“Batıcılık Atatürkçülüktür” Diyorlar…
“BATICILIK ATATÜRKÇÜLÜKTÜR” DİYORLAR. KİM BU BATICILAR DİYE BAKTIĞINIZDA KARŞINIZA BAZI BÜYÜK SERMAYE ÇEVRELERİ, BÖLÜCÜLER, DİN TACİRLERİ ÇIKIYOR..
HALBUKİ ATATÜRK DİN BEZİRGANLARINA DA, BÖLÜCÜLERE DE, TÜRKİYE’Yİ SÖMÜRGELEŞTİRMEK İSTEYEN ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERE VE UZANTILARINA DA KARŞI SAVAŞMIŞTI.
Sevgili okurlar,
Bu gün din ve etnik maske takan emperyalizm geçen 79 yıl içerisinde zamana ve siyasi dönemlere göre çeşitli maskeler takarak bu gün vahim ortamın oluşmasını sağlamıştır.
Bu gün vatansever kesimde fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Bunun sebeplerinden birisi emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin maskeli icraatlarıdır.
Atatürk’ten bahsedilirken “Atatürk Batıcıydı” deniliyor. Bu tamamıyla yanlış bir değerlendirmedir.
Doğrudur 90’lı yıllara kadar dünün dev medya kuruluşları başta tüm siyasi parti liderleri emperyalizmin kölesi olmaya “Batıcılık” dediler. Bununla kalmadılar “Batıcılık Atatürkçülüktür, biz Atatürk’ün hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyoruz” diye yutturdular.
Türkiye’yi Batı’nın kontrolüne sokan satılmışlar “Atatürk Batıcıydı biz Atatürk’ün ilke ve hedeflerini gerçekleştirdik” dediler.
Halkın kafasını karıştırarak, Türkiye’yi tek yanlı olarak Batıya bağlarken, Atatürk sanki Türkiye’nin sömürgeleşmesine karşı savaşmamış da Türkiye’nin sömürgeleşmesi için savaşmış gibi yansıtmaya çalıştılar. “Atatürk böyle istedi” diyerek Batının sömürgeci anlayışını Türk milletine pazarladılar.
Bu şarlatanlar “Batıcılık Atatürkçülüktür” diyorlar. Kim bu Batıcılar diye baktığınızda karşınıza Bazı büyük sermaye çevreleri, bölücüler, din tacirleri çıkıyor..
Halbuki Atatürk din bezirganlarına da, bölücülere de, Türkiye’yi sömürgeleştirmek isteyen çok uluslu şirketlere ve uzantılarına da karşı savaşmıştı. Atatürk’ün yaptığı savaş emperyalizme karşı şerefli bir direnişti. Meclisteki konuşmaları, döneme damgasını vuran yayınları incelediğinizde yapılan mücadelenin uluslar arası emperyalizme karşı yapılmış bir mücadele olduğunu görürsünüz.
Sevgili Okurlar,
Kapitülasyonları yırtıp atan Lozan Antlaşması, Türkiye’yi Sevr’den bağımsızlığa taşıyan bir belgeydi. Şimdi Atatürk’ün kurduğu bağımsız Türkiye tekrar Lozan’dan Sevr’e yeni kapitülasyon anlaşmalarıyla taşınmaktadır. Dolayısıyla bugün bir Atatürkçülük kandırmacası vardır.
Atatürkçülük adı altında Türkiye’yi tek taraflı bağlayan antlaşmalar halkı kandırarak gerçekleştirilmektedir. Büyük sermaye, bölücüler ve tarikatlar ortaklık halinde bu oyunu yürütmektedirler.
Atatürk, “batılılaşma”, ”Batı’yla bütünleşme” ,“batılı gibi olmak” gibi sözcüklerle ileri sürülen düşüncelere en ufak bir yakınlık duymadığı gibi, bu tür anlayışlarla yaşamı boyunca mücadele etmiştir. Temel olarak; Türk kimliğini ve toplumsal özelliklerini koruyan, kendi gücüne ve kendi değerlerine dayanan ve tam bağımsızlığı ilke edinen; kapsamlı ve kişilikli ulusal bir program oluşturmuş ve ödünsüz bir biçimde uygulanan bu programı geçerli devlet politikası haline getirilmiştir.
