Atatürk'ün Suriye Cephesi günlerinden bir hatıra. Şükrü Tezer, Paşa'nın arkalarında açık üniformasıyla

Atatürk’ün Yaveri Şükrü Tezer

ŞÜKRÜ BEY’İN BİYOGRAFİSİ

Şükrü Bey, 1893 yılında Larissa – Yunanistan’da doğmuştur. Babası, Larissa (Yenişehir)’lı Nuri Bey’dir. 1877-1878 Osmanlı -Rus Savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşması gereğince Teselya’nın Yunanistan’a bırakılması üzerine akrabalarından bir kısmı Selanik’e göç etmiştir.

Babasının da dâhil bulunduğu diğer bir kısmı ise, daha sonra Selanik’in düşmesi halinde ikinci bir göç olayı yaşanmaması için Anavatan’a geçmeyi tercih etmiş ve Manisa’ya yerleşmişlerdir.

İlk ve orta öğretimini Manisa’da yaptıktan sonra İstanbul-Beylerbeyi İhtiyat Zabit Mektebine (Yedek Subay Okulu) girerek bu okulun ikinci dönemini 28 Temmuz 1912’de bitirmiş ve yedek asteğmen olmuştur. Bu okul Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nazırlığı sırasında ordunun subay kadrosu ihtiyacının kısa sürede karşılanması maksadıyla 1910’da kurulmuştu(1).

Mustafa Kemal Paşa yaverleri ile birlikte, sağından itibaren Salih, Şükrü ve Cevat Abbas beyler.

Şükrü Bey, okulu bitirdikten sonra zabit vekili (Asteğmen) rütbesiyle Serez Redif Tümeninin Merkez Alayının Negrita (Hücum) Taburuna atanmıştır. Birliğine katılmak üzere diğer birliklere tayin edilen subaylarla beraber 23 Eylül 1912’de Sirkeci’den özel trenle hareket etmiştir. Kıta’sına katıldıktan sonra tabur yaveri olarak görevlendirilmiştir. Bu sırada Serez Tümeni, Balkan Savaşı cephesinde bulunuyordu. Bu cephenin düşmesi ve Selanik’in Yunanlılar tarafından işgale uğramasından sonra üç arkadaşı ile 17 Kasım 1912’de bir yabancı ülke vapuruna binerek Selanik’ten ayrılmış, Çanakkale’ye geçmiş, oradan İzmir’e gelmiş ve bu savaş süresince de personel depo taburlarında görev almıştır(2).

“Asteğmen Şükrü Bey, I. Dünya Savaşının patlak vermesi üzerine İzmir’deki 4. Kolordu kuruluşunda bulunan 12. Tümenin 36. Piyade Alayı 3. Taburu emrine verilmiştir. Bu sırada 36. Piyade Alayı İzmir Körfezi bölgesinde kıyı savunması için Narlıdere – Abdullah Ağa Çiftliği’ne yerleşmiştir. Daha sonra, İngilizlerin Çamaltı ve Foça bölgesine bir çıkarma yapmaları ihtimaline karşı bu alay, Çiğli sırtlarına yerleştirilmiştir.

Bununla beraber 12. tümen, Çanakkale bölgesine intikal için emir almış ve orada muharebelere katılmıştır. Seddülbahir bölgesinde çok zayiat verildiğinden bu tümen, cephe gerisine alınmıştır”(3).

Şükrü Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın 1916-1918 yılları arasında Edirne’den itibaren Diyarbakır, Doğu ve Suriye cephelerinde emrinde bulunmuştur. Bu süre içinde karargâhta ve muharebe sahalarındaki gezi ve denetlemelerinde diğer yaverlerle birlikte onun yanında olmuştur.

Şükrü Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Cevat Abbas Bey’den sonra ikinci yaveri olmuş ve ilk önce onun ve daha sonra başyaverliğe atanan Salih Bey’in emrinde Mustafa Kemal Paşa’ya hizmet vermeye çalışmıştır.

Şükrü Bey, I. Dünya Savaşı sonunda imza edilen Mondros Mütarekesi sonunda uygulanan terhis işlemi üzerine Manisa’ya ailesinin yanına dönmüştür.

Şükrü Bey, İstiklal Savaşı sırasında Manisa’nın Yunanlılar tarafından işgali sonrasında birkaç defa tutuklanmış ve serbest bırakıldığında da her gün karakola gidip imza vermek zorunda kalmıştır. Çok istediği halde katılamadığı İstiklal Savaşı ve ardından Cumhuriyet döneminde devlet memuriyeti görevlerinde bulunmuştur. 1949 yılında emekli olmuştur. Evli olup on çocuk babasıdır(4).

“Şükrü Bey, ömrünün son günlerini İzmir’de çocukları arasında geçirmiş, 28 Haziran 1969 tarihinde 66 yaşında iken vefat etmiştir. Cenazesi törenle İzmir Karabağlar Paşa Köprüsü Kabristanı’na defnedilmiştir”(5).

ŞÜKRÜ BEY’İN MUSTAFA KEMAL BEY İLE İLK KARŞILAŞMASI

Şükrü Bey, Mustafa Kemal Bey ile ilk karşılaşmasını eserinde şöyle anlatmıştır:

“Edirne de bulunduğumuz müddetçe her an yeni vazife ile başka bir cepheye sevk edilmeye hazır vaziyette askerin devamlı talim ve terbiyesiyle uğraşılıyordu. Talim yerimiz her yıl âdet olunmuş olan şimdiki Kırkpınar güreşlerinin yapılmakta olduğu tarihi Saray içi mevkiiydi. Bir gün talim ve terbiyesiyle mükellef bulunduğum takım efradından bir mangaya, karşılıklı iki sehpaya gerili ve derece derece yükseltilen ip üzerinden atlamak suretiyle jimnastik hareketi yaptırmaktaydım. Tam bu sırada, taburumuz talim bölgesinde iki atlının ilerlemekte olduğunu gördüm. Biraz daha yakına gelince öndeki atlının, kolordu kumandanımız olduğunu fark etmiş ve takip ettiği hareket istikametinin bulunduğum yer olduğuna şüphe ve tereddüdüm kalmamıştı.

Atatürk ve Şükrü Tezer

Biraz sonra aramızda çok kısa bir mesafe kaldığını görünce derhal kendilerine yaklaştım. Şimdi, kahraman Mustafa Kemal Bey’le karşı karşıyaydım. Tazim resminden sonra talimatname gereğince, bağlı bulunduğum birliği ve meyanda kendimi takdim ederek günlük programa göre meşgul olduğum talim mevzuunu arz ettim. Yani kısacası tekmil haberini vermiş oldum. İlk sözleri:

-Devam ediniz!

Olmuş ve bunu takiben de:

-Sizi bu işte hakem tayin ettim. Neticede en çok başarı sağlayacak askeri bana göstereceksiniz!

Emrini vermişlerdi”(6).

“Askerlik hayatımda o güne kadar böyle yüksek bir kumandanla karşılaşmamış olduğum için birkaç dakika içinde cereyan eden bu durumun, bende husule getirdiği heyecandan kendimi nasıl toparlayabilmiş olduğuma hala hayretteyim.

