Büyük Armadaya Karşı Bir Küçük Gemi
Tam o sırada bir harika, bir mucize, hem de yaman bir mucize oldu: Bizim sahildeki projektörlerle düşman projektörleri göz göze geldiler. Ve ortalığı kesif bir beyazlığa boğan bu umulmadık ışık anaforu bizi yaşama umuduna kavuşturdu. Karşılaşan dost ve düşman gözleri kamaşmış, birbirini boğmuş, kör etmişti. Bizim görülebilmemize imkan kalmamıştı.
1915 yılında bütün Avrupa’da milyonlarca insanın hayatı ortaya konmuş ve büyük taarruzlar yapılmıştır. İki-üç milyon asker ölmüş ve yaralanmıştır; binlerce harp gemisi çeşitli denizlerde hareket etmekteydi. Fakat bunların hiçbirisi “Nusrat”ın döktüğü mayınlar kadar, harbin devamına ve düşmanın geleceğine etkili olabilecek bir başan gösterememiştir.”
Birinci Dünya Savaşı’nın hırslı İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill, çok daha sonra yazdığı anılarında Nusrat (Nusret) mayın gemisi için bunları söylüyordu. 1915 yılı Şubat ayından itibaren Deniz Bakanı Churchill’in İngiltere hükümetini zorlaması sonucu Çanakkale’ye denizden yapılan bombardımanlar artmış, daha fazla sayıda gemiyle yükleniİirse Çanakkale Boğazı’ndan rahatlıkla geçilebileceği düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamıştı.
BİRLEŞİK ARMADA
Görüşmeler, taslaklar birbirini kovaladı, sonunda 28 Ocak 1915’de harekat planı kabul edildi. İngilizler, donanmanın konuşlanmasını sağlayacak üs olarak Limni adasını seçti. Gemiler, şubatın ilk haftasmda Limni sularında toplanmaya başladılar. İngiliz savaş gemilerine destek olarak Fransızların dört zırhlısıyla Rusların “Askold” adlı bir hafif kruvazörü vardı. Böylece 16 zırhlı “hattı harp” gemisi, 4 kruvazör, 14 muhrip, 6 uçak taşıyan bir uçak gemisi, 6 denizaltı, 21 mayın tarama gemisi, bir ganbot ve çeşitli yardımcı gemilerden oluşan toplam 100’ü aşkın gemi bir araya gelmişti. Bu güçlü armadanın komutanlığı da, harekata tasarlayıcısı İngiliz Amiral Carden’a verilmişti. Yardımcısı da Amiral de Robeck’di.
18 Mart 1915’de sabah saat 10’da Birleşik Armada üç grup olarak ilerlemeye başladı. Amirallik forsu birinci gruptaki Queen Elizabeth’de dalgalanıyordu. Agamemnon, Inflexible, Lord Nelson, muhripler ve mayın tarayıcılar da boğaza girmişti. İngiliz grubunun başında Fransız Ouichen, Irresistible, Albion, onların arkasındaki üçüncü gruptaysa Suffren, Bouvet, Gaulois, Charlemagne ve öteki gemiler bulunmaktaydı. Amiral de Robeck’in “ateş serbest flamasını toka edin” emriyle önce Triumph zırhlısı ateş açtı ve böylece saldırı saat 11.15’te başladı. Öğleden sonraya kadar savaş karşılıklı ateşlerle sürdü. Agamemnon, Lord Nelson, Albion ve Charlemagne gemileri isabet almıştı. Albay de Robeck, geride bekleyen 6 savaş gemisine yer açmak için ikinci gruptaki gemilerin çekilmesini emretti.
GEMİLER SUYA GÖMÜLÜYOR
Ne olduysa bu anda oldu. Savaş gemileri büyük bir yay çizerek sancağa dönüp çekilmeye başlarken, Erenköy koyunda hızla seyretmekte olan Bouvet gemisi, birdenbire büyük bir patlamayla sarsıldı. Gemi komutanı Albay Rageot ve 639 kişilik mürettebat, mayına çarpan Bouvet ile birlikte denizin derinliklerine gömüldü. Mayın tarama gemileri obüs mermilerinden yıldılar ve kaçtılar.
