Bulgar Operası ve Mustafa Kemal
Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal Bey Sofya’daki görevine başladığı ilk günlerdeydi… Zümrezade Şakir Bey ile birlikte operaya gideceklerdi. Mustafa Kemal ilk defa bir Bulgar operası görecekti ve Bulgarların sanat dünyasında geldiği düzeye hayretle tanık olacaktı. Altan Deliorman Mustafa Kemal Bey’in operaya gittiği gece yaşadıklarını şöyle anlatır:
”Vagonlarından birinde Mustafa Kemal’i taşıyan tren, genç Ataşemiliteri Sofya garının soğuk ve loş aydınlığına bıraktığı vakit, bu düz saçlı ve kumral bıyıklı zabitin kafası inkılâp ve yenilik fikirleriyle doluydu. Evvelce Picardie Manevraları (1910) vesilesiyle gittiği Fransa’yı, dönüşte Viyana’yı, Peşte’yi, Bükreş’i görmüştü. Avrupalının zihniyetine olan sempatisi, onun dış görünüşüne karşı da aynı derecedeydi.
Henüz Splendide Palas’ta oturuyordu. Sofya’ya geleli bir hafta kadar olmuştu. Kış olmasına, karların her tarafı bembeyaz bir örtüyle örtmesine rağmen hava çok soğuk değildi. Belki de aydın çevrelerde daha çok hissedilen bu sıcaklık, Sofya’da ilk operanın açılmak üzere olmasından geliyordu.
Bulgarlar ve Opera. Mustafa Kemal bunu işittiği zaman hayretten dona kaldı. Demek bu adamların bir de operaları vardı. Bizim hakimiyetimizden kurtulalı üç beş yıl olmuş olmamış Bulgarların operada rol alabilecek artistleri mevcuttu… O kadar şaşırmıştı ki, ilk gece için derhal yer aramaya başladı. Fakat müracaat ettiği yerlerden eli boş dönüyordu. Yeni geldiği için bir muhit edinememişti. Neyse ki iyi bir tesadüfle, Maarif Encümeni’nde üye olan Şakir Bey ilk gece için iki yer temin edebildi.
Mustafa Kemal şık ve kibar giyinmesini çok severdi. Elbiselerini Viyana’da diktiriyordu. Operanın gala gecesinde smokin giymişti. Bu siyah kumaş, sarı saçları ve mavi gözleriyle güzel bir tezat teşkil ediyor, çekici bir renk ahengi yaratıyordu. Perdenin açılmasına yirmi dakika kala Operaya geldiler ve yerlerine oturdular.
Bu gece meşhur “Carmen” oynanacaktı. Bütün Sofya sosyetesi ve yabancı devlet temsilcileri yerlerini alıyorlardı. Nihayet ağır atlas perde yavaş yavaş açıldı, müzik başladı ve artistler sahneyi doldurdular.
Baş kadın rolünde Porfola vardı. Bu aktris, yalnız Bulgaristan dahilinde değil, hariçte de o günlerin en tanınmış primadonnalarından biriydi. Baş erkek rolünü ise Makedonski oynuyordu. Makedonski de devrinin en iyi baritonlarından biriydi.

İlk perde başarı ile oynandı. Alkışlar kesilip on beş dakikalık ara verildiği zaman, Kral locasından gelen bir yaver, Türk Sefiri Ali Fethi Bey ile Türk Ataşesi’nin Kral tarafından davet edildiğini bildirdi. Gittiler. Kral Ferdinand uzun boyu, artık hafifçe kırlaşmaya başlamış sakalı ve yumuşak bakışları ile locayı adeta tek başına dolduruyordu. Sağındaki koltukta Kraliçe zarif ve açık bir tuvalet giymiş olarak oturuyordu.
Kral, her ikisine de iltifat ettikten sonra sordu:
-Artistleri nasıl buldunuz?