Aynı zamanda, isabetsiz bir harekette bulunmak yüzünden tenkit ve muahezeye maruz kalmamak için de bütün mevcudiyetimle dikkat kesilmiştim.

İşte, bu vaziyet karşısında ve bir an içinde vuku bulan bu fevkaladeliğe mümkün mertebe mukavemete çalışarak verilen emri kemali ciddiyetle yerine getirmeye başladım. Onbaşı hariç sekiz askerden ibaret mangayı sıraya getirerek ve karşılıklı sehpalara gerili ipi de münasip yüksekliğe çıkardıktan sonra birer birer atlatmaya devam ettim. Talim hareketi bitince bütün heybetiyle at üzerinde dimdik duran kumandanla göz göze gelmiştim.

Kendilerinin, en iyi atlayan askeri çoktan görerek tespit etmiş olduklarına şüphe bulunmamakla beraber, o keskin bakışlarıyla, tevdi buyurdukları hakemlik vazifesinin sonucunu anlamak istedikleri bariz bir surette belliydi. Beden hareketi yaptırdığım sekiz askerden bir tanesi, diğerlerine nazaran gerçekten çok iyi atlamış ve bunu gözden kaçırmayarak mimlemiştim. Binaenaleyh, kumandanla göz göze gelince, en iyi atlayan askeri manga sırasından iki üç adım ileriye çıkararak:

-Kumandanım, en iyi atlayan bu askerdir! Demem üzerine:

– Evet, en iyi o atlamıştır!

Sözüyle birlikte askerin kendilerine yaklaşmasını emir buyurmuşlardı.

– Acaba, ne olacak? Diye telaş içinde neticeyi bekliyorduk. Asker sert adımlarla yaklaşarak:

Emrediniz Kumandanım!

Demesi üzerine; o, hayret verici olduğu kadar meraklı ve heyecanlı manzara bugünkü gibi hala gözlerimin önündedir ve hiç unutamam kumandan eliyle pantolonun sağ cebinden çıkardığı bir altın lirayı askere uzatarak:

-Al arkadaş bu vazifeni iyi yapmanın mükâfatıdır!

Dedikten sonra manganın diğer efradına karşı:

-Tekrar gelip, ayrıca sizi de taltif edeceğim.!

Vaadinde bulunmak suretiyle gönüllerini almak büyüklüğünü göstermiş ve müteakiben bana da, teşekkürle çok kıymetli iltifat ve teveccühlerini esirgemeyerek ayrılmışlardı”(7).

“Aynı zamanda sadece, kumanda eğitim birliğinin teftişini yaparak sahadan ayrılmış olmaları benim için ölçüsüz ve o nispette unutulmaz bir şeref vesilesi olmuştu.(8)

Yalnız, günlerce devam eden bu zevk ve neşenin, bana adeta yepyeni bir hayata kavuşmak müjdesini verdiğini, ancak, çok kısa bir müddet sonra bu bahtiyarlığa nail olduğum zaman anlayarak takdir edebiliştim. Şöyle ki:

Kıta teftişi tarihinden yirmi, yirmi beş gün kadar sonra alay kumandanlığından gelen bir emirde, bütün zabitanın, ertesi gün sabahleyin fırka karargâhında toplanması bildiriliyordu. Bu emir gereğince, evvela tümen merkezine ve oradan da topluca kolorduya gidilmiş ve mensup bulunduğum 12. fırka ile birlikte kolordu emrinde bulunan diğer fırka zabitanı da karargâh binası önündeki geniş avluda toplanarak kumandanın gelmesine intizar olunmuştu.

Şükrü Tezer

Bu arada, kolordu karargâhının, emrindeki kıt’aatla birlikte Şark Cephesi’ne hareket emri aldığı keyfiyeti zabitana duyurmak maksadıyla tertip edilmişti. Biraz sonra karargâh binasından çıkarak merdiven sahanlığında mevki alan Kumandan Mustafa Kemal Bey, bütün zabitanın selam resmine mukabelede bulunduktan ve etrafa kısaca göz gezdirdikten sonra konuşmalarına başlamışlardı”(9)

“Büyük küçük her rütbede mevcut zabitanla birlikte azami dikkat ve sükûnet içinde sözlerini dinlediğim kumandanın yanı başında bulunanlar arasında yakını olduğum bir zatla karşılaşmak fırsatını bulmuş ve kumandanın nutkunu bitirerek karargâh binasına çekildikten sonra zatın yanına gittiğimde:

-Şükrü, buralarda mısın? Demesine karşı, önce elini öptüm ve daha sonra da 12. fırka emrinde bulunduğumu bildirmiştim. Bu zat, beni beraberine alıp karargâh binasının üst katındaki kumandanlık dairesine çıkardığı zaman, artan heyecanımı güç zapt edebilmiş ve kumandana:

-Yeğenim Şükrü! Diye takdim olunmam üzerine hürmet ve tazimle elini öptüğüm kumandan:

-Nasılsınız? İltifatında bulunurlarken, bir taraftan da dikkatle bakarak:

Sizi tanıyacağım ve tanıyorum!

Buyurmuşlardı.

Evet, o keskin bakışlar ve emsalsiz zekâ, bu tahmininde yanılmamıştı. Kumandana; yirmi gün kadar önce Saray içi talim meydanındaki teftişlerinde, beden hareketi yaptırdığım takım efradından başarı gösteren bir askeri nakdi mükâfatla taltif buyurmuş olduklarını kısaca arz etmem üzerine:

-Evet, hatırladım!

Demek suretiyle geçen bu konuşmadan sonra huzurundan ayrılmıştım.O zaman emrindeki birliğin Kırklareli’nde bulunduğunu ve özel olarak, kumandanı ziyaret maksadıyla bir gün evvel Edirne’ye gelmiş olduğunu anlatan sayın amcamla büyük bir talih ve hüsnü tesadüf eseri olarak kolordu karargâhındaki toplantı sırasında karşılaşmak fırsat ve imkânı hâsıl olmuş ve buluşma vesilesiyle yapılan takdim sırasında, kumandan nezdinde vaki teşebbüsü neticesinde verilen bir emirle aynı gün kıtamla ilişiğim kesilerek kolordu karargâhında naklim icra edilmişti”(9).

Şükrü Bey, amcası olan Kurmay Binbaşı Fuat Bey’in tavsiyesi üzerine Edirne’de 28 Şubat 1916 tarihinde Mustafa Kemal Bey’in yaverliğine atanmıştır. Şükrü Bey, Albay Mustafa Kemal Bey’in yaverliğine atanmasına rağmen Kolordu’nun Doğu Cephesi’ne intikale başlamasından dolayı, ancak Diyarbakır’a ulaşıldıktan sonra fiilen yaverlik görevine başlayabilmiştir.