Sonra, Bouvet’nin battığı yerin yakınında menevra yapmakta olan Inflexible da mayına çarptı ve yan yatmaya başladı. Üç dakika sonra Irresistible’ın da sancak tarafından mayına çarptığı ve yan yatmakta olduğu görüldü. Amiral de Robeck savaşı kesmeye karar verdi. Gemilerine boğazdan çıkmaları emrini verdi. Güçlü armada ve İstanbul’a girme düşleri kuran Amiral de Robeck ne olduğunu anlamadan Çanakkale boğazından dışarı çıkıyordu.
Bu yenilginin nedeni neydi?
Nedeni, 7-8 Mart 1915 gecesi Nusrat mayın gemisinin döktüğü 26 mayındı. Bu 26 mayın, mayın depolarında kalan son mayınlardı. Cevat Paşa’nın emriyle mayın subayı Yüzbaşı Nazmi (Akpınar, daha sonra binbaşı) tarafından boğaza döşenmişti. Her zaman yapılanın tersine, kıyıya dik değil, paralel olarak… Nusrat mayın gemisinin komutanı ise Tophaneli Yüzbaşı Hakkı’ydı.
NAZMİ KAPTAN ANLATIYOR
Binbaşı Nazmi hakkında bilinmesi gerekenleri oğlundan öğrendim. Ancak oğlu Sedat Bey Yüzbaşı Hakkı ile ilgili sorularıma yanıt veremedi. Çünkü babası evde bu konuları hiç anlatmazmış. İnanmayacaksınız; Binbaşı Nazmi’nin Nusrat mayın gemisinin kahraman subayı olduğunu, Naci Sadullah’ın Hayat Mecmuası’nda çıkan yazısından öğrenmiş. Bu yazının yayınlandığı sırada oğul Akpınar da aynı dergide çalışmaktaymış… Hayat’ın yöneticisi Şevket Rado, Sedat Akpınar’ı yanına çağırıp “Binbaşı Nazmi senin babanmış” deyince, ona sadece omuzlarını kaldırmak kalmış… Yedi Gün D ergisinin 106. sayısında (1935) Naci Sadullah imzasıyla Nazmi Kaptan isimli bir röportaj yayınlanmış. Bu dergiyi Atatürk Kitaplığında buldum:
“Nihayet Erenköy önlerine vardık. Ve bütün mayınları, zikzaklama, yani irtibatsız olarak serptik. O geçidi tamamıyla tıkadıktan sonra dönmeye başlamıştık. Fakat o zamana kadar düşman karakol gemileri de geri dönmüşler, aramızdaki mesafeyi gittikçe azaltarak arkamızdan geliyorlardı. Asıl facia, ara verdikleri projektörle tarama ameliyesine başladıkları zaman kopacaktı. Mutlaka görülecek ve mutlaka yanacaktık. Nihayet korktuğumuz başımıza geldi. Düşman karakol gemilerinin projektörleri yandı. Artık görülmemek ve kurtulmak umudu kalmamış gibiydi. Nitekim, nihayet projektörlerden birisi bizim istikametimize çevrilmişti. Işık dalgası sahilleri, dalgaları taraya taraya arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerimize geliyordu. Fakat tam o sırada bir harika, bir mucize, hem de mayın dökmeye gelirken görülmekten, kurtuşulumuzdan daha yaman, daha büyük bir mucize oldu: Bizim sahilde birdenbire yanan projektörlerimizle düşman projektörleri saniye içinde göz göze geldiler. Ve ortalığı sise yakın kesif bir beyazlığa boğan bu umulmadık ışık anaforu bizi yaşama umutlarımıza kavuşturdu. Zira karşılaşan dost ve düşman gözleri kamaşmışlar, birbirlerini boğmuşlar, kör etmişlerdi. Bu vaziyet devam ettikçe bizim görülebilmemize imkan kalmamıştı. Düşman projektörü, kendisini görmek imkanından mahrum bırakan bu vaziyetten kurtulmaya çabalıyor, kaçıyor, fakat bizimki mütemadiyen izini takip ediyor, bir lahza boş bırakmıyordu. Biz bu bazen üstümüzde, bazen yanımızda cereyan eden ışık çarpışmasının altından kaçıyorduk. O anlarda duyduğumuz heyecan, bitik bir ömrü doldurabilir, bütün bir ömrü eritebilir diyebilirim. Nihayet tehlikeli mıntıka dışına çıkabildik. Fakat Nusrat’ın cesur süvarisi Tophaneli Hakkı Kaptan maalesef üçüncü gecemizin sabahındaki bayrama kavuşamadı. Zira atlattığımız vartanın heyecanı onu öyle sarsmıştı ki, biçare o gece şafağa kavuşamadan öldü…”
Hafız Nazmi Kaptan, binbaşı rütbesinden emekli oldu. 1924 yılında Deniz Yolları’nda çalışmaya başladı. 1940’a kadar Boğaz kılavuzluğu, liman kılavuzluğu yaptı. İstanbul’a gelen bütün ünlü konuklar, devlet başkanlarını hep o kılavuzladı.