Mustafa Kemal’in daha önce öyle pek operaya ayıracak kadar zamanı olmamıştı. Selânik, Manastır, Dersaadet… Sonra Şam dağları, Trablus çölleri, Trakya toprakları… Tatbikatlar, manevralar, savaşlar… Opera tenkidi yapabilecek müzik kültürünü nereden edinebilsin? Bütün bildiği Paris’te seyrettiği bir iki eserden ibareti. Fakat ister istemez, biraz haklı, biraz da diplomatça:
-Fevkalâde ekselans, dedi, fevkalâde.
İkinci perde başladığı zaman Mustafa Kemal neşesiz ve durgundu. Oyunu bazı anlar boş gözlerle seyrettiği oluyordu. Belliydi ki kafasında başka meşguliyetler vardır.
Opera bittiği, perde defalarca açılıp kapandığı, sahneye buketler ve çelenkler taşındığı, artistler seyircilerin coşkun alkışlarına belki yirminci defa reveransla mukabele ettiği dakikalarda da Mustafa Kemal’de aynı durgunluk devam ediyordu.
Zümrezade Şakir Bey, davet sahibi olmak sıfatıyla, Bulgaria Oteli’nde bir “supe” hazırlatmıştı.
Operadan çıkınca oraya gittiler. Yanlarında General Kovaçef, General Fiçef ve mebuslardan Makro Totef de vardı. Türk mebusları bu adama “Markopaşa” diye takılıyorlardı. Mustafa Kemal ”supe” esnasında gittikçe neşelenmeye ve açılmaya başladı. Bu, belki de Kovaçef’in güzel kızı Mara’yı ilk görüşü idi.
Splendide Palas’a döndükleri zaman saat gecenin ikisine yaklaşıyordu. İyi geceler dileyerek ayrıldılar. Mustafa Kemal odasına, Şakir Bey de aynı kattaki odasına çekildi. Aradan birkaç dakika geçmişti ki, Şakir Bey bir gürültü duyarak irkildi. Kapısı çalınıyordu. Gecenin bu saatinde?
Şakir Bey kapıyı açmadan sordu:
-Kim o?
-Benim Şakir uyudun mu?
Mustafa Kemal’in sesi cevap verince Şakir Bey hemen kapıyı açtı. Mustafa Kemal gece kıyafetini giymişti.
-Uyku tutmadı, biraz konuşalım diyerek geldim, dedi, içeri girdi.
Karşılıklı oturdular. Mustafa Kemal düşünceliydi. Sonra birdenbire Şakir Bey’in yüzüne dikkatli dikkatli bakarak söze başladı:
-Şakir, kim ne derse desin, şimdi Balkan Savaşı’nda mağlup olmamızın sebebini daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Halbuki, baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatkârları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş. Opera binası dahi yapmışlar.
O kadar müteessir olmuştu ki, Şakir Bey bu konuda bir şey söylese hemen ağlayacak gibi duruyordu. Gözleri buğulanmıştı. O anda ”muazzam ve muhteşem” Osmanlı İmparatorluğu’nu düşündüğü, bu imparatorluğun Payitahtı İstanbul’u, İstanbul’un dar sokaklarını, köhne evlerini hatırından geçirdiği belliydi. Sonra başını salladı:
-Ah, dedi, bizim memleketimiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? O seviyeye bir gün çıkabilecek miyiz?
Bulgarların Avrupa medeniyeti yolunda yaptıkları hamleleri, başardıkları ve başaramadıkları işleri bir müddet daha konuştular. Mustafa Kemal, yatmak üzere kendi odasına dönerken gözlerinde umut dolu bir ışıltı yansıyordu. Söylerler ki, bir inkılaba karar verdiği ve tatbikatına geçtiği zamanlarda da Gazi Mustafa Kemal’in gözlerinde hep aynı ışıltının yanıp söndüğü görülürmüş.
Kaynak: Altan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1959 s. 9-12
Atilla Oral, Şakir Zümre, Demkar Yayınevi, s. 5-8