ŞÜKRÜ BEY’İN RÜTBE YÜKSELME TARİHLERİ VE YAVERLİK YAPTIĞI SÜRE

Şükrü Bey, 15 Eylül 1912’de asteğmen, 15 Mart 1913’te de teğmen rütbesi almıştır. 28 Şubat 1916 – 13 Ekim 1918 tarihleri arasında 2 yıl 7 ay 15 gün yaverlik yapmış, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, terhisinin ardından yaverlik görevinden de ayrılmıştır(10).

I. DÜNYA SAVAŞI’NDA, DOĞU VE GÜNEY CEPHELERİ’NDE ŞÜKRÜ BEY

Mustafa Kemal Paşa Diyarbakır’a ulaştığında 16. Kolordu Bölgesi’nde bilhassa Bitlis ve Muş cephelerine hassasiyet göstermiş, bu sebeple de bu iki cephedeki kuvvetlerle bunların karşısındaki düşmanın durumu hakkında gerekli incelemeleri yapmıştır. Bu inceleme sonunda bu iki cephe hattının da düzeltilmesinin ihtiyaç olduğuna karar vermiştir. Ancak bu iş için girişilecek askeri harekâttan önce anılan cephelerdeki birliklerin teftişini ve durumlarını gözden geçirmeyi lüzumlu gördüğünden, 27 Mart 1916 günü önce Bitlis Cephesi’ne hareket etmiştir.

Bu seyahatte kendisine Yaver Üsteğmen Cevat Abbas ve İkinci Yaver Asteğmen Şükrü beyler refakat etmişlerdir(11).

“Bitlis Cephesi’ne intikal sırasında Veysel Karani Türbesi civarına varıldığında, birliklerine katılmak üzere kendi başlarına cepheye giden subayların, o civarda silahla dolaşan kişiler tarafından soyulup, zorla para ve eşyaların alındığı hususunda Komutana yapılan şikâyet üzerine Süvari Bölük Komutanı, bu işi yapanların barındıkları mevkiye gönderilmiş ve yakalanan 14 kişi Askeri Mahkemeye verilmişti. Bu eşkıyanın, cephe gerisinde işledikleri genel asayişi ihlal ve aynı zamanda vatani vazifelerini ifa için cepheye giden subayların yollarını keserek para ve eşyalarını zorla almak suretiyle yaptıkları soygunculuk fiilleri sabit görülerek idamlarına karar verilmiş ve bu karar başkomutanlığa bildirilmişti. Bu karar caydırıcı etkisini göstermiş ve cephe gerisinde hiçbir zaman buna benzer herhangi bir hal asayişi bozacak olay çıkmamıştı. Müteakiben Bitlis yolu üzerinde bulunan bir tümenin karargâhına gidilmiş, bu tümenin birinci hatta bulunan birlikleri komutan tarafından denetlenmişti. Ertesi sabah Ruslar, cephedeki birliklerimize taarruz etmiş ve bu taarruz def edilmişti.

Bilahare Siirt’e giden komutan burada iki gün kalmıştı. Muş’a gitmek üzere hareketten sonra Silvan yakınlarında bulunulduğu sırada alınan bir şifreli emirde, Keşan’da bulunan 2. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa’nın karargâh ile birlikte Diyarbakır’a hareket ettiği, Mustafa Kemal Paşa’nın Komutanı bulunduğu 16. Kolordunun da bu ordu emrine verildiği bildirilmiş ve kolordu birliklerinin genel durumu hakkında bilgi istenmişti. Bu emir Mustafa Kemal Paşa için büyük bir sürpriz olmuştu. Çünkü O Edirne’de bulunduğu sırada başkomutanlıkça İstanbul’a davet edilmiş ve ilerde Doğu Cephesi’nde bir ordu teşkilinin düşünüldüğü, bu ordunun komutanlığın kendisine verileceği vaadi ile şimdilik 16. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’a gitmesinin uygun görüldüğü kendisine bildirilmişti. Başkomutan Vekili Enver Paşa verdiği bu sözde durmayarak Ahmet İzzet Paşa’yı Diyarbakır’a gönderiyordu. Alınan bu emirden sonra tekrar Silvan’a gelen Mustafa Kemal Paşa’nın bu yeni düzenleme üzerine Diyarbakır Ordu Merkezi olacağından 16. Kolordu Karargâhı’nın Silvan’a nakli geliyordu. Karargâhını Silvan’a nakledipyerleşme işleri bittikten sonra Komutan yarım kalmış olan Muş Cephesi gezisini tamamlamak üzere bölgeye gitmişti. Bu cephede Rusların yaptığı taarruz sırasında savaş taktiği gereği birliklerimiz geri harekâta başlamışlardı. Bu harekât bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından mükemmel bir şekilde sevk ve idare edilmişti”(12).

Bu harekât sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın gösterdiği cesaret ve kahramanlıklardan birini Yaver Şükrü Bey şöyle bahsetmiştir:

“Planlı bir şekilde yapılan bu çekilme harekâtında birliklerin en geride kalan son perakende erleri de önünden geçmiş ve görünürde hiç kimse kalmamış olmasına rağmen, araziye hâkim olan bir noktada dimdik ayakta duran paşa hala yerinden ayrılmıyordu. Bu durum karşısında Yaver Cevat Abbas Bey ve ben kabımıza sığamıyor ve neredeyse düşman takip kuvvetlerine esir düşeceğimizden endişe ediyorduk. Buna rağmen ben ağzımı açamıyor, paşanın vereceği emri bekliyordum; fakat Cevat Bey’in sabrı tükenmiş olacak ki:

Atları emreder misiniz Paşam! Demesi üzerine O, sert bir ifadeyle;

-Aceleye lüzum yok. Hareket zamanını ben bilirim, ihtarında bulunmuştu.

Aradan bir süre geçtikten sonra Cevat Bey bütün cesaretini toplayarak tekrar:

-Paşam kimse kalmadı, atları emreder misiniz? Diyecek oldu. Fakat dediğine pişman da oldu Paşa, tek asker önümden geçip emniyete girmedikten sonra buradan ayrılmayı hiçbir zaman düşünmedim, demişti.

Paşanın işaret ettiği tarafa baktığımız zaman bir askerin oldukça yavaş bir yürüyüşle ilerlemekte olduğunu görmüştük. Birliğinden ayrılıp geri kalan ve bu derece mecalsiz yürüyen asker acaba yaralımıydı? Neden sonra, bulunduğumuz yerin kırk – elli adım ilerisindeki yoldan geçtiği sırada komutanın emirleri ile yanına yaklaşan askerin, hasta ve halsiz olduğunu görmüş, aynı zamanda silahı, cephanesi ve sırtındaki çantasıyla güçlükle yürüyebilmesi yüzünden geriye kaldığını anlamış ve bu durumu paşaya arz etmiştik. Derin bir sükûnet ve sessizlik içinde geçirdiğimiz o dakikalardan sonra komutan artık gerilerde kimsenin kalmadığına kanaat getirmiş olacak ki yerinden bir iki adım ayrılarak bize hitaben, mülayim; fakat kesin bir ifade tarzı ile:

-Çocuklar, şu topraklardan ayrılmaya gönlüm bir türlü razı olmuyor, saatlerce ve üzüntü ile hep bunu düşünüyorum, zihnim daima bununla meşgul. Bugün, çaresiz buradan ayrılacağım; fakat bir şartla ki, o da, çok kısa bir gelecekte ve hem de yalnız buralara kadar değil, daha ilerilere gitmek için yine geleceğim, demişti”(13).

