Burhan Felek Yazdı: Latife Hanım
Basının belki de en mevsuk haberleri arasında, Atatürk’ün sabık eşi Latife Uşşaki Hanımefendi’nin irtihalini teessürle öğrendik. Türkiye’de zaman zaman şayan-ı dikkat ve hürmet kadınlar gelip geçmiştir. Latife Hanım, bütün inzivasına ve uzun sürmemiş kırık bir şerefli saadetin hazin ağırlığına rağmen, bu kadınlardan biri olarak, tarih yoluyla ebediyete intikal etmiştir.
Birleşmiş Milletlerce kadın senesi ilan edilen 1975’te Meksiko şehrinde tertip edilip, reislerini bile kadından seçmeden ve kadınlık meseleleriyle asla meşgul olamadan, büyük bir fiyasko ile biten, 132 milletin kadınlarından mürekkep büyük kongre kapanırken, Latife Hanım’ın hayata gözlerini yumuşu düşündürücü ve acıklı bir tesadüftür. Gözümüzden kaçmadı.
Latife Hanım’ın, bundan 52 yıl evvel Türkiye’nin kurtarıcısı, dünyaya gelmiş geçmiş büyük kumandan ve dâhilerden Gazi Mustafa Kemal Paşa ile, Türkiye’nin Kurtuluş Zaferi’ni hemen takip eden günlerde evlenme cesaretini kendinde görmesi, nefsine ve kadınlığına olan güveninin delilidir. Takdire değer.
Latife Hanım, meziyet ve kusurlarıyla şayan-ı dikkat çocuklar yetiştirmiş olan Uşşaki ailesine mensup, müstesna bir kadın olarak, soyunun meziyetlerinden kendine düşenden fazla pay almıştır kanısındayım. Kültürlü, bilgili, birkaç lisana vâkıf ve aydın bir Türk hanımıydı. Kendisini bir defa 20-25 sene kadar evvel bir vapur seyahatinde tanımıştım.
Bilgisi, edası, yerini dolduruşu beni tesir altında bırakmıştı. Hangi konuya değinseniz, selahiyetle mütalaa beyan edebilecek kadar geniş bilgi sahibiydi. O kadar ki, bu bilgi bazen onun “feminite=kadınlık” hasletlerini ikinci plana itecek kadar ağır basıyordu. Kendisini o vapur seyahatinden sonra bir daha görmedim. Fakat pek mazbut ve mehcur hayatının kapandığı bugün, onun vaktiyle Atatürk’ün zevcesi olarak taşıdığı şerefli mevkiin icaplarını sonuna kadar muhafazaya muvaffak olduğu inancına varmış bulunuyorum. Çünkü kaderin, herkesin alnına ne yazdığı bilinmez.
1923 yılının Ocak ayında Gazi Paşa ile izdivacından, 1925 yılının Ağustos ayındaki ayrılışlarına kadar, Türkiye’nin bu “Devlet Hatun”u, Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan ayrıldıktan sonra da öyle kaldı. Nice şen dul cumhurbaşkanı karılarının neler yaptığını dünya görürken, ne Latife Hanım, Gazi’den sonra bir izdivaç düşündü, ne Gazi ondan sonra bir kadın…
Acaba bu imtizaçsızlık neydi?
Bence bu, bir husumet dünyasını mağlup edip Türkiye’yi kurtarmış, zaferden henüz ayağının teriyle dönmüş olan Mustafa Kemal Paşa, yeni Türkiye’yi Batı uygarlığı âlemine sokacak devrimlere henüz başlayamamış, fakat Latife Hanım’ın, Batı’da bir devlet başkanının eşine düşen vazifeleri yüklenme arzusu, eski Osmanlı kırması; pederşahilik atmosferi içinde göze batacak mahiyet alınca, birleşmedeki uyumsuzluğun dışarı vurmasıdır. Ama bunların hepsi bir kader meselesidir. Latife Hanım’la muarefem yoktu.
Sadece kültürü ve kimseye nasip olmamış, fakat daha başlangıçta kırılmış bir saadetin vakur üzgünlüğünü büyük bir vakar ile kalbine basıp, hayatının sonuna kadar bir kelimeyle bile hatıralarından bahsetmemesi, bütün ısrarlara rağmen, bu hicranlı sükûtu muhafaza etmesi karşısında duyduğum hürmeti bu satırlarla ifadeyi vazife bildim.
Birkaç sene evvel gene izni ve haberi olmadan, onun hatıraları diye yayınlanan bir tefrikanın önüne geçmemi, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı sıfatıyla ve bilvasıta benden istemişti. Bir şey yapabildiğimi hatırlamıyorum. Basın hürriyetinin bu çeşitli uygulanması arasında, kime ferman okuyabilirdiniz?
Kısacası, ne Gazi Mustafa Kemal bir hünkâr olabilirdi, ne Latife Hanım bir kadınefendi…
İki Türkiye vatandaşı gibi birleşmelerine de, günün Osmanlı tortusuyla bulanmış suları asla müsaade etmedi. Biz buna kader diyoruz. Latife Hanım’a Allah’tan gani gani rahmetler dilerim.
NOT: Bu satırlar uzaktan bakan yaşlı bir yazarın duygu ve düşüncelerini özetlemekten başka kıymet taşımaz. (16 Temmuz 1975 – Milliyet Gazetesi / Burhan Felek)