Sevgili Okurlar,
Atatürk, öz değerlerden ödün vermeden kalkınıp güçlenmek ve ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmak ile “Avrupa’yı taklit etmek”, Avrupalılaşmak” yada “Avrupalı olmak” gibi teslimiyetçi davranışlar arasına, net ve ayırıcı bir çizgi çizmiştir:
“Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.”
Atatürk’ ün şu sözleri Emperyalist Batı’ya bakış açısının en güzel örneklerinden birisidir:
“Avrupa ile Türkiye birbirine karşı durumdadır. Bizi aşağı olmaya mahkum bir halk olarak tanımakla yetinmemiş olan Batı, yıkılmamızı çabuklaştırmak için, ne yapmak lazımsa yapmıştır. Batı ve Doğu zihinlerinde, birbirine karşıt iki ülke söz konusu ise, bunun en önemli kaynağını bulabilmek için, Avrupa’ya bakmalı!”
Tanzimat Fermanı’nın açıklanmasından bugüne dek geçen 170 yıl içinde, iktidar gücünü Milli Egemenlikten alındığı ve yönetim yetkisinin hiçbir dış etkiye bağlı kalmaksızın özgürce kullanıldığı tek dönem 1919-1938 arasıdır. Bu dönemde egemen kılınan ve Milli bağımsızlığı hedefleyen politik tavır, Batı’ya karşı girişilen ve başarıya ulaştırılan, Milli kalkınma mücadelesi içinde oluşturulmuştur. 1919’da dile getirilen, “Milleti milletin kendi azim ve kararlılığı kurtaracaktır” anlayışı; ülkenin askeri işgalden kurtarılmasıyla sınırlı olmayan geniş kapsamlı Milliyetçi bir dünya görüşüdür.
Sevgili Okurlar,
Kendine ve halkına güveni esas alan, her türlü dış etkiye karşı koyan ve hiçbir koşulda tam bağımsızlıktan ödün vermeyen bu görüş Atatürkçü bakış açısının özüdür.
Atatürk Batı’yla kurulan ilişkilerde hep ölçülü davranmış ve onunla bağımlılık doğuracak hiç bir ilişkiye girmemiştir. 1919 yılında Batı’nın manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için; “Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar” diyerek manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.
Tam bağımsızlık kavramı, milli varlığı oluşturan tüm alanları kapsar ve politikada, ekonomide, kültürde, maliyede, dilde, dinde, sanayi ve ticarette tam bağımsızlığı gerekli görür; bu alanlardaki bağımsızlığın sakatlanmasına asla izin vermez. Buna o denli önem verir ki, bağımsızlığın sakatlanmasını önlemeyi, uğrunda can verilmesi gereken Milli bir görev olarak görür.
Atatürk 20 Mayıs 1928’de şunları söyler:
“Bağımsızlık ve Hürriyetimizi her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun sakatlandırmaya asla hoşgörü göstermemeliyiz. Bunun için gerekirse, son ferdimizin son damla kanını akıtmaktan çekinmemeliyiz.”
Atatürk Milli Devlet kurmuştur. Bakınız Atatürk Tam bağımsızlığı yani istiklali nasıl anlatıyor:
”İstiklali tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, harsi (kültürel) ve ilah (diğer), her hususta istiklali tam ve serbest-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin manayı hakikisiyle bütün istiklalin mahrumiyeti demektir.”
Bir diğer konuşmasında ise: “Filhakika bir devlet ki, kendi tebaasına vazettiği vergiyi ecnebilere vazedemez gümrük muamelatını,rüsumunu memleketin ve milletin ihtiyacına göre tanzim etmekten mahrumdur. Ve bir devlet ki, ecnebiler üzerinde hakkı kazasını tatbikten mahrumdur. Böyle bir devlete bittabi müstakil denilemez.” Diyordu.
Atatürk’ün şu sözlerinin ne anlama geldiğini en azından kendileri için yanıtlamalıdır:
“Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun bireyi olmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur. Ulus ve ülkenin yararları gerektiğinde tüm insanlığı oluşturan uluslardan her biriyle uygarlık gereği olan dostluğa dayalı ilişkilere büyük bir duyarlılıkla değer veririm. Ancak, benim ulusumu tutsak etmek isteyen herhangi bir ulusun, bu isteğinden vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.”