ŞÜKRÜ BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE HİCAZ SEFERİ KOMUTANLIĞINA GİTMESİ

“2. Ordu Komutanı İzzet Paşa’nın İstanbul’a izinli olarak gitmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa bu ordunun komutanlığına kısa bir süre için vekâlet emri almıştı”(14).

İzzet Paşa dönünce bu vekâlet görevi de sona ermiş ve kendisi ordu merkezi olan Sekerat’ı terk ederek 16. Kolordu Karargâhı’nın bulunduğu Silvan’a dönmüştü. Bir müddet sonra 17 Şubat 1917’de Ordu Komutanlığı yetkisiyle, fakat 4. Ordu emrinde olarak Hicaz Seferi Kuvvetleri Komutanlığına tayini çıkan Mustafa Kemal Paşa, bu yeni görev için hazırlığa başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa yaverleri Cevat Abbas ve Şükrü beyler ve karargâhtan bazı subayların katılımı ile teşkil edilen bir heyetle Silvan-Diyarbakır-Mardin’e karayoluyla, Derebesiye’den sonra da trenle Cerablus’a vardığı sırada Yaver Şükrü Bey, öğle yemeği için Nokta Komutanına müracaatında, her türlü hazırlığın yapıldığını öğrenmişti. Yemekten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın yemek ücretlerini ödemek istemesi üzerine Nokta Komutanı heyetin, 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın özel misafiri olduğu söyleyince paşa, bu durumu hayretle karşılamış fakat pekâlâ demiştir.

Halep’e ulaşıldığında şehrin en konforlu otellerinden birinde Paşa’ya özel bir daire tahsis edildiği ve maiyetindekilere de birer oda ayrıldığı görülmüştü. Bu otelde kalındığı süre içinde otel ve yemek masraflarının da Cemal Paşa’ya ait olduğunu öğrenmişti. Cemal Paşa’nın bu ilgi ve misafirperverliğini Mustafa Kemal Paşa sadece şahsına karşı olan sevgi ve saygının bir göstergesi olarak görmüştü(15).

Şam’a varıldığında Mustafa Kemal Paşa istasyonda bando ve saygı kıtası ile yüksek rütbeli subaylar, şehrin ileri gelenleri ve halk tarafından coşkuyla karşılanmış ve valiliğe gitmişti. Mustafa Kemal Paşa, istasyonda karşılayıcılar arasında 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’yı göremeyince canı sıkılmış ve neşesi kaçmıştı. Bu yüzden vilayette çok kısa bir süre kaldıktan sonra ayrılmak istemişi. Valinin, kendileri ve heyet için meşhur Viktorya Oteli’nde gerekli hazırlığın yapıldığını ve emirlerine hazır olduğunu bildirmesi üzerine komutan, bu otel yerine başka bir otelde kalacaklarını söylemişti. Sonradan, 1908’den beri Selanik’ten arkadaşı olan Cemal Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamamak için bilhassa Beyrut’a gittiği anlaşılmıştı. Ertesi gün Cemal Paşa’nın Beyrut’tan döndüğü öğrenen Mustafa Kemal Paşa, kendisi ziyaret için randevu alınmasını yaverlerine emretmişti. Bu emir üzerine Cevat Abbas Bey, Ordu Karargâhı’ndaki ilgililerle yaptığı telefon görüşmesinde Cemal Paşa’nın istirahatta olduğunu, randevunun ne zaman alınabileceğinin bilinmediğini öğrenmişti. Bu konuşmanın aynen kendisine arz edilmesi üzerine komutan, telefondaki muhatabına hiddetle: ‘Alo ben Mustafa Kemal, Paşa hazretlerini ne zaman, hangi saatte ziyaret edebileceğimi öğrenerek bana hemen bildiriniz’ ihtarında bulunmuş ve yaverlerine; Şimdi cevap gelecek, takip ediniz, emrini vermişti.

Bu sırada Mustafa Kemal Paşa’nın hiddet ve canının sıkılmasından dolayı da burnundan kan gelmişti. Bir müddet sonra arzu edilen ziyaretin hemen yapılabileceğine dair haber alınması üzerine komutan:

‘Çocuklar, hiçbirinizin benimle birlikte gelmesine lüzum yok. Ben yalnız gideceğim. Maksadım durumu tartışmak ve gerekirse Cemal Paşa ile kavga dahi etmektir.’ diyerek otomobile binerek ordu karargâhına gitmişti. Dönüşünde, halinde daha önceki sinirlilikten eser kalmadığını gören yaverlerine: ‘Çocuklar geliniz.’ diyerek ordu karargâhında Cemal Paşa ile olan görüşmesini anlatmıştı.

Karargâha gidişinde Cemal Paşa kendisini çok samimi bir şekilde karşılamış, iyi bir kabul ve saygı göstermiş. Bu yakın ilgi onu biraz sakinleştirmişse de yine asıl maksada dokunmadan vazgeçmeyerek konuşma esnasında, bir fırsatını bulup kendisinin Şam’a gelmesi sırasında, onun Beyrut’a gitmesini pek manalı gördüğünden bahsederek, bu seyahatin aynı güne tesadüf ettirilmiş olmasının sebebini anlayamadığını kendisine söylemiş(16).

Cemal Paşa ise, meseleyi başka bir cepheden yorumlamaya çalışmış, ortada işi ciddiye alacak bir sebep bulunmadığını güler bir yüzle ifade etmiş, sonuç olarak kendisi de artık bu olay üzerinde daha fazla durmaya lüzum görmeyip konuyu değiştirmiş. Cemal Paşa sonunda sanki bilmiyormuş gibi; ‘Paşam nerede ikamet ediyorsunuz, ziyaretinizi iade edeceğim.’demiş. Paşa da: ‘Ben Damaskus Oteli’ndeyim. Refakatimde bazı arkadaşlarım da var. Bunlar arasında teğmen rütbesini taşıyanlarda mevcut. Fakat benim için hepsi aynı derecede kıymetlidir. Bu itibarla beni değil, bilhassa arkadaşlarımı da ziyarete gelmenizi isterim.’ diye cevap vermiştir. Buna karşı Cemal Paşa da: ‘Peki, arzu ettiğiniz gibi olsun.’ demiş ve sözlerine ‘Paşam Şam’da kalacağınız sürece benim özel misafirimsiniz. Yalnız öğle ve akşam yemeklerine gelişinizde, maiyetinizdeki arkadaşlardan biriyle beraber olarak teşrifinizi rica ederim.’ cümlesini ilave etmişti.

