Atatürk’ün Yaveri Rüsuhi Savaşçı
RÜSUHİ BEY’İN BİYOGRAFİSİ
Rüsuhi Bey, 1888 yılında Beyoğlu – İstanbul’da doğmuştur. Babası Mustafa Bey’dir. İlk ve orta eğitimini İstanbul’da yapmış ve Kuleli Askeri Lisesi’ne kayıt olmuştur. Sicil numarası P.1325-198 dir. I. Dünya Savaşı sebebiyle İstanbul’daki Harp Okulu’nun 4 Ağustos 1914’te kapanması üzerine askeri liseleri bitirenöğrenciler subay adayı olarak aynı okulda açılan talimgâha alınmış olmalarından dolayı kendisi de bu talimgâha katılmıştır. 1909’da 4. Ordu (Bağdat) emrine atanmıştır. Burada kısa bir süre kaldıktan sonra İstanbul Küçükzabit (Astsubay) Okulu’na nakledilmiştir.
Bu görevde iki yıl hizmet yaptıktan sonra Beyrut Astsubay Okulu’na gönderilmiştir. 1911’de başladığı bu görevden bir yıl sonra Bingazi’ye tayin edilmiştir. Daha sonra Bahri Sefit (Akdeniz) (Çanakkale Boğazı Komutanlığı) Karargâhı’nda görevlendirilmiştir. Bu görevi sırasında üsteğmenliğe yükselmiştir. Bu görevden sonra Harp Okulu takım subaylığına geçmiştir. Daha sonra Ocak 1914 başında Irak Cephesi Başkomutanlığı Yaverliğine atanmış, buradan da 21. Kolordu Komutanlığı Yaverliğine getirilmiştir. 1918 yılında Harp Okulu Bölük Komutanlığı’na, iki yıl sonra da Ankara’da açılmış bulunan Subay Namzedi Talimgâh Komutanlığı emrine atanmıştır. Bu tayin üzerine 1920 yılında İstanbul’dan firar eden bir kısım Kuleli öğrencileri ile Ankara’ya gelmiştir.
Rüsuhi Bey, Ankara’da Subay Aday Talimgâhı Komutanlığı emrine verilmiş, daha sonra Ankara Merkez Komutanlığında görev almıştır. Ankara’da Subay Namzedi Talimgâh Komutanlığında subay adaylarını eğiterek savaşa hazır hale getirme görevi ile çalışmaya başlamıştır.
16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalinden sonra İstiklal Savaşı sırasında Ankara’da Cebeci Abdi Paşa Köşkü ve civarındaki barakalarda “Muhtelif Sınıflara Mensup Subay Adayları Talimgâhı” 1 Temmuz 1920’de açılmıştı. Bu Talimgâh ilk mezunlarını asteğmen rütbesi ile dört ay sonra Kasım 1920’de vermişti. Yüzbaşı Rüsuhi Bey komutasındaki 42 kişilik bir öğrenci grubunun diplomalarını Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa vermiştir.
Rüsuhi Bey, Subay Namzet Talimgâh Komutanlığında 13 Haziran 1920 – 22 Ekim 1922 tarihleri arasında bulunmuştur.
Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan milletvekili seçiminde Başyaver Yarbay Salih Bey, 1 Kasım 1923’te milletvekili seçildiğinden, onun yerine başyaver olarak, Cebeci’deki Subay Talimgâh Komutanlığından kendisini tanıyan ve başarısını takdir eden Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet dönemi ilk başyaveri olarak onu yanına almıştır. Rüsuhi Bey, 1914 yılı başında Irak Cephesi Başkomutanlığı, daha sonra 21. Kolordu Yaverliği görevlerinde bulunduğu için Cumhurbaşkanlığı yaverliğine başlarken görevine kolay uyum sağlamıştır.
