Celal Şengör’ün Atatürk’le Fatih Sultan Mehmet’i Kıyaslamasına Cevap
Sevgili Atatürkçüler!
Sevgili Güzel İnsanlar!
Gün olmuyor ki günümüzün “Mütareke Basını” Osmanlı’dan bahsetmesin. Hadi Mütareke Basını’nı anlıyorum da, Atatürkçü geçinip de Osmanlı üzerinden pirim yapanlara ne denir? Pes, denir zannedirim. Şimdi isminin önünde Prof. olan bir Osmanlı hayranını kendi kaleminden sizlere tanıtmaya çalışacağım.
Prof. C. Şengör Hoca’nın Fatih, Atatürk, Süleyman, hakkında yazdıklarına:
“Pek çok tarihçi dostumla üzerinde hiç tartışmadan anlaştığım konuların başında, Fatih Sultan Mehmet’in en büyük Osmanlı padişahı olduğu gelir. Fatih bence Osmanlı ailesinin yetiştirdiği tek dâhidir. Gerçi eski ve yeni pek çok ikinci sınıf Osmanlı tarihçisi önüne gelen padişaha bu sıfatı yakıştırmayı sever, ama kendilerine bu dehânın nasıl tezahür ettiğini sorduğunuzda pek verecek cevapları olmaz. Ön Asya Türk tarihi maalesef Fatih ile Atatürk arasında dâhi yetiştirmedi.”
Zümrütten Akisler başlıklı yazınıza yukarıda ki paragrafla başlamışınız.
Bu yazınızdan sanırım 12 sene sonraki bir diğer yazınızda da şöyle diyorsunuz:
“Muhteşem Yüzyıl diye televizyonlarda alkışladığı dönemde, devletinde Amerika’dan gelen gümüşün ilk enflâsyonu başlattığını bilmez (çünkü Avrupalı dünyayı keşfederken, muhteşem [!] padişahları hareminde gönül eğlendirmekte, dünyayı öğrenelim diyen Pirî Reis’in kafasını vurdurmaktadır.”
Bir insan Prof. da olsa bu kadar zaman parçası içinde 180 derece döner, bilimi bu denli çarpıtır mı?
Sizin “Dahi”, “En Büyük Osmanlı Padişahı” ve de hiç ama hiç sıkılmadan Atatürk ile kıyasladığınız bu “Deha“nızın izin verirseniz bir kaç marifetini ve özelliklerini kısaca yazayım.
1- Babası II. Murat bir kaç saat önce ölmüştür. Cesedi henüz saraydadır. Sizin “Dahiniz”in ilk işi iki kardeşi Ahmet Çelebi’yi ve Hasan’ı odasına getirtmek ve önünde boğdurtmaktır. Babası II. Murad’ın henüz cesedi soğumamıştır.
2- İstanbul’un fethinde baş rolü oynayan Çandarlı Halil Paşa’nın, İstanbul’un zaptından bir kaç ay sonra Yedi Kule Altın Kapı zindanında 40 gün süre ile gözlerine mil çektirmiş, 40. gün Edirne’ye sürgün etmiş. 10 Temmuz 1953 günüde yağsız iple boğdurtmuştur.
Sizin Atatürk ile kıyasladığınız Harika Çocuğunuzun yaptıkları bu kadar değil. Devam edelim:
3- Fatih’in şerrinden kapı, bucak kaçan Amcası Şehzade Osman’ı bin bir Bizans oyunundan sonra yakalatmış, şerrinden kurtulmak için kaçması nedeniyle önce ayak bileklerini kestirtmiş (Elbette lokal anestezi ile değil) sonrasında da idam ettirtmiştir. Cesedi iki gün şimdiki Ok Meydanı’nda sallandı.
Bitmedi Sayın Prof.
4- Mimarın adı biraz uzun ama nasıl olsa okumanız yazmanız var vakit ayırın, okuyun ve de öğrenin. Adamın adı “Sinaüddin Yusuf bin Abdullah”. Hadi size bir kolaylık yapayım kısa adını da yazayım “Atik Sinan” Arap asıllı bir mimar.
Sizin “Dahi”niz, mimarı huzuruna çağırır ve parmağıyla şimdiki Fatih semtini göstererek şöyle der:
-Abdullah Efendi, buraya adıma bir cami yapacaksın. Şartım şu: Yapacağın caminin kubbesi Ayasofya’nın kubbesinden yüksek olacak.
Abdullah Efendi hık mık diyecek olur ama, huzurdan alır götürürler. Mimar diyecek olur ki:
-Sultanım, ben ne yaparsam yapayım, yapacağım caminin kubbesi Ayasofya’nın kubbesinden yüksek olamaz. Çünkü arada çok büyük zemin farkı var.
Ne yapsın sizin Arap, mecburen işe koyulur. İki senede de camiyi bitirir.
Sıra açılışa gelir, Fatih Sultan Mehmet, beyaz, siyah, yeşil, pembe orasını vakay-ı nuvis (Omanlının seceresini tutan tarihi belgeler) yazmıyor ama beyaz olsa gerek, neyse beyaz bir at üzerinde açılışa gelir. Ne görsün. Fatih cami, Ayasofya’nın altında kalmış mı? Daha alçakta mı? Ne olacak şimdi. Açılışta kurban etmek için develer, öküzler, boğalar getirilmiş.
Ancak Sayın Şengör Hocam, lütfen hoşgörün ama caminin açılışı yapılmaz. Bu Fellah’in da önce gözlerine mil çekilir, daha sonra elleri ve ayakları sizin “Dahi”nizin emri ile kesilir daha sonra da, devenin , öküzün yerine cami önünde kurban olarak boynu kesilir.