Mustafa Kemal Paşa, ziyaret iadesi için gelen Cemal Paşa’yı karşılamak üzere yaverlerine gerekli direktifi vermişti. Cemal Paşa’nın çok mükellef ve saray arabalarından farksız yarı açık bir faytonla ana caddelerden otelin bulunduğu sokağa saparak gelmekte olduğunun görülmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, Yaver Cevat Abbas Bey’e: ‘Kapıda karşılayınız.’ emrini vermişti. Ve kendisini de salonun kapısında misafirini saygı ve nezaketle karşılayarak içeriye buyur etmişti. Böylece 1908 yılında Selanik’te Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) rütbesiyle Cemal Paşa’nın kurmay başkanlığını yaparken başlayan iki komutanın arkadaşlıkları daha sonradan bozulmuş ise de otelde karşı karşıya gelmiş oldukları sırada aralarındaki sorunlar çözülmüştür.

Mustafa Kemal Paşa Şam’da kaldığı sırada davetli olduğu günlerin birinde Yaver Şükrü Bey’i de beraberinde götürmüştü. Cemal Paşa’nın ikametgâhının görkemli ve debdebeli görüntüsü karşısında Şükrü Bey bir hayli etkilendiğini belirtmiştir. (17)

ŞÜKRÜ BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE 7. ORDU KOMUTANLIĞINA ATANMASI

Şükrü Bey’e, Mustafa Kemal Paşa’nın 2. Ordu Komutanı olarak Diyarbakır’da bulunduğu sırada şerefine verilen bir özel ziyafette çekilmiş bir mesaj ulaşmıştı. Yaverlerin, özel işaretli ve şifreli telgrafları açma yetkisi olduğundan, Şükrü Bey, şifreyi çözüp komutana getirmişti.

“Enver Paşa tarafından çekilen mesajda:

‘Teşkili kararlaştırılmış olan 7. Yıldırım Ordu Komutanlığını şartsız kabul edip etmeyeceğiniz acele bildirilmesi’, ifadesi vardı. Mesajı okuyan Mustafa Kemal Paşa, ‘Çok acayip şey.’ diyerek hayretini belli etmiş ve ‘Böyle bir emre, şu yolda cevap yaraşır.’ diyerek Yaver Şükrü Bey’e ‘Teklif olunan 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığını şartsız kabul ediyorum.’ mealinde bir cevap verilmesini emretmişti. Ancak bu cevaptan sonra, bir süre atama emri gelmemiş, gecikme devam ettikçe Komutanın endişesi artmıştı. Nihayet beş gün sonra Enver Paşa imzalı şu mealde bir mesaj alındı:

‘7. Yıldırım Ordusu Komutanlığı’na atamanız yapılmıştır. Ordu karargâhınıteşkil etmek üzere ve maiyetinizde yalnız yaverleriniz olduğu halde İstanbul’a hareket ediniz.’

Mesajda yalnız yaverlerinizin kaydı bulunmasının nedeni sonradan anlaşılmıştır. Şöyle ki: Mustafa Kemal Paşa daha önce 16. Kolordu Komutanı iken Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı’na atandığı zaman karargâh mensuplarından bazı personeli de beraberinde götürmüştü. Enver Paşa, İstanbul’a gelinirken de aynı şekilde hareket edilmemesi için personel adedine tahdit koydurmuştu. Mustafa Kemal Paşa bu davranışı uygun bulmamakla beraber, verilen emre uymuş ve Yaver Şükrü Bey’e şu talimatı vermişti:

‘Şükrü! Esasen hazırız ve yola çıkacak vaziyetteyiz, onun için yarın, Başyaver Salih Bey ve sen beraber hareket edeceğiz. Ona göre bugün karargâhtaki işleri tamamlayalım.’ emrini vermiştir”(18)

ŞÜKRÜ BEY’İN 2. ORDUYA ATANMASI

“Mustafa Kemal Paşa 7. Yıldırım Ordu Komutanlığı’ndan istifa etmesi üzerine Halep’ten İstanbul’a gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa’ya Ordu Komutanlığı yetkilerinden daha üstün bir yetki verilmek istenmediğinden, paşanın İstanbul’daki ikameti uzamıştı. Halep’ten İstanbul’a geldikten sonra aradan aylar geçmesine rağmen, ilk zamanlar komutanlığı şeklen uhdesinde bulunan, ne 2. Orduya gitmiş ne de sonradan teklif edilen diğer herhangi bir vazifeyi kabul etmişti.

Şükrü Bey, iki aylık izni bittikten sonra İstanbul’a dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa, kendisine arzu ettiği bir komutanlık görevi verilmedikçe vazife kabul etmemek hususunda kararlı olduğu için, Şükrü Bey’in lüzum gördüğü kadar İstanbul’da kalmasının uygun olacağını ona bildirmişti.

Başyaver Salih ve Yaver Cevat Abbas beyler, evli ve aileleri İstanbul’da bulunduklarından bu bekleme dönemi onlar için önem taşımıyordu. Şükrü Bey, bekâr ve ailesi de Manisa’da bulunduğundan, İstanbul’da akrabalarının yanında kalıyordu. Bu durumu öğrenen Mustafa Kemal Paşa, Şükrü Bey’e:

‘Şükrü, görüyorsun ki, ben vazife alamıyorum. Kabul edebileceğim bir vazifenin bana ne zaman teklif edileceğini kestirmek mümkün değil. Bu sebeple diğer arkadaşlarına nazaran bilhassa senin çok sıkıntı çektiğinin farkındayım. Senin için şöyle bir kombinezon düşünüyorum. Eski ordumuz (2. Ordu) halen Halep’tedir. Ordu Kurmay Başkanı İzzettin Bey’e bir mektup yazarak, senin şimdilik 2. Orduda istihdamını arzu ettiğimi, 2. Ordu Komutanı Nihat Paşa’dan rica etmesini ve hususta lüzumlu işlemlerin yapılmasını bildireyim. İlerde bir vazifeye tayinim halinde, seni 2. Ordudan yanıma daha kolaylıkla alabilirim’ demişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın bu mütalaa ve emri üzerine Şükrü Bey, İstanbul’dan hareketle Halep’e gelmiş ve Komutan’ın mektubunu 2. Ordu Kurmay Başkanı Kurmay Yarbay İzzettin Bey’e vermişti. O da kendisini Nihat Paşa’ya tanıtmıştı. Ordu Komutanı, Mustafa Kemal Paşa’nın bu arzusunu memnuniyetle kabul etmiş ve bir taraftan da konuyu, Nablus’a intikal etmiş olan 7. Orduya yazdırarak, Ordu Komutanı Fevzi Paşa’nın muvafakati alınmış ve böylece Yaver Şükrü Bey, 7. Ordu kadrosundan naklen 2. Ordu kadrosuna atanmıştı”(19).

Mustafa Kemal Paşa 2 Ağustos 1918’de Karlsbad’dan İstanbul’a dönmüştü. Ancak ona yeniden bir vazife kabul ettirilmesi pek kolay bir mesele değildi. Tayin hususi olarak Enver Paşa tarafından hazırlanan tertiple sağlanmıştı.