Rüsuhi Bey, çok titiz bilhassa temiz ve düzgün giyinmeye özen gösteren bir subaydı. Bagajlarını da İstanbul’dan Ankara’ya beraber getirdiği için iyi giyinirdi. O sırada Ankara’da imkânsızlıktan dolayı düzgün kıyafet giyinemeyen kişiler arasında bu titizliği dikkati çekebilecek bir özellikti. Bu özelliği Mustafa Kemal Paşa’nın gözünden kaçmamıştır. Rüsuhi Bey’in, Mustafa Kemal Paşa ile ilişkisi daima resmi olmuştur. Kendisi bir ihtilal ve savaş yaveri değil, makam yaveri idi. Buradan 189. Alay 2. Tabur Komutanlığı’na geçmiştir. Burada kıt’a hizmetini yaptıktan sonra tekrar cumhurbaşkanlığı yaverliğine getirilmiştir. Daha sonra TBMM Muhafız Komutanlığı’na nakledilmiştir. Buradan üçüncü defa tekrar Cumhurbaşkanlığı yaverliğine verilmiştir. Bu defa Başyaverlikte dört yıl kadar kaldıktan sonra tekrar 189. Alay 1. Tabur Komutanlığına atanmıştır. Bu görevde 8 ay kadar kaldıktan sonrada dördüncü defa Cumhurbaşkanlığı Başyaverliği’ne atanmıştır. Bu görevde iken yarbaylığa terfi etmiş ve 1. Tümen 5. Piyade Alay Komutan Yardımcısı olmuştur. 1933 yılında 3. Kolordu 2. Şube Müdürlüğü emrine verilmiştir.
Bu görevde iken 18 Aralık 1933 yılında emekliliğe sevk edilmiştir. II. Dünya Savaşı içerisinde duyulan ihtiyaç üzerine diğer emekli bazı subaylar gibi 23 Eylül 1941’de tekrar göreve çağrılmış ve Hassa-Hatay Askerlik Şube Başkanlığı görevi yapmış, bu görevde üç sene kaldıktan sonra Eyüp Askerlik Şube Başkanlığına nakledilmiştir. Bu görevde de üç sene vazife görmesinin ardından 31 Mart 1947 tarihinde ikinci kez emekli olmuştur.
Rüsuhi Bey Sabiha Hanım ile evlenmiş olup, iki erkek (Erdoğan, Atilla), bir kız (Ferhunde) çocuk babası idi.
Yabancı dil olarak Fransızca bilmekteydi.
Rüsuhi Bey, 16 Temmuz 1959’da İstanbul’da kalp krizi sonucunda vefatetmiştir.
RÜSUHİ BEY’İN RÜTBE YÜKSELME TARİHLERİ VE BAŞYAVERLİK YAPTIĞI SÜRE
Rüsuhi Bey, 13 Ağustos 1909 tarihinde teğmen, 06 Ekim 1912’de üsteğmen, 17 Kasım 1915’te yüzbaşı, 01 Eylül 1922’de binbaşı, 30 Ağustos 1931’de yarbay rütbesi almıştır.
Rüsuhi Bey, Kasım 1923 – 22 Ağustos 1926 tarihleri arasında binbaşı rütbesiyle 2 yıl 8 ay, 3 Mart 1927 – 28 Aralık 1927 tarihleri arasında 9 ay 15 gün, 19 Ocak 1928 – 2 Kasım 1930 tarihleri arasında 2 yıl 9 ay, 20 Haziran 1931 – 27 Şubat 1932 tarihleri arasında yarbay rütbesiyle 1 yıl 7 ay, olmak üzere toplam 7 yıl 8 ay 15 gün başyaverlik yapmıştır.
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN RÜSUHİ BEY’LE İLGİLİ BAHSİ
Atatürk Rüsuhi Bey’den “Zabit ve Kumandanla Hasbihal” eserinde adını anmadan bahsetmiştir. Bu bahis şöyledir:
“Sağ kolumdan kurşunla yaralandım. Çok kan zayi ediyorsam da askerin kuvve-i maneviyesini bozmamak için hattı harpten çekilmeyeceğim. Ölürsem, yanımda Remzi Efendi vardır. O benim kuvvetlerimi de idare eder” (1)
Mustafa Kemal Paşa’ya kendi hayatını değil de kıta’sını düşünen bu fedakâr askerin kim olduğu sorulmuş ve paşa da Rüsuhi, cevabını vermiştir.