Atatürk Türk milletinin, Yüksek Kültür ve Medeniyete sahip olmasını muasır medeniyetin üstüne çıkartılmasına istemiştir. Bazı sahte Atatürkçülerinin iddia ettikleri gibi “Egemenliğinizi emperyalist Avrupa’ya devredin Avrupa medeniyetine dahil olun” demedi.
Bakınız Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 6 Mart 1922’de yaptığı konuşmada ne diyor:
“… Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zararıyla, Türkiye’nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye’nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere’nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana’dan sonra Peşte ve Belgrat’ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir.”
“Efendiler! Bir şeyin zararıyla, bir şeyin imhasıyla yükselen şeyler, bittabi, o şeylerden zarara uğrayanı alçaltır. Ve filhakika Avrupa’nın ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına mukabil, Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisinde yuvarlana durmuştur. Artık durumu iyileştirmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın çıkarlarına göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin öğütleriyle ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadise kaydetmemiştir.”
“… Bu düşüş, bu alçalış yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiç bir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu maneviyatıyla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu’yla Batı’nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı’ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez.”
“… Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye’nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkummuş gibi, Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hareket ediyorlardı. Diyorlardı ki: Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğunda, hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar bizi idare etsin’ diyorlardı.”
Atatürk’ün Batıya Bakış açısı işte bu.
Atatürk’ün Osmanlı’nın nasıl batırıldığını anlatan sözleri sanki bu gün karşı karşıya kaldığımız durumu anlatıyor. Tablo yine yanı tablo. 150 sene geriye gidiyoruz ve Batı güdümlü medya kuruluşları ile onların Karen Fog’dan veya dernek vakıf adı altında Uluslararası şirketler ve onun kolları vakıflardan para alan yazarlarının bize dayattığı tablonun aynısı!!!
Atatürk yaşadığı tecrübeler ve tarih bilgisinin ışığında bu günün sanki bir fotoğrafını çekiyor ve içimizdeki vatan hainlerinin neler yapacaklarını daha o günlerde görerek gerekli ikazı yapıyor ve şunları söylüyor:
“Paramızı, hayatımızı harici düşmanların tasallutundan (etki ve saldırısından) kurtarmak, bu memleketin harici düşmanlara esir olmasına müsaade etmemek ne kadar lazımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir teyakkuzla (Uyanıklılıkla) dahili düşmanlara, dahildeki muzir (zararlı) adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak mecburiyetindeyiz. Biz ancak bu gayretle, bu intibahla çalışarak muvaffak olacağız. Bütün dünya Türkiye’nin mevcudiyeti muhteremesine gıpta edecek (Saygın varlığına özenecek) ve milletimize layık ve müstahak olduğu yüksek mevkii ayıracaktır.”
Sevgili Okurlar,
Türkiye, bu gün mali istiklalini kaybetmiş, bir durumdadır. Türkiye ecnebiler yani yabancılar üzerinde hakkı kazısını tatbik edecek hiç bir gücü yoktur. Türkiye Siyasi ve iktisadi tüm yönleriyle Batı’nın istediği bütün şartları yerine getirmek için bekler hale getirilmiştir. Bunda 79 yıldır ülkeyi yöneten tüm siyasilerin günahı bulunmaktadır.
Atatürk Balkan felaketinin yaşandığı bir yörede doğmuş, Emperyalizmin gerçek yüzünü tüm yönleriyle yaşamış tüm hayatını Tam Bağımsız Ulus devletimizin kurulması için geçirirken ileride yaşanabilecek felaketleri tahmin edebildiği için hepimize rehber olacak deyişlerde bulunmuştur.
Zor günlerden geçiyoruz. Kurtuluşumuz yine emperyalizmin kolunun bacağının kırılması işbirlikçilerin tasfiyesi ve Tam Bağımsız Ulus Devletimizin kurulmasıdır. Tüm bunları başarmış emperyalizmi dize getirmiş Tam Bağımsız Ulus Devletimizi kurmuş Büyük Önder Atatürk’ün yazdığı her cümle hepimiz için rehber olmalıdır…
TANER ÜNAL