“Paşa tayin iradesini aldıktan sonra İstanbul’dan harekâtla 26 Ağustos 1918’de Halep’e ulaşmıştı. Böylece O, Ordu Komutanlığı görevinden ayrılarak İstanbul’a gittikten ve on buçuk ay kadar görevden uzak kaldıktan sonra tekrar 7. Yıldırım Ordu Komutanlığı görevine başlamış oluyordu. Yaver Şükrü Bey, Halep Garı’nda yapılan karşılamada bulunarak, komutanının elini öpmüş; hoş geldiniz Paşam, demişti. Karargâha dönen Şükrü Bey, Paşa tarafından çağrıldığını öğrenince O’nun ikamet ettiği eve gitmiş, saygılarını sunmuştur. Mustafa Kemal Paşa, kendisiyle yaptığı görüşmede, ‘Yakın bir gelecekte kendisine vaat edilmiş olan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nın verilmediği takdirde, Ordu Komutanlığı’ndan tekrar istifa ederek ayrılmaya kararlı olduğunu ve bu itibarla Şükrü Bey’in sonucu bekleyerek bir süre daha 2. Ordu görevinde kalmasının uygun olacağını’ söylemişti”(20)

ŞÜKRÜ BEY’İN TERHİS OLMASI

“Mustafa Kemal Paşa Yıldırım Ordular Grup Komutanı olarak Adana’da bulunduğu sırada, bu Grup’un lağvı üzerine izinli olarak 10/11 Kasım 1918 gecesi İstanbul’a gitmek üzere Adana’dan trenle ayrılırken refakatinde Başyaver Salih, yaverler Cevat Abbas, Teğmen Muzaffer ve Şükrü beyler bulunuyordu. Yaver Şükrü Bey, Afyon İstasyonu’nda trenden inmişti. Manisa’ya yerleşen Şükrü Bey’in, askerlik hizmeti sırasında 28 Şubat 1916’da başlayan ve Kasım 1918’de biten yaverliği; 2 yıl 8,5 ay kadar devam etmiştir.

Şükrü Bey, askerlik hizmetini yaptığı sırada aldığı müspet siciller dolayısıyla teğmen rütbesine yükselmişti ve terhis olduğu sırada bu rütbeyi taşıyordu”(21).

ŞÜKRÜ BEY’İN SİVİL HAYATI

Şükrü Bey, Manisa’da tekrar sivil hayata dönmüş, birkaç ay sonra Düyun-u Umumiye İdaresinde görev almıştı. Mondros Mütarekesi gereğince Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’i ardından 29 Mayıs 1918’de Manisa’yı işgal etmişlerdir. Yerli Rumların ihbarıyla kendisinin Mustafa Kemal Paşa’nın yaverliğini yaptığının, işgal kuvvetleri komutanlığınca öğrenilmesi üzerine Yunan Jandarması onu birkaç defa görevi başından alarak karakola götürmüştür. Görev yaptığı dairenin müdahaleleri üzerine, her seferinde serbest bırakılan Şükrü Bey, karakola ilk götürülüşünden sonra evlerin de aranması ihtimaline karşı, eline bulunan bütün belge, fotoğraf ve bilhassa Mustafa Kemal Paşa’nın Diyarbakır bölgesinde tuttuğu ve ona verdiği “Hatıra Defteri” ile kendisinin savaşa ait notlarını görev yaptığı dairenin basılı evrak mahzeninde saklamış ve onların ele geçirilmesine zayii olmasına engel olmuştur. Atatürk’ün hatıraları ve kendisinin savaş notları, 1972 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından, “Cumhuriyetimizin 50. Kuruluş Yılı” anısına adanarak yayınlamıştır(22).

MİLLİ MÜCADELE YILLARI’NDA ŞÜKRÜ BEY

Şükrü Bey, Manisa’da bulunduğu sırada, işgal kuvvetleri tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya olan hizmeti dolayısıyla sık sık gözaltına alındığı ve zaman zaman da karakola gidip imza vermek mecburiyetinde bırakıldığı için, çok arzu etmesine rağmen, Yunan gözetimi altından kurtulup Anadolu’ya geçme fırsatını bir türlü elde etme imkânı bulamamıştır. Bu yüzden de hayatının sonuna kadar bunun üzüntüsünü yaşamıştır. Şükrü Bey, Büyük Zafer’den sonra Büyük Komutanını ziyaret etmek üzere İzmir’e gitmiş; fakat İzmir’de bulunduğu sırada kaldığı köşkte paşa ile görüşememiştir. Daha sonra Vilayet Konağı’na uğrayarak Diyarbakır’da 2. Ordu Kurmay Başkanı iken tanıdığı Kurmay Albay İzzettin Bey’e çıkmış ve Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret edememekten dolayı duyduğu üzüntüyü kendisine anlatmıştır. İzzettin Bey’in tavsiyesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın kaldığı Göztepe’deki Uşakızade Muammer Bey’in köşküne gitmişse de, yine paşası ile görüşemeyen Şükrü Bey, ertesi gün Suriye Cephesinde yaver olarak emrinde olduğu, halende Mustafa Kemal Paşa’nın Başyaverliği görevini yürüten Salih Bey’in aracılığıyla yaklaşık üç yıldan beri göremediği komutanı ile görüşme imkânı bulmuş ve elini öperek, emirleri olup olmadığını sorduktan sonra müsaadesini alarak Manisa’ya dönmüştür(23).

Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’nın birkaç kez Manisa’dan trenle geçişi sırasında da istasyonda O’nunla kısa sürelerle görüşme yapma imkânını bulmuştur.

Aradan dört yıl kadar bir süre geçtikten sonra, 15 Haziran 1926 tarihinde İzmir suikastı faillerinin yakalanması üzerine İzmir’e giden Mustafa Kemal Paşa’dan bir gün sonra o da İzmir’e gelmiş ve yine onunla görüşemeden Manisa’ya dönmüştü. Suikast faillerinin yakalanmasından birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den trenle Ankara’ya dönerken, trenin Manisa’da durması sırasında, paşanın maiyetinde bulunan amcası Fuat Bey, paşa ile görüştüğünü ve ona özel kalemde bir görev verilmesini hususunda iznini aldığını kendisine bildirmişti. Şükrü Bey’i, paşasının yakınında ve emrinde tekrar görev alacağını öğrenmesi çok mutlu etmiştir. Ancak, böyle bir göreve atanmasını beklerken, birkaç gün sonra Manisa’daki Varidat Muhasebat Başkâtipliği görevinden, Bergama Vergi Daire Müdürlüğüne atanma emrini almış ve bu atamaya çok üzülmüştür. Yeni göreve katılma hazırlığı yaptığı sırada, görevli olduğu dairenin Genel Müdürü Ankara’dan İzmir’e trenle geçerken, onu Manisa’da kendi müdürü ile trende ziyaret etmiş ve Mustafa Kemal’in maiyetindeki bir göreve tayin beklenirken, bu tayinin yapılamadığı ve sürpriz bir şekilde Bergama’ya verildiğini kendisine anlatmıştır. Genel Müdür, Bergama’daki yeni görevinden dolayı Şükrü Bey’i tebrik etmiş ve bu görevin, hakkında daha hayırlı olacağını söylemiş ve bir atasözünü hatırlatarak: “Kutb-i Sultan Ateş-i Suzan”dır, (Sultana yakın olmak yakan ateş gibidir.) demiştir. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın artık bir ordu komutanı değil, bir Cumhurbaşkanı olduğu ve arada çok fark bulunduğuna işaret etmiştir.

Bu konuşma üzerinden birkaç gün sonra Şükrü Bey, Bergama’daki yeni görevine katılmıştır. Göreve başladıktan sonra, amcası Fuat Bey’den aldığı mektupta da Genel Müdür’ün düşüncesine paralel şu ifadeler bulunmaktaydı:

“Mustafa Kemal Paşa’nın eski haliyle şimdiki durumunu mukayeseye imkân mevcut olmadığı, hali hazır vaziyetin bambaşka ve tamamen nazik ve siyasi mahiyette olduğu unutulmamalıdır. Bana kalırsa kendi mesleğinde ilerlemeye çalışırsan, en doğru bir harekât olur.”

Şükrü Bey, bu tavsiyeleri dikkate alarak mesleğinde devama karar vermiştir. Daha sonra Tekel İdaresine geçen Şükrü Bey, bu görevini önce Müdür Yardımcısı ardından Müdür olarak İzmir, Samsun, Bitlis, Diyarbakır ve Malatya da tam 23 yıl sürdürdükten sonra 1949 da emekli olmuştur(24).

ŞÜKRÜ BEY’İN ŞAHSİYETİ VE ÖZEL HAYATI

“Şükrü Bey; uzun boylu, ince, çok nazik ve hassas bir yapıya sahipti, inandırıcı ifade tarzı ve akıcı bir yazı üslubu vardı. Teselya’da doğduğu için bir bakıma büyük Atatürk’ün hemşerisi olduğunu söyler ve bu sebeple de övünürdü. Görev hayatında çok ciddi ve ketumdu. Atatürk’ten çok etkilenmişti. Ona ve ilkelerine çok bağlı idi. Vatan sevgisini her sevginin üstünde tutuyordu. O, Atatürk’e olan sevgisinin hasretiyle hayata veda etmiştir. Yaver bulunduğu sırada bu görevin özelliklerine iyi nüfuz etmiş, başyaver ve kendisinden kıdemli olan diğer yaver arkadaşlarına saygıda kusur etmemiştir. Atatürk’le birlik komutanları arasında daima bir denge unsuru olmaya çalışmış ve bunu çok iyi bir şekilde başarmıştır. Görevinin ayrıcalıklarından asla faydalanma cihetine gitmemiştir. Mütevazı ve sade bir insan olarak yaşamını sürdürmüştür. Esas mesleği askerlik olmamasına rağmen, görevini bir muvazzaf subay gibi yürütmüştür. Atatürk’ün yaverleri arasında ilk ve son yedek subay olarak görev almıştır”(25).

Atatürk Diyarbakır’da. Arkasında Cevat Abbas Gürer, onun yanında Şükrü Tezer

Şükrü Bey, Ekim 1918’de terhisinin ardından Manisa’ya geldikten sonra evlenmiş ve on çocuğu olmuştur. Çocuklarını da büyük bir titizlikle sağlam karakterli olarak yetiştirmeye gayret etmiştir. Onların öğrenimlerine özel ilgi göstermiştir. Oğullarını, asker olmaları için teşvik etmiş, bunlardan ikisi askerlik mesleğini seçmiş, biri jandarma binbaşısı, diğeri de hava teknisyen astsubayı olarak ordudan ayrılmışlardır. Şükrü Bey, İstiklal Savaşı’na katılamaması ve İstiklal Madalyası’nı alıp, onu sağ göğsünün üzerine gururla takamamasının verdiği üzüntüyü kalbinden hiç çıkaramamıştır. Bu üzüntüsü, daima kanayan ve tedavisi imkânsız bir yara olarak içinde kalmıştır. Ayrıca, aile fertleri de bundan çok etkilendiklerinden üzüntüsü daha da artmıştır(26).

ŞÜKRÜ BEY’İN YAZILI ESERİ VE ATATÜRK’ÜN HATIRA DEFTERİ’NİN YAYINLANMASINDAKİ ROLÜ

Şükrü Bey’in “Atatürk’ün Hatıra Defteri” isimli bir eseri mevcuttur. Mustafa Kemal’in I. Dünya Savaşı’nda, Diyarbakır’da, Doğu ve Suriye cephelerinde 16. Kolordu, 2. Ordu ve daha sonra da 7. Yıldırım Ordusu ve Yıldırım Ordular Grup Komutanı olarak bulunduğu yıllarda (1916-1918), Şükrü Bey yaverler grubu içinde yaklaşık üç yıl kadar görev yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 16. Kolordu ve 2. Ordu komutanlıklarında bulunduğu sırada, kendisinin tuttuğu, 7 Kasım 1916 – 25 Aralık 1916 tarihleri arasında, yaklaşık bir buçuk aylık bir süreyi kapsayan 10 cm. x 15 cm. boyutundaki 52 sayfalık hatıra defterini Şükrü Bey’e vermiştir. Şükrü Bey, “Atatürk’ün Hatıra Defteri” isimli eserinde, Ata’nın yaveri olarak görev yaptığı sırada O’na ve kendisine ait savaş ve hizmet anılarını anlatmış ve Ata’nın bizzat tuttuğu hatıralarını da bir takım halinde bu esere ilave etmiştir. Kitabın sunuş bölümünde Şükrü Bey şu açıklamayı yapmıştır:

“Bu hatıra defterinin muhafazası, bazı hususi evrakı meyanında Kumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsıma tevdi buyrulmuştu. Maiyetlerinden ayrılırken diğer belgelerle birlikte kendilerine takdimim sırasında, bu defterin birkaç sayfasını çevirip gözden geçirdikten sonra bana uzatırken; Şükrü! Bu sende kalsın, buyurarak, naçiz şahsıma hediye etmek suretiyle göstermiş oldukları bu pek büyük lütufları karşısında minnet ve şükranlarımı arz etmekten aciz kalmıştım”(27).

Prof. Dr. Afet İNAN 1971 yılında İzmir’de Şükrü TEZER’in ailesini bularak onlarla bir görüşme yapmıştır. Oğlu Cahit TEZER, babasının kendi notlarıyla birlikte hatıra defterini, Türk Tarih Kurumunca yayınlanmak üzere Prof. Dr. İNAN’a vermiştir. Bu doküman, Türk Tarih Kurumu ATATÜRK ve Yeni Türkiye Araştırma Merkezinin kararıyla 1972 yılında Türk Tarih Kurumu Basımevince bastırılmıştır. (28)

ŞÜKRÜ BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER BULUNDUĞU GÜNLERE AİT BAZI ANILARI

Çanakkale’ye Dair Bir Anı

“Mustafa Kemal Paşa ordusunun ihtiyacı olan iaşe meselesine çok önem verir ve bu hususu ileri derecede bir öncelikte ele alınması gereken bir iş olarak kabul ederdi. İaşe işini hal için lüzum gördükçe bölgesindeki mülki amirlerini bir araya getirir, meseleyi onlarla müzakere ederdi. Kararların onlarla müştereken ve zamanında alınmasını sağlardı.

Mustafa Kemal Paşa Şam’dan Diyarbakır’a dönerken iaşe işiyle ilgili olarak karargâhta görevli Kurmay Binbaşı Fuat’ı ordu temsilcisi olarak Halep’te bırakmıştı. Fuat Bey, İstiklal Savaşı sırasında Ankara Komutanlığı yapmış ayrıca Yaver Şükrü Bey’in amcasıdır.

Mustafa Kemal Paşa Diyarbakır da iaşe işleri için ordu bölgesindeki sivil erkânı davetle toplantı yaptıktan ve onların da fikrini aldıktan sonra, bir ziyafet verirdi. İşte bu toplantılardan birinden sonraki yemekte Bitlis Valisi Memduh Bey, sırası düştükçe kendisine “Anafartalar Kahramanı” diye hitap etmekten büyük bir zevk duyardı. Bu zat yemekte şanlı zaferleriyle dolu Çanakkale Muharebelerine ait bir hatıra nakletme lütfünde bulunmasını Mustafa Kemal Paşa’dan istemiş; bu arzuyu kabul eden Paşa daha sonraları birçok eser de tekrar edilecek olan hatırayı ilk defa burada anlatmıştır”(29).

Atatürk Bitlis Valisi Memduh Bey ile. En solda Cevat Abbas Gürer. 6 numara Şükrü Tezer, 3 numara Fuat Bulca. (1917)

“Çanakkale Muharebeleri devam ederken, 19. Tümen Komutanı olan kendisi, bir ara çok nazik bir safhaya girmiş olan durumun düzeltilmesi için tek çare kaldığını, telefonla 5. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’e bildirmişti. Ordu komutanın da bu çarenin ne olduğunu, sorması üzerine o da ordu komutanına, temsil ettikleri emir ve komuta görevini bütün yetkileriyle birlikte kendisine devir ve teslimden başka yapılacak bir şey tasavvur etmediği cevabını verir, ordu komutanı da telefon da: ‘Çok gelmez mi?’ hitabına o son söz olarak; ‘Az gelir’ dediğini anlatmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın bu son sözü üzerine davetliler içinde bulunan Vali Memduh Bey hemen kadehini eline alarak, samimi bir ifade ve heyecanla; Paşam, paşam! Sizin bindiğiniz atın üzengisi ben olayım, Anafartalar Kahramanı’nın sıhhatine diyerek kadehini kaldırmış ve yemektekiler de bu harekete iştirak etmişlerdir”(30).

Şükrü Bey’in İşlemeli Gümüş Tabakası

“Şükrü Bey, Çanakkale Muharebeleri sırasında İngiliz subaylarından ganimet olarak ele geçirilen nadide bir sigara tabakası ile fosforlu askeri pusulayı, Çanakkale hatırası olarak saklamış ve daha sonra atandığı ve Mustafa Kemal Paşa’nın komutanı olduğu 16. Kolordu emrinde Edirne’den Diyarbakır’a intikal sırasında, bu iki hatıra malzemeyi de beraberinde götürmüş ve orada kullanmaya başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa Diyarbakır’dan bir vesile ile Ergani’ye hareket halinde iken paşa, otomobilde bulunan yaverlerine, ‘çocuklar kolayınızda sigara var mı’ diye sormuştu. Şükrü Bey, diğerlerinden önce davranarak tabakayı cebinden çıkarıp kapağını açmış ve ‘Buyurun paşam!’ diyerek kendisine uzatmıştır. Paşanın dikkat çeken bu tabakayı eline alarak ‘Şükrü, bu nereden?’ diye sorması üzerine O da: ‘Paşam, Anafartalar’a çıkarma yapıp hezimete uğrayan düşman subaylarından ele geçirilmiş bir hatıradır. Lütfen kabul buyrulmasını istirham ederim’ dileğinde bulunmuştur. Paşa da ‘Hele şimdilik dursun.’ diyerek sadece bir sigara alıp ve yakmıştır.

Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa, ordunun iaşe meselelerini şahsi temas ve müzakere ile halletmek maksadıyla Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ valilerini, 2. Ordu Karargâhı’na davet etmiştir. Bu zevattan, Bitlis Valisi olan Memduh Bey, gelirken ordu komutanına armağan olarak Saklavi cinsi bir tay getirmiştir. Valiler 2. Ordu Karargâhı’nda birkaç komutanın misafiri olarak kalmışlar, müzakerelerde bulunup iaşe problemlerini halletmişlerdi. Dönüşlerinden önce Şükrü Bey, vazifeden onun odasında bulunduğu sırada komutan; ‘Şükrü, Vali Memduh Bey hediye bir at getirdi. Buna mukabelede bulunmak lazım. Hâlbuki burada bir şey temin etmenin imkânı yok. Hatırıma, Çanakkale hatıranız olan şu sigara tabakası geliyor. Bunu Vali Bey’e verirsek çok memnun kalacağını ümit ediyorum.’ demişti. Şükrü Bey de ‘Emredersiniz paşam çok yerinde ve isabetli bir şey olur.’ diye cevap vermiştir. Ancak paşa bu tabakayı misafirine vermemiştir. Bunun sebebini de Şükrü Bey’e şöyle açıklamıştır.

‘Tabakanın savat işi (gümüş üzerine siyah işleme) pek nefis olması, ayrıca bilhassa Anafartalar da karşımda mağlup edilmiş düşmanın, meşhur bir ordusuna mensup subayından elde edilmiş bulunması sebebiyle, tarihi değeri de olan bu tabakayı kendim kullanmak istediğim için hediye mukabil olsa bile vermeye kıyamayarak alıkoydum. Tayın karşılığını ilerde münasip bir şekilde telafi ederiz.’ demiştir. Şükrü Bey de ‘Güle güle ve zevkle kullanınız.’ temennisinde bulunmuştur”(31)

Serkan ÖZMEN, Kaynaklar: (1) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006, s. 124 (2)İsmail Hakkı Akansel; Age, s.125, (3) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.126. (4) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.125. (5) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.162 (6) TEZER, Şükrü, Atatürk’ün Hatıra Defteri, TTK, Ankara, 1972. s.28. (7) Şükrü Tezer; Age, s.29. (8) Şükrü Tezer; Age, s.30. (9) Şükrü Tezer; Age, s.31 (10) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.128 (11) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.128 (12) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.129 (13) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.130. (14) BAYUR, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, s.109 (15) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.131. (16) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.132 (17) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.133 (18) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.142 (19) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.153. (20) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.156. (21) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.158. (22) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.158 (23) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.159. (24) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.160. (25) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.160. (26) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.161 (27) Şükrü Tezer; Age, s.2. (28) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.162. (29) Şükrü Tezer; Age, s.173. (30) Şükrü Tezer; Age, s.174. (31) İsmail Hakkı Akansel; Age, s.139.