RÜSUHİ BEY’İN KATILDIĞI SAVAŞLAR VE ALDIĞI MADALYALAR
Savaşlar:
1. İtalyan Savaşı,
2. I. Dünya Savaşı,
3. Kurtuluş Savaşı.
Madalyalar:
1. Harp Madalyası,
2. İstiklal Madalyası
RÜSUHİ BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER BULUNDUĞU GÜNLERE AİT ANILARI
Bu anı aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın genç subaylara verdiği bir ders niteliğindedir.
“Biz Dolmabahçe’de Muhafız Taburu’nun gazinosunda genç subaylar, yiyip içiyor, gülüp oynuyor, dünya umurumuzda değil. Aramızda Muhafız Alayının as futbolcularından santrafor Üsteğmen Cemal TURAL ile Üsteğmen Sabahattin de var. Sabahattin aynı zamanda komedi sanatkârı gibi bir çocuk. Ne yapsa gülünüyor, Allah vergisi, hepimizi gülmekten kırıp geçiriyor. Kâtipten maaşını almış. Aylığı 84 lira. Tabanca taksidi, elbise taksidi, tabldot parası kesilmiş. Kala kala bir 50 lira kalmış, onu da sol cebine koymuş, gazinonun kapısından içeri yavaş yavaş topallayarak giriyor. Sol tarafına fazla yük almış, bu yüzden batmak üzere olan bir gemi taklidini yaparak S.O.S. veriyor. Herkes de bağırış, çağırış ona gülüyor. Aksi tesadüf o sırada yaveri ile beraber civardan geçen Atatürk bu gürültü ve kahkahalarla ilgileniyor. Yaver Yarbay Rüsuhi Bey’le beraber Sabahattin’in arkasından salona giriyor. Hepimiz birden susup ayağa kalkıyoruz. Fakat Sabahattin’in kapıya arkası dönük, hiç vaziyetini bozmadan sola meyilli durumda olduğu gibi kalıyor. Tabur Komutanı sanmış. Atatürk olacağı aklının ucundan bile geçmemiş. Binbaşısı da onun ne paskal olduğunu biliyor. Herkes gibi onun soytarılıklarına gülüyor, katlanıyor. Atatürk birkaç adım ilerledi. Sabahattin’in omzuna dokunarak:
-Senin nen var çocuk? Ne oluyor?
-Efendim. Aylığımı aldım. Kâtip 50 lira verdi. Sol cebime koydum. Çok ağır geldi. Düzelemiyom.
Ne büyük bir cesaret! Ne biçim soğukkanlılık! Atatürk’e karşı böyle bir espri yapılabilir mi? Hepimiz korku ve şaşkınlık içindeyiz. Atatürk’ün kaşları çatıldı. Bu komediyi kabul etmedi, fakat soğukkanlılığını da bozmadı.
-Çıkar ver bakayım o 50’liği.
Atatürk 50 lirayı aldı. Onu iki 25’lik yaparak Sabahattin’e verdi. Ve:
-Şimdi bunu sağ cebine, bunu da sol cebine koyarsın. Dengeni bulur, aklını başına toplarsın! dedi ve yaveri ile beraber ciddi ve küskün gittiler.
Salondaki subaylar, çoğu teğmen, üsteğmen, birkaç yüzbaşı, hepsini büyük bir korku ve endişe aldı. Bu bir sol gösteri idi. Aylık yetişmiyor… Sıkıntı içindeyiz… Bu gidişle batacağız… İmdat! Bazı subaylar çok kötümser. Bunu bir başkaldırma gibi yorumluyor.
-Şimdi ne olacak? Bu Sabahattin de çok ileri gitti, diyorlar. Biri:
-Bizi mahkemeye verirler. Bizi ordudan atarlar.
-Tard etmeseler bile en azından Muhafız Alayından atar, şarka sürerler…
Her kafadan bir ses… Birbirine çarpmalar… En çok da Sabahattin’e yükleniyorlar. Böyle karamsar hava içinde 15 belki 20 dakika geçti. Bir de baktık ki, Rüsuhi Bey sert adımlarla, mahmuzlarını çınlatarak salondan içeri girdi:
-Nerede Sabahattin?
Sabahattin hemen fırladı. Güzel bir esas duruşla yarbayın önünde dikildi kaldı. Rüsuhi Bey:
-Gazi Hazretleri senin 50 liranı geri gönderdi. Bunu yine sol cebine koysun, benim verdiğim iki 25’i de sağ cebine. Dengesini muhafaza etsin! dedi.
Hepimizin yüreğine soğuk sular serpildi. Geniş bir nefes aldık. Demek Atatürk o kadar kızmamış. Affediyor!
Rüsuhi Bey elindeki küçük kâğıt parçasını okumak üzere açtı ve hepimize dönerek:
-Gazi Paşa Hazretleri’nin sizlere de bir mesajı var:
–Türk Subayı her türlü ahval ve şerait altında, sağa, sola asla meyil etmeden, dimdik beni takip edebilmelidir”.(2)
Bu anı ise çocuklarına ve aynı zamanda öğretmenlere bir ders mahiyetindedir.
“Çankaya’daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yoklayan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey’i bunun nedenini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey geldiler.
‘Evet?’
Rüsuhi Bey bilgi sundu:
‘Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş.’
Gazi Tevfik Bey’e,
‘İlgililerle konuş..’dedi,
‘..bu dalkavuk öğretmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden öğretmenliğin gereğini yapacak birini yollasınlar.’
‘Peki efendim.’” (3)
“Çankaya’daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Çalışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğretmendi. Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üstelik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı:
‘Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!’
Zehra, ‘Sizi Gazi Paşa’ya şikâyet edeceğiz! dedi.
Öğretmen kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi:
‘Çıkııııııın!’
Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar. Öfkeden gözlerinden yaş iniyordu.
‘Her şeyi Gazi Paşa’ya anlatalım.’
‘Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın.’
‘Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı.’
Koşa koşa köşke geldiler. Gazi’yi buldular.
‘Ne oldu? Anlatın bakayım.’
İçlerini çeke çeke anlattılar:
‘Eski öğretmenimiz çok iyiydi.’
‘Bu her gün ev ödevi veriyor.’
‘Her gün sınav yapıyor.’
‘Bilemezsek azarlayıp duruyor.’
‘Tembeller diyor.’
‘Şımarıklar diyor.’
‘Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz diyor.’
‘İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik.’
‘Aldırmadı bile.’
‘Çok gücümüze gitti.’
‘Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yapmayacağımızı söyledik.’
Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi:
‘Üçümüzü de sınıftan kovdu.’
‘Bir daha da gelmeyin dedi.’
Gazi ‘Bitti mi?’ diye sordu.
‘Bitti.’
Ayağa kalktı:
‘Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bir eğitim görmediniz. Öğretmen eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyor. Daha ne istiyorsunuz? Öğretmene karşı gelmek ne demek? Öğretmenlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?’
Kızlar Gazi’yi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.
‘Rüsuhi Bey!’
‘Buyrun efendim.’
‘Al bunları hemen şimdi okula götür. Öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok teşekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!’
Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğretmen Gazi Paşa’dan daha yüksekti ha!” (4)
Serkan ÖZMEN
(1) Mustafa Kemal Atatürk; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Kültür Bakanlığı Yayınları 393, Ankara, 1981, s.11.
(2) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006
(3) 244 Turgut Özakman; Cumhuriyet Türk Mucizesi, İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 24.Basım, İstanbul, Ekim 2010, s.216.
(4) Turgut Özakman; Age, İkinci Kitap, s.225-22