Nazmi Kaptan 1940 yılında yaşama veda etti. Tophane rıhtımından bir küçük römorköre konmuş, al bayrağa sarılı tabutu çok az sayıda insanın katıldığı bir törenle kaldırıldı. Hayatı boyunca da mütevazı yaşamıştı.
Nusret Kaptan zamanında öldü!
NUSRAT, Boğaz sularına 3 Eylül 1914 tarihinde geldi. Almanya’da Kiel liman kentinde Krupp Fabrikaları tarafından özel biçimde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmişti. Dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Çanakkale’den sonra uzun süre ordudaki görevini sürdürdü. Öteki gemiler gibi günü geldiğinde hurdaya çıkarıldı. Bir süre Gölcük’te yattı. 1966’da İsmail Kaptanoğlu deniz taşımacılık kuruluşuna satıldı. Daha sonra elden ele geçti. Gemiyi alan her yeni firma değişiklikler yaptı.
Son olarak 27 Ekim 1983’de Mustafa Okan Kardeşleri Kollektif Şirketine (Mersin) satıldı. Özgün halinden gövdesinde yalnızca bir metrekarelik sac kalmıştı. Bu tarihten sonra Kaptan Nusret adıyla yük taşımaya başladı. Çanakkale Boğazı’ndan her geçişte Yüzbaşı Hakkı’nın, İstanbul’dan geçişte de Binbaşı Nazmi’nin ruhlarıyla selamlaşırdı sessizce… Bütün özgünlüğü yitmiş olan geminin yerine bir maketini yaparak Çanakkale’ye yerleştirdik… Kaptan Nusret Mersin-Magosa arasında çalışmaya başlamıştı. Artık boğazlardan geçmiyor, komutanlarıyla selamlaşamıyordu… Yorgun makinaları da iyiden iyiye çökmüştü… 25 Nisan 1990’da Çanakkale Savaşları’nın 75. yıl dönümü görkemli törenlerle anılmak için hazırlıklar yapılıyordu. Hem de İngiltere Başbakanı Thatcher da katılacaktı törenlere. Hazırlıkların hızla sürdüğü o günlerde, Milliyette kısa bir haber göze çarptı:
“Nusret gemisi battı. Çanakkale savaşlarında Boğaz savunmasında destan yaratan Nusret mayın gemisi dün KKTC’nin Magosa Limanı’na mal götürmek için Mersin’den ayrılırken alabora olarak battı…”
Soluksuz okuduğum bu haber, bir dostun, arkadaşın, akrabanın gazetede sizi yıkan ölüm ilanını gördüğünüz an yaşananları duyumsattı bana. Yıllar önce İngiliz donanmasını durduran Nusrat, Çanakkale savaşlarının anılacağı görkemli törenlere hazırlanırken, bir yük gemisi olarak üstelik ahlayıp puflayarak Çanakkale’den geçemezdi. Destansı geçmişi canlandı; taşıdığı soylu ruh sonunu hazırladı… İnancım bu.
16 Mart 1997, Erol Mütercimler
- Mete Akyol, Abdürrahim Tuncak’ı Nasıl ‘Keşfettiğini’ Anlatıyor
- Ahmed Bey Muaveneti Milliye ile Golyatı Nasıl Batırmıştı?