Bir Fotoğrafın Öyküsü

3 Kasım 1973, Cumhuriyet Gazetesi’nden Fikret Otyam’ın haberi:

“İnebolu’dan ayrılıyorduk. Bir kız talebe Paşa’dan istirhamda bulundu, ‘Paşam’ dedi, ‘benim bir istirhamım var.’

‘Nedir?’ diye sordu Mustafa Kemal.. 

‘Dayım bir kabahat işledi, bunun affını rica ediyorum.’

Mustafa Kemal Paşa şöyle bir baktı. ‘Benim bu işe gücüm yetmez, bu işi ancak Büyük Millet Meclisi yapar’ dedi. Ertesi günü Kastamonu’ya hareket ettik.”

Bunları anlatan, Atatürk’ün emrinde şifre memuru olarak çalışan Lütfi Bey’di, şimdi Lütfi Altınok. Bir fotoğraf uzattı. Atatürk’ün şapka devrimi için Kastamonu ve yöresi gezisinden dönüşte, Ankara’nın şimdiki Çubuk Barajı’nın olduğu yerde çekilmiş bir fotoğraftı bu. Fuat Bulca’lar, Dr. Reşit Galip’ler, Nuri Conker’ler, Ata’nın yakınları, sağ köşede bağdaş kurmuş Yunus Nadi bey…

Altınok, aklaşmış saçları, o günlerin taze anılarıyla idi.

“1 Temmuz 1920’de TBMM ve İcra Vekilleri Heyeti Kalem Mahsus Memurluğu’na girdim. Fevzi Paşa İcra Vekilleri Heyeti Reisi olunca, Mustafa Kemal Meclis Reisliğinde kaldı. Kalem Mahsus da, Meclis Riyasetinde kaldı, Cumhuriyet ilan edilince de Riyaseti Cumhur Kalem Mahsusluğu’na geçtim.

Sakarya Harbi sıralarında Mustafa Kemal, Alagöz’deki karargahında Hususi Kalem Müdürü Hayati Bey’e bir emir verdi. ‘Zati eşyalarımla her iki Kalem Mahsustaki resmi evrakı Yahşihan’a götürün’ dedi. Bu nakilde ekip şefi olarak beni tayin etti. İcra Vekillerinden de bir memur ve dört odacı vazifelendirildi. Bazı ailelerle birlikte gittik Yahşihan’a…Bu nakil esnasında bana silah taşıma izni bizzat verdi…”

Bakıyorum Mustafa Kemal’in imzasına…Eski yazısı bile sevimli…

<<TBMM Riyaseti

Kalemi Mahsus Müdüriyeti

Adet

Ankara 9.8.337/1921

Kalemi Mahsus Mukayyidi İhtiyat Zabitanından Lütfi Bey Mumaileyh nezdinde bulunan zati İngiliz tüfengini ve bir Brovnik tabancasını muhafazaya mezundur.

TBMM Reisi

Baş Kumandan 

M. Kemal>>

“…Yahşihan’da yirmi gün kaldık çadırlarda, sonra düşman Sakarya’dan çekilince dönmemize izin verdiler ve yine Kalem Mahsus’a geldik.

Kastamonu Yollarında

1925 yılının ağustos ayının sonlarına doğru, köşkten Atatürk, Nuri Conker, Fuat Bulca, Katibi Umumi Tevfik Bey, Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, Başyaver Rusuhi ve şifre memuru olarak da ben arabalarla ayrıldık…İlk molayı Kalecik’te verdik, Paşa bir kahve içti. Çandır Nahiyesinde Çankırı heyeti karşıladı. Orada Parti Reisi olarak Müftüyü takdim ettiler…’Hocadan parti reisi mi olur’ dedi. ‘Paşam, açık fikirlidir, iyi bir zattır’ dediler, ses çıkarmadı. Öğle yemeğini Çankırı’da yedikten sonra on altı sularında Kastamonu’ya vardık. Olukbaşı’nda büyük bir törenle karşılandık. O gece bütün Kastamonulular Sepetçioğlu oyununu coşkunca oynuyor, etrafı da coşturuyorlardı. Mustafa Kemal çok duygulandı, çok hoşlandı…

Ertesi gün İnebolu’ya gittik. Türk Ocağı’nda Şapka devrimiyle ilgili konuşmasını yaptı. Bizler eski harflerle not alıyorduk. Abana Nahiye Müdürü imiş, Namık Bey, cevabi bir konuşma yaptı, Atatürk son derece hoşlandı bu konuşmadan, Ankara’ya döner dönmez bu zatı Hukuk Mektebi’ne kaydettirdi, sonra Namık Bey kaymakam oldu…

İnebolu’dan ayrılırken bir kız talebe yaklaştı Paşa’ya, ‘Paşam benim bir istirhamım var’ dedi… 

‘Nedir?’ dedi Atatürk..

‘Dayım bir kabahat işledi, bunun affını rica ediyorum…’

Sordu Atatürk yine, ‘kabahati nedir?’

‘Bir adam öldürdü, hapiste…’

Mustafa Kemal şöyle bir baktı, ‘Benim bu işe gücüm yetmez, bu işi ancak Büyük Millet Meclisi yapar’ dedi.

Ertesi günü Kastamonu’ya döndük. Türk Ocağı’nda mâlum nutkunu söylüyordu…”

Nasıl zaptedildi bu konuşma, siz orada olduğunuza göre, bir de siz açıklar mısınız?

“Açıkgöz Gazetesi sahibi Hüsnü bey ve Adil bey isminde bir lise talebesi ve bendeniz eski yazıyla tabii, alıyorduk. Toparlayıp Katibi Umumi Tevfik Bey’e verdik, o da Atatürk’e arzetmişti.”

Aynen mi vermişti bu konuşma, yoksa değiştirmeler oldu mu?

“Evet, bazı yerleri düzeltip öyle vermişti ajansa. Dönüşte Çankırı’da bir gece kalındı, ertesi günü saat on altıya doğru Ankara’ya gelindi. Şimdiki Çubuk Barajı’nın bulunduğu yerde de bir mola verildi. Ankara’dan karşılayıcılar gelmişti, merhum Yunus Nadi Bey de vardı, bir hatıra fotoğrafı çektirildi. İşte bu fotoğrafın hikayesi.”