borçlar ise Almanya’nındır.

Osmanlı yönetimi kapitülasyonlardan kurtulmak istemiş ve çeşitli çabalara girişmiş ise de, olumlu bir sonuç alamamıştır. I. Dünya Savaşının başlamasından iki ay sonra 27 Eylül 1914 günü kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. Ne yazık ki bu girişime karşı koyan, bir ay sonra yanında savaşa katılacağımız Almanya olmuştur. Savaşın sonunda ekonomik bağımsızlığa kavuşacağını uman Osmanlı Hükumeti, bu kez savaş giderlerini karşılamak için, yanında savaşa girdiği Almanya’ya borçlanmaya ve ona yeni ayrıcalıklar tanımaya başlamıştır.

Savaşın Osmanlı Devleti aleyhine neticelenmesi bütün tasarımların Cumhuriyet hükumetlerince yeniden ele alınmasına vesile teşkil etmiştir. Bunlardan en mühim olanı hiç şüphesiz, yerli ticaret burjuvazisinin” mey-dana getirilmesi ile ilgili olanıdır. Bu konunun iktisadi yönü yanında siyasi yanı da İttihatçılar tarafından tasvip edilmektedir.

Bunun nedeni, sermaye sahibi azınlıklar kendi milli kimliklerinin yanında, yabancı bir şirketin temsilcisi durumunda bulunmaktadırlar. Bu şirket çalışanları bile kendi vatandaşları arasından seçtikleri için basit bir sanayi işçisi bile Türkler arasından yetişmiyordu. Batıda rejimlerin temel direği orta sınıfı oluşturan burjuvazinin vazgeçilmez oluşu ittihatçıların klasik Osmanlı toplum yapısında yapmak istedikleri değişiklik açısından gerekli görülüyordu. Milli devlet olma şartlarından birisi idi.

Bu anlayış paralelinde Mart 1916 ‘da çıkartılan bir kanunla ticari işlemlerin Fransızca olan dili Türkçe ‘ye çevrilmiştir. Yine aynı yıl milli sanayi girişimlerinin dış rekabetten korunmasını sağlamak maksadıyla Sanayi-i Teşvik kanunu hazırlanmıştır.

Bu dönemde kapitülasyonların kaldırılması, yerli ve milli Ticaret adamları meydana getirme çabaları, tanınmamıştır.

Milli Mücadele dönemi ise bir nevi Osmanlı döneminin devamı niteliğindedir. 1920’li yılların başındaki Türkiye yalnız geri kalmışlığın derin izlerini değil aynı zamanda ardarda gelen savaşların yaralarını da taşımaktaydı.

Tam anlamıyla bitkin düşmüş olan “hasta adamın bu şartlar altında her an hayatını kaybetmesi söz konusudur, Ancak Türk Kurtuluş Savaşı bu beklentiyi boşa çıkarmıştır”.Yukarıda da görüldüğü gibi yarı sömürge ekonomisi durumunda olan Osmanlı ekonomisi, Lozan Antlaşması’nın getirdiği özgürlük hakları, kapitülasyonuz rejimin ekonomik neticesi, Yeni Türkiye’nin ekonomik yapısının Osmanlı’dan farklı olmasına neden olacaktır.

Yeni Türkiye artık hürdür, müstakildir. Ancak haraptır. Fakir, geri, sermayesizdir. Bunların dışında belki de hepsinden önemlisi Dünya içeresinde yalnızdır.

Osmanlı’dan intikal eden talihsiz mirasın etkisiyle sermaye yokluğu, teknolojik yetersizlik görülmektedir. Bunların yanında bağımsızlığını yeni kazanmış olan devlette hızlı bir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için takip edilecek yollar belirgin değildir.

İşte bu ortamda ve bu şartlar altında yeni Türkiye sahneye çıkıyordu. Yeni Türkiye bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla işinin bitmediğinin tam bilincindeydi ,

Artık yeni Türkiye’nin yöneticileri siyasi bağımsızlığı temin ve muhafaza yolunda önemli bir adım olarak gördükleri ekonomik bağımsızlık yolunda çalışmalara başlayabilirdi.

Görüşmek üzere Sevgiler Saygılar


TANER ÜNAL