Bizans Papazlarının ve Yahudi Hahamlarının Kisvesi Olan Cübbeyi Ne Zaman Ve Niçin Ve Nasıl Giydiler?
Mustafa Selim İmece Atatürk’ün İnebolu Türk Ocağı’na davetini ve orada irticalen yaptığı nutku şöyle anlatıyor:
26 Ağustos 1925 günü Atatürk, maiyetlerindeki zevat ile İnebolu’yu şereflendirmişler, çok hararetli ve içten gelen saygı ve sevinçle karşılanmışlar ve Belediye Resi’nin evinde misafir edilmişlerdi.
28 Ağustos Cuma günü şanlı kurtarıcımızı Türk Ocağı’na davet etmiştik.
Atamız; nutkunu irticalen söyleyecekti, bunu evvelden anladığım için arkadaşlarla tertibat aldık, söylenen nutku aynen zaptettik; bu çok önemli ve tarihi nutuktan en müh,m parçalarını arz ediyorum:
“- Hanım ve Bey arkadaşlarım; bana huzur ve nezihanenizde söz söylemek fırsatını bahşettiniz diye çok bahtiyarım; bunun için size sureti mahsusada teşekkür ederim. Hemen ilave etmeliyim ki İnebolu’nun muhterem halkı beni çok samimi kabul etti, hakkımda kalbi tezahüratta bulundu.
Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan İnebolu’ya kadar bu üç yüz elli kilometrelik güzergâhta, bugün burada muhterem İnebolulularda gördüğüm aydınlanma, yüksek zihniyet ve inkişaf derecesi cidden iftihara şayestedir. Bu bariz hakikatin aksini iddia edenlerin mevcudiyetini düşündükçe üzülüyorum. Bu gibiler millete, milletin istidadına, yüksek amaline ne kadar biganedirler, bu gibiler kendi gafletlerini umumi zannetmek gafleti amikasındadırlar.
Ey memleketi seven, memleketi için hayatını tehlikeye koymaktan çekinmemiş bulunan kıymetli vatandaşlar; hep beraber bütün cihana sarih ifade edelim ki, bunca inkılâbın şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hararetini almıştır. Şüphe etmeye mahal var mıdır ki, bu hareketin bereketi bir emrivaki halinde fışkırmasın!
Bu son sözlerimi vazıh olarak ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istediğimi suhuletle anlasın, bu izahatımı heyeti aliyenize bir sualle tevcih etmek isterim, soruyorum:
– Bizim kıyafetimiz milli midir?
(Hayır sedaları)
Bizim kıyafetimiz medeni ve beynelmilel midir? (Hayır, hayır sedaları) Size iştirak ediyorum; tabirimi mazur görünüz, altı kaval, üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu? Arkadaşlar! Böyle tavsif olmaya razı mısınız arkadaşlar? (Hayır, kat’iyen sesleri)
Arkadaşlar; Turan kıyafetini araştırıp ihya etmeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iksa edeceğiz, ayakta iskarpin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve bittabi bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperi şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim bu serpuşun ismine “ŞAPKA” denir, redingot gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız diyenler vardır. Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim; Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve gene onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki;
“Bizans Papazlarının ve Yahudi Hahamlarının kisvesi olan cübbeyi ne zaman ve niçin ve nasıl giydiler?.”
Dedikten sonra nutuklarını şu cümlelerle bitirdiler:
– Medeniyetin muvacehei kudret ve ulviyetinde Ortaçağ zihniyetlerle, iptidai hurafelerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya ve hiç olmazsa esir ve zelii olmaya mahkumdurlar. Halbuki müteceddid ve mütekâmil bir kütle olarak ilelebet yaşamaya karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıkla parça parça etmiştir.”
Mustafa Selim İmece,
Üsküdar – Doğancılar.
Kaynak: Cumhuriyet gazetesi, 29 Ocak 1949, Sayfa: 4.