Şengör Hoca’m sizin “Dahi”nizi durdurmak olanaksız. O zamanlar her halde yazınızdaki Fatih Kütüphanesi hazır değildi ki; adam astırmaktan, okuyup yazmaya vakit kalsın.
5- Resmen 17 defa evlenmiş. Ama her gece, sizin deyiminizle “Mucize Adam”ın koynuna aldığı cariyelerin sayısı bilinmiyor. Bu 17 karısından ikisini, üçüncü eşi İrene’yi ki, İrene ile evlendiği zaman Fatih kazık kadardır, İrene ise yeni 10 yaşını bitirmiştir, diğeri de Anna ikisini de eliyle mi, yağlı iple mi boğmuştur tam bilinmez ama ikisini de boğdurmuştur.
6- Fatih’in müslüman olduğunu yazıyorsunuz. Madem bu kadar Fatih’e ve tarihe meraklısınız insan oturupta Fatih hakkında iki kitap okumaz mı?
Sayın Prof. Fatih müslüman değildi. Cami yaptırmakla da müslüman olunmuyor. Aynen Patrikhane açtırmakla Hıristiyan olunamayacağı, Ermeni Patrikhanesi kurdurtmakla Ortodoks olunamayacağı 6 Ocak 1454’te Yorgo Skobiris’i Rum Ortodoks Patriği yapmakla bilmem ne olunamayacağı gibi. (Bunların hepsini Fatih Bizansı zaptettikten sonra yapmıştır)
Gelelim evlât, kardeş, amca, yeğen ve eş katili Fatih’le Atatürk’ü mukayese etmenize. Hitler, Mussolini, Stalin henüz tazeliklerini muhafaza ederken bula bula Yüce Atatürk’ü mü buldunuz Fatih’le mukayese edecek?
“Ön Asya Türk tarihi maalesef Fatih ile Atatürk arasında dâhi yetiştirmedi.” diyorsunuz. Kusura bakmayın Sayın Şengör Atatürk’le ilgili bir kaç dil dâhil, 24 kitap yazan bir kimse olarak size içtenlikle soruyorum:
Yukarda ki cümleyi yazarken hiç mi vicdanınız sızlamadı, hiç mi kusura bakmayın utanmadınız. Bir katille yüce Atatürk’le mukayese ederken?
Bu arada size bir hususu daha söylemek isterim. O yere göğe koyamadığınız “Dahi” Padişahınız var ya, işte “O” İstanbul’u zaptederken ordusunun mevcudu kaçtı biliyor musunuz?
150.000 bin. Yazıyla yüz elli bin.
Bizanslıların bütün asker mevcudu ne kadardı?
Venediklilerin 700 kişilik ordusunun katılımı ile 7.700 askerdi. Yazı ile yedi bin yedi yüz.
150.000 kişilik ordunun kimlerden oluştuğunu biliyor musunuz Sayın Profesör?
25.000 kişisi, eşkiya, katil, suçlu, esrarkeş, çapulcu. Bunlar en önde savaşanlardı. Surlara tırmanıp, kızgın yağlarla haşlananlar.
İkinci kısmı siz hiç tanımazsınız. Onu da söyleyeyim. İsmi “Anadolu Yiğidi” yani diğer adı ile Mehmetçik. Bunlarda top atışlarıyla mızrak ve oklarla şehit olan gençlerdi. Geriye kimler kaldı?
Yeniçeriler. Yani devşirmeler.
Bunlar öndekilerin telef olmasından istifade ile çok az bir zayiatla Bizans’a girenlerdi. Bizans 7700 askeri ile bir ay sizin Fatih’inize karşı direnirler Sayın Şengör. Bilginiz olsun diye yazdım.
Ayrıca bilginize arz etmek isterim ki, öyle gemiler Dolmabahçe üzerinde şimdiki Tünel, Kasımpaşa vs. yolu ile Haliç’e indirilmemiştir. Bugün Beşiktaş’taki şoföre beni Haliç’e götür desen sözde tarihçilerin uydurdukları bu yoldan gitmez. Çünkü bu yol Haliç’e çıkmaz. Haliç’e de zincir filan çekilmemiştir. Aynen bu günün tarihini bir Abdurrrahman Dilipak, bir de sevgili Emin Çölaşan yazsa nasıl bir tarih ortaya çıkar? İşte öyle.
Ne oluyor ve nasıl oluyorsa Fatih hakkında yazdıklarınızdan yaklaşık 12 sene sonra tutup Kanuni Sultan Süleyman hakkında yukarıda sadece bir paragrafı aldığım makaleyi yazıyorsunuz. Hani çocuklar aralarında beklemedikleri bir olay yaptıkları zaman bir çocuk, diğerine sorar: Kafana saksı mı düştü? diye. Şüphesiz benim size böyle bir soru sorma hakkım olmadığı gibi haddim de değil. Fakat sormak isterim bu 180 derece dönüş niye? Neden bir anda Fatih’in dedesini tü kaka yaptınız? Kanuni’in kanunsuz ve katil olduğunu anlamanız için illâki Fatih hakkında yazdıklarınızın üzerinden 12 sene mi geçmesi lâzımdı? Fatih’in dedesinden ne farkı vardı ki?
Evlât katili Kanuni hakkında yazdığınız makalede bir cümleniz var, altına bende imzamı atarım:
“Atatürk’ü aşağılayan âlim pozlu, ukala tavırlı zır cahilleri her gün halkın karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi.”
Evet aynen: Cehalet, bir felâket
Kanuni ile ilgili yazdıklarınıza daha fazla cevap verirsem, yazım pehlivan tefrikasına dönecek. Bu nedenle bir başka sefere görüşme dileği ile sağlıcakla kalın.
Size saygılar.
Eriş Ülger, Atatürk ile ilgili Araştırmacı/Yazar