Atatürk’ün Yaveri Muzaffer Kılıç
MUZAFFER BEY’İN BİYOGRAFİSİ
Muzaffer Bey, 1897 yılında Bakırköy – İstanbul’da doğmuştur. Köklü bir aileden gelen Topkapı Sarayı Nizamiye Tabur Komutanı Kafkasya kökenli Binbaşı Ali Rıza Bey’in oğludur. 1911 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ne girmiştir. Son sınıfta bulunduğu sırada,I. Dünya Savaşı nedeniyle yeni birliklerin kurulmasından dolayı büyük ölçüde artan subay ihtiyacının karşılanması için, Pangaltı’daki Harp Okulu’nun kapanması üzerine okulda açılan kısa süreli Subay Talimgâhına 14 Ekim 1914’te katılmıştır. Talimgâhta yaklaşık 10 ay kadar süren eğitimin ardından 14 Temmuz 1915’te zabit vekili (asteğmen) olarak 1. Ordu emrine atanmıştır. Sicil numarası 1330 (1914) -N- 35 dir. Sicil numarasının ortasındaki “N” harfi Kuleliyi subay adayı olarak bitirdiği ve talimgâha katıldığını ifade etmektedir. 1. Ordu Komutanlığı tarafından bir topçu alayında Batarya Komutanlığında görevlendirilen Muzaffer Bey Topçu Okulu’nda sınava girmiş ve subaylığa geçmeye yeterli görüldüğünden mezuniyeti onaylanarak asteğmenliği kabul edilmiştir. Daha sonra emrine verilen bir topçu bataryası ile Marmara Denizi’ne girip İstanbul Sarayburnu’na kadar sokularak rıhtımdaki nakliye gemilerini torpillemek isteyen düşman denizaltılarına karşı mücadele etmek için görevlendirilmiştir. Bir müddet sonra Çanakkale Zaferi’nin ardından Galiçya’ya gönderilen ve bu cephede bulunan 15. Türk Kolordusu topçu birliklerinde görev almış, bu cephede Ağustos 1916 – Eylül 1917 tarihleri arasında yaklaşık bir yıl süreyle savaşmıştır.
Muzaffer Bey, dönüşünde 1. Ordu Topçu Müfettişi Albay Fuat Bey’in emir subaylığına atanmıştır. Bu görevde iken 5 Ocak 1916’da teğmenliğe yükselmiştir. Albay Fuat Bey’in 7. Yıldırım Ordusu Topçu Müfettişliği’ne atanması üzerine Muzaffer Bey’de Suriye Cephesi’ne gitmiştir. (7 Ağustos 1918)
Muzaffer Bey, 7. Yıldırım Ordu Komutanı bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın uygun görmesi ile boş bulunan yaver kadrolarından birine girmiştir. Böylece Mustafa Kemal Paşa ile ilk defa tanışma ve onun çok yakınında görev alma imkânına kavuşmuştur. Artık Muzaffer Bey, yaverlik görevinden önce Çanakkale, Galiçya ve Suriye cephelerinde savaşçı ve mücadeleci karakteriyle kazandığı tecrübelerden sonra Mustafa Kemal’in karargâhında hizmete başlamış oluyordu.
Kısa bir süre sonra, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından Mustafa Kemal Paşa, Başyaver Cevat Abbas ve Muzaffer beyler ile birlikte İstanbul’a dönmüştür. Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezareti emrine tayin edilmiş olmasından dolayı, Muzaffer Bey İstanbul’da yaverlikten ayrılmıştır. Türk ordusunda mütareke gereği terhis işlemlerine başlanılması ve bütün silahların teslim edilme mecburiyetinde kalınmasından dolayı, Muzaffer Bey büyük bir acı duymuş ve askerlikten istifa etmeyi bile düşünmüştür. Bir süre sonra, Anadolu’ya geçmeyi kararlaştıran Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini daveti üzerine, istifadan vazgeçerek kayıtsız şartsız ona katılmıştır.
Muzaffer Bey, böylece Mustafa Kemal Paşa’dan 5,5 ay kadar ayrı kaldıktan sonra tekrar onun yaveri olarak emrine girmiş bulunuyordu.
“19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Paşa’nın maiyeti arasında Yzb. Cevat Abbas Bey yaver, Tğm. Muzaffer Bey’de ikinci yaver olarak bulunuyordu” (1)
Muzaffer Bey, Mustafa Kemal Paşa ile Samsun’a çıktıktan sonra, Erzurum, Sivas kongreleri ve TBMM’nin açılmasından sonra bütün İstiklal Savaşı devamınca Mustafa Kemal Paşa’dan ayrılmamış, onun emrinde bulunmuştur.
Zaferden sonra Cumhuriyet döneminde de yaverlik görevine devam etmiştir. Yüzbaşı rütbesinde iken 8 yıl 4 ay süren yaverliğinden sonra izin almış ve Mustafa Kemal Paşa’nın onayıyla Ankara Hukuk Mektebi’nde iki yıllık hukuk tahsili yapmıştır. (2)
Mezuniyetinin ardından yine Mustafa Kemal Paşa’nın uygun görmesi ile kıt’ayaçıkarılmış ve 16 yıllık askerlik hizmetinden sonra Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi altında 19 Ocak 1930’da istifa etmiş ve İstanbul’a yerleşmiştir. Daha sonra ticaretle uğraşmaya başlayan Muzaffer Bey bir nebati yağ fabrikası kurmuş ayrıca İstanbul Şehir Meclisi’nde de üye olarak bulunmuştur. Daha sonra V. dönem (1 Mart 1935 – 2 Nisan 1939) Giresun’dan Milletvekili olarak TBMM üyeliğinde bulunmuş ve dönem sonunda siyasi hayatı bırakmıştır. (3)
Milletvekilliğinden ayrıldıktan sonra tekrar İstanbul’da ticari hayata devam eden Muzaffer Bey, özel işlerini takip etmek üzere 1959 yılı Haziran ayı başlarında Ankara’ya gelmiş ve Sıhhiye Orduevi’nin karşısındaki Gül Palas’da kalmaya başlamıştır. 13 Temmuz 1959 günü akşam iki arkadaşıyla otelden çıkıp Kızılay’a doğru yürürken aniden fenalaşmış, arkadaşlarının müdahale etmesine bile imkân kalmadan birkaç saniye içinde 62 yaşındayken vefat etmiştir. Cenazesi Gülhane Hastanesine kaldırılmış ve kalp krizi sonucu vefat ettiği tespit edilmiştir.
Muzaffer Bey’in cenazesi, ertesi günü akşam trenle İstanbul’a nakledilmiş ve 16 Temmuz 1959 günü öğle namazından sonra Şişli Camii’nden askeri törenle kaldırılarak, Feriköy Mezarlığı’na defnedilmiştir.(4)
Mustafa Kemal Paşa’nın 1923’ten 1932’ye kadar Başyaverliğini yapmış olan Piyade Yarbay Rüsuhi Bey de bir rastlantı olarak, Muzaffer Bey’in defnedildiği gün hayata veda etmişti.
MUZAFFER BEY’İN RÜTBE YÜKSELME TARİHLERİ VE YAVERLİK YAPTIĞI SÜRELER
Muzaffer Bey 14 Temmuz 1915 tarihinde asteğmen, 5 Ocak 1916’da teğmen, üsteğmenliği tespit edilememiştir, 31 Ağustos 1922 tarihinde yüzbaşı rütbesi almıştır. 7 Ağustos – 13 Kasım 1918 tarihleri arasında 4 ay yaverlik; 16 Mayıs 1919 -1 Temmuz 1927 tarihleri arasında 8 yıl ikinci defa yaverlik olmak üzere, toplam 8 yıl 4 ay yaverlik yapmıştır.
MUZAFFER BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE ANADOLU’YA GEÇMESİ
Suriye-Filistin Cephesi’nden 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, 30 Nisan 1919’da Osmanlı hükümeti tarafından Doğu Bölgesi’ndeki 9. Ordu Kıtası Müfettişliği’ne atanmıştı.
Muzaffer Bey’in bu atamadan sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından ikamet etmekte olduğu Şişli’deki evine davet edilerek paşanın yaverliğe devamını istemesi üzerine aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
Muzaffer Bey:
-Zat-ı Devletlerinin yaveri olarak refakatinize memur edilmem sebebiyle bahtiyarım, Paşa Hazretleri!
Mustafa Kemal Paşa:
-Haydi! Hazırlığa başla, birkaç güne kadar yola çıkıyoruz!
-Çok kalacak mısınız Paşam, yoksa denetlemeden sonra hemen dönecek misiz?
Mustafa Kemal Paşa, yaverinin gözlerinin içine bakarak,
-Hayır, dönmeyeceğiz çocuk! Annenle ve kardeşlerinle vedalaş. Anadolu’ya mücadele için gittiğimizive muvaffak oluncaya kadar dönmeyeceğimizi bildirmelerini isterim.
Muzaffer Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın bu düşüncesini bir sır olarak içinde saklamış ve ailesi dâhil hiç kimseye söylememişti.
Muzaffer Bey, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın tekrar ikinci yaveridir. Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti, 16 Mayıs 1919 günü saat 06.00’da Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun istikametinde hareket etmişlerdi. Bindiği geminin yolda İngilizler tarafından batırılmasının kararlaştırıldığı kendisine haber verildiği halde Mustafa Kemal Paşa, “İstanbul’da kalıp tevkif olunmaktansa, batıp boğulmayı tercih ettim.” diyerek yolculuğa başlamıştı. Gemide bulunanlar içinde teğmen rütbesiyle en genç üye Muzaffer Bey’dir.
Muzaffer Bey, bu seyahat sırasında,şu notları düşmüştür:
“ ‘16 Mayıs 1919 Cuma,
Dördü kırk geçe… Bandırma Vapuru ile hareket ettik. Vapurumuz, Kız Kulesi açıklarında İtilaf devletleri zabıtası tarafından kontrol edildi. İşgal kuvvetleri vapurumuzda silah arıyorlardı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Dolmabahçe Sarayı önüne dizilmiş olan düşman zırhlılarına gözlerini dikerek:
-Bunlar bir milletin istiklal aşkını ve mücadele azmini takdir edemezler. İşte bütün güvendikleri bu maddi kuvvetleridir diyerek, zırhlıların toplarını gösterdi.
Vapurumuz hareket ederek, Boğaz’a müteveccihen İstanbul’a veda ettik. Kavaklar önünde, deniz kabardı.’
‘17 Mayıs 1919 Cumartesi
Dalgaların sarsıntısı hala devam ediyor. Esasen Vapur pek çürük ve eski. Paşa ile İbrahim Tali hariç herkesi deniz tutmuştu. Paşa böyle bir anda kaptanın yanına giderek, geminin rotasını değiştirdi. Bunu bir sebebe dayanarak yapmıştı. Çünkü bir İngiliz torpidosunun Bandırma Vapuru’nu takip etmek ihtimali olduğu, hareketimizden itibaren duyulmuştu. Mustafa Kemal Paşa’nın kararı şuydu: Eğer, bu torpido bizi tevkif etmek isterse, ona rampa edilerek, teslim olunmayıp mücadele edilecekti.’
‘18 Mayıs 1919 Pazar,
Zevalde(öğle vakti) Sinop’a muvasalat ettik. Limanda Preveze Gambotu bulunmaktadır. Sekizden sonra limandan hareket ettik.’
‘19 Mayıs 1919 Pazartesi,
Pazartesi günü, saat altı da Samsun’a geldik. Rıhtıma çıktığımız zaman, Mülki ve Askeri Erkan ve ahali tarafından karşılandık. Mıntıka Palas’a misafir edildik. Öğleden sonra otomobille Hükümet Dairesi’ne ve Belediye’ye gidilerek ziyaretler yapıldı. Bu gece Mıntıka Palas’dayız.’
‘20 Mayıs 1919 Salı,
15. Fırka birliklerinin Samsun’da bulunan bir kısmı ile jandarma ve polisler, Paşa Hazretleri tarafından teftiş edildi. 21, 22, 23, 24. günleri Samsun’da temaslarla geçti. 25 Mayıs 1919’da dokuzu yirmi yedi geçe hareket edildi’ ”
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra Amasya’da Anadolu ve Rumeli Milli Teşkilatı’nı birleştirerek bir merkezden temsil ve idare etmek üzere Sivas’ta bir Milli Heyet toplanmasını amaçlıyordu. Bu amacı sağlamak için düşüncelerini kapsayan esas noktaları Cevat Abbas Bey’e (21/22 Haziran 1919 günü) dikte ettiği ve Amasya Tamimi ismini alacak olan belge hakkında Nutuk’ta Muzaffer Bey’in adı şu şekilde anılmaktadır:
Mustafa Kemal Paşa, Amasya Tamimi maddelerini sıraladıktan sonra, müsveddeyi Meclis’e göstererek; “Nihayetinde benim imzam vardır. Bir de vazife itibari ile Kurmay Başkanı bulunan Albay Kazım (DİRİK), karargâhtan tebliğe memur Hüsrev (GEREDE) ve askeri makamlara şifre eden yaver Muzaffer Bey’in ve sivil makamlara şifre eden bir memur efendinin imzaları vardır. Bundan başka daha bazı imzalar vardır. Bu imzaların bu müsveddeye konması bir hüsn-ü tali ve tesadüftür.” demiştir.
Muzaffer Bey için Amasya Tamiminin müsveddesinde imzasının bulunması ve bu imzayı taşıyan belgenin Mustafa Kemal tarafından Meclis’e gösterilmesi hayatı boyunca gurur duymasına vesile olmuştur. Muzaffer Bey Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetindekilerle birlikte Erzurum’a gitmiştir.
Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa 6 Temmuz 1919’da yanındaki arkadaşlarına:
“Aziz arkadaşlarım, bu andan itibaren hiçbir resmi sıfat ve memuriyetim yok, bir millet ferdi olarak ve milletten kuvvet ve kudret alarak vazifeye devam edeceğim.” demiş. Kendisi, Müfettişlik Karargâhı ile birlikte yaver Cevat Abbas ile ikinci yaver Muzaffer beyler de görevleri ve askerlikle ilişkilerini kesmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, o gün saat 22.50’de Harbiye Nezareti, saat: 11.00’de de Padişah’a; “… Büyükbir aşk ile bağlı bulunduğum yüce askerlik mesleğinden de istifa ettiğimi sunarak veda ettiğimi arz ederim.” telgrafını çekmişti. Böylece, Mustafa Kemal Paşa askerlikten istifasının ardından sine-i millet’e dönmüştür.
Muzaffer Bey, 16 Mayıs 1919 günü ikinci defa Paşa’nın yaverliğine başladıktan iki ay sonra yaver kordonunu Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten ayrıldığı geceye kadar taşıdı. O gece, Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Mirlivalığı (Tuğgeneral) apoletleriyle birlikte padişah yaverliği kordonunu omzundan atarken, Muzaffer Bey’de omuzlarında gururla taşıdığı rütbe işaretleri ile göğsünde şerefle taktığı 3. Ordu Müfettişliği yaverliğine ait olan kordonunu, üzerinde teğmenlik rütbe işaretini taşıyan haki ipek apoletleriyle birlikte çıkarmıştı.
Artık Cevat Abbas Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın sivil yaveri ve o da, sivil ikinci yaveridir. Her ikisinin de rütbeleri yoktur ve sivil kıyafetlidirler. Muzaffer Bey sivil, rütbesiz kıyafetiyle yine sivil kıyafetli olan Yaver Cevat Abbas Bey ile birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın hep yanıbaşındadır.
MİLLİ MÜCADELE YILLARI VE SONRASINDA MUZAFFER BEY
“Muzaffer Bey, askerlikten istifa ettikten sonra Erzurum ve Sivas kongrelerinde, Ankara’da, TBMM’nin açılışında Mustafa Kemal Paşa ile beraberdir. Meclis başkanlığına seçilmesinden sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanlık yaverliğine geçmiştir. Eskişehir’de, Sakarya’da ve Dumlupınar’da bütün savaş boyunca Mustafa Kemal Paşa’nın iki adım gerisinde, onu, yaveri gibi değil sanki gölgesi gibi takip etmiştir. At üstünde, yaylı arabada, otomobilde, otomobil bozulunca kağnıda, onunla beraber olmuştur. Muzaffer Bey, Anadolu’nun dondurucu kış günlerinde, bazı milletvekillerinin bir gün sonrası Meclis toplantısında yine Mustafa Kemal Paşa’ya saldırabileceği için mangal başlarında ısınarak enerji toplamaya çalıştıkları günlerde, karlı ovalarda ve buzlu yamaçlarda tek başına arazi tetkikine çıkan ihtilalcı liderin arkasını takip eden yaverlerden biri idi.
Muzaffer Bey, Büyük zaferden bir gün sonra 31 Ağustos 1922’de yüzbaşılığa yükselmiştir. 27 Temmuz 1923’te TBMM Başkanlığı yaverliğine, Cumhuriyet’in ilanından sonra da 1 Kasım 1923’te Cumhurbaşkanlığı yaverliğine atanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 29 Ocak 1923 günü yapılan nikâh töreninde yine O’nun refakatinde ve O’nu ilk önce tebrik eden şahıslar arasındadır”
CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE VE SİVİL HAYATTA MUZAFFER BEY
Muzaffer Bey, bu dönemde yüzbaşı rütