Büyük Gazi’nin Hatıratından Sahifeler-4
Bu yazı 6 NİSAN 1926 tarihli HAKİMİYET-İ MİLLİYE GAZETESİ’nden yazarımız Göktuğ Sırkıntı imzasıyla Türkçe’ye çevrilmiştir.
LİMAN PAŞA İLE KARŞI KARŞIYA…
Gazi, harb umumi iptidasında orduda bilfiil vazife alabilmek için nasıl uğraşmaya mecbur kaldı? Muhayyel olan dokuzuncu fırka… – Sarıkamış harbine dair Enver Paşa ile bir mükaleme.
Mareşalin hazin ve elimle dolu sözleri beni (*) etti, hiçbir cevap vermedim, sadece:
– Oturalım, dedim.
Karşı karşıya oturduk; beraber sigara yaktık. Ve benim ricam üzerine o, birer de kahve ikram etti. İkimizde sakin, birbirimize bakıverdik. Bu anda zihnimden geçenler ne idi?
Ben kaymakam(Yarbay) Mustafa Kemal, dört sene evvel (Sofya’da) ateşemiliterlik bulundum. Harb umumi ilan olundu, Osmanlı devleti Alman imparatorluğu ile beraber bu harbe girdi. Alman Heyet-i Islahıyyesi reisi muhatabım Liman Fon Sanders Çanakkaleyi müdafaya memur ordunun başına geçmiş; henüz farkında değil? Osmanlı ordusunda hemen seferberlik yapılması bile şayan tedkik bir mesele iken, Osmanlı devletinin Karadeniz’de, hala nasıl ceryan itmiş olduğunu öğrenemediğim bir hadise üzerine harbe girdiğinden müşteki idim. O zaman şikayetlerim herkesçe ne kadar namusum telakki olunmuştu! Çünkü ben yalnız müşteki olduğumu söylemiyordum, Almanlar ve Almanlarla beraber bulunanlar malup olacaklar, diyordum. Ve bu sözlerim hakiki çok gayri müsaid bir zamana tesadüf ediyordu: çünkü Alman kuvvetleri büyük (*) gibi adamlarla Paris üzerine yürümekte idiler. Bütün Alman müttefiklerinin ve Türkiye’yi bilerek ya bilmeyerek aldatmak için çenelerini işletenlerin isabetli bir iş yapmış olduktan mütevellit (*) ile sermest(sarhoş) oldukları günlerde, bir Sofya ateşemiliteri çıkıyor, İstanbulda bazı zevata sahifeler dolusu mütaalalar yazarak, yanlış bir iş yaptığından bahs ediyor. Bu adam mecnun değil de nedir? Nihayet deyu gibi adamlarla ilerleyen Alman kuvvetlerinin Paris önünde uğradıkları akıbet herkesin malumu oldu.
Bütün memleketin bence bariz bir felakete atılmış olduğunu gördükten ve bütün Türk ordusunun, bu muhakkak felakete her (*) mani olmak için kanını dökmeye hazırlanmaktan başka çare kalmadığını anladıktan sonra, benim hala Sofya’da kör diplomatın içinde rahat salon hayatı geçirmeme imkan olabilir mi idi? Baş kumandanlık vekaletine bir tahrir ile müraacat ettim.
Ordu içinde rütbemle mütenasip(uygun) herhangi bir vazifenin tevdiğini rica ettim. Baş kumandan vekili tarafından bana çok nazik bir cevap verildi.
Sizin için orduda daima bir vazife mevcuttur, fakat Sofya ateşemiliterliğinde kalmanız daha mühim telki edildiği içindir, ki sizi orduda bırakıyoruz.
Cevap verdim: vatanın müdafasına ait faali vazifelerden daha mühim ve mübeccel(yüce) bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ateşemiliterliği yapamam. Eğer bir (*) zabıtı olmak liyakatten mahrum isem, kanaatiniz bu ise (*) açık söyleyiniz.
Uzun müddet cevap gelmedi; bu günler zarfında çektiğim ıstırabı izah itmek uzundur. Mahiza ben icab iderse bir nezir gibi, her hangi bir muharebe cephesine koşmaya karar vermiştim. Onun için Sofyada ki ikametgahımın eşyalarını sefir bulunan fethi bey arkadaşımın muvaffakiyeti ile sefarethaneye nakil ettim, zait olanlarınıda bertaraf ettim ve küçük bir bavulumu hemen hareket edecek mütevazi bir seyahat bavulu haline koydum. Artık evi dahi terk etmek üzere olduğum sırada İsmail hakkı imzalı bir telgraf aldım; bu imzanın üstünde [ Harbiye Nazırı Vekili ] işareti vardı. Telgraf hemen aynii şu idi: on dokuzuncu fırka kumanlığına tayin buyuruldunuz. Hemen İstanbula hareket ediniz.
Fielhakika bu telgrafı aldığım tarihte baş kumandan vekili Enver Paşa, Sarıkamış muharebesini yapıyor, (*) Umumiyye reisi İsmail hakkı paşa nezaret işlerinde de ona vekalet ediyordu.
Sofya’dan İstanbula geldiğim zaman Enver Paşa da Sarıkamış’tan avdet itmişti; evvel kendisini ziyaret için makamına gittim. Haber gönderdim, gelecek cevaba kapuda intizar ediyordum; bu aralık mamulat (*) Müdiri Osman Şevket beyi [ şimdi paşa ], elindeki dosyasıyla orada gördüm; kendisine sordum:
Beni bu on dokuzuncu denilen fırkaya tayin iden harbiye nazırı vekili İsmail hakkı paşa mıdır?
Osman şevket bey çok ciddi ve biraz mahrum? Bir lisanla:
Hayır, dedi, doğrudan doğruya başkumandan vekili Enver Paşa Hazretleridir; Erzurum’dan telgrafla emir buyurdular. Emin olunuz beyefendi…
Biraz sonra Enver Paşa ile karşı karşıya bulunuyorduk. Enver, biraz zayıf düşmüş, rengi solmuş bir halde idi. Söze ben başladım:
– Biraz yoruldun, dedim
– Yok, o kadar değil, dedi.
– Ne oldu?
– Çarpıştık o kadar…
– Şimdiki vaziyet nedir?
– Çok iyidir, cevabını verdi.
Ben Enver Paşayı daha fazla üzmek istemedim. Mükalemeyi(karşılıklı konuşma) kendi vazifeme intikal ediyordum:
– Teşekkür ederim beni numarası ondokuz olan bir fırkaya kumandan tayin buyurmuşsunuz. Bu fırka nerededir, hangi kolordu ve ordunun emrinde bulunur?
Cevap verdi:
– Ha evet belki bunun için erkan-ı harbiye ile görüşseniz daha katii malumat alırsınız.
Enver’i çok meşgul ve çok yorgun görüyordum, sözü uzatmadım. Baş kumandanlık erkan-ı harbiyesine müraacat ettim, icab eden (*) kendimi şu yolda takdim ediyordum:
– On dokuzuncu fırka kumandanı kaymakam Mustafa Kemal!
Kendilerine kendimi takdik ettiğim her zat hayretle yüzüme bakıyor, benim kim olduğumu anlamakta müşgelat(güçlük) çekiyordu. Nihayet başkumandanlık Erkan-ı harbiyesinde böyle bir fırkanın fırkanın mevcudiyetinden haberdar olan bulunmadı. Şimdi hale bakınız, ne garip mevkideyim; Kemal-i ciddiyetle herkese on dokuzuncu fırka kumandanı olduğumu söylüyorum. Halbuki böyle bir fırkanın mevcudiyetinden kimsenin haberi yok, adeta sahtekar vaziyetdeyim… Nihayet ben şaşkın bir halde herkesin yüzüne bakarken bir akıllısı dedi ki:
– Belki böyle bir fırka Liman Fon Sanders paşanın ordusunda bulunacaktır, bir defa onu görseniz…
Fon Sanders paşanın nerede bulunduğunu sordum:
– Dairesi nezaret celile dahilindedir efendim, cevabını virdiler.
– Erkan-ı harbiye reisi kimdir?
– Kazım bey
– (*) Beni evvela onun yanına gönderirseniz, dedim. Bir kapucu çağırdılar:
– Beni kazım bey efendinin yanına götür! dediler.
Kazım beyin bürosunda kendisine hikayeyi anlattım:
– Başkumandan vekili paşa hazretleri beni (*) on dokuzuncu fırkaya tayin buyurmuşlar; fakat ne (*), ne de erkan-ı harbiyesi bu fırkaya dair sarih(belirgin) malumat virmediler. Nihayet belki? Liman Fon Sanders paşanın ordusunda böyle bir fırka vardır diye beni buraya götürdüler.
– Tabi zat-ı aliyyeniz bileceksiniz, ordunuzda böyle bir fırka var mıdır?
– Yok mudur?
– Kazım bey:
– Bizim deslokasyonumuzda böyle bir fırka yoktur, fakat caiz ki Gelibolu’da bulunan üçüncü kolordu, yapmakta olduğunu bildiğimiz bazı teşkilat cedide (*) Yeni bir fırkada vücuda getirmek tasvirindedir. Bir defa orayı teşrif buyurulursa hakikat anlaşılır.
– Yani ben kumandanı olduğum fırka mevcut mudur? Değil midir? Bunu anlamak için Gelibolu’ya mı gideceğim?
– Evet, doğrusu budur dedi.
(*) şeklinde belirtilen bölümler gazetenin yıpranmasından ötürü okunamamaktadır, metin çevrildikten sonra sadeleştirme yapılmıştır.
ÇEVİRİ: GÖKTUĞ SIRKINTI
İLETİŞİM: clock_rowns@hotmail.com
KAYNAK: Hakimiyet-i Milliye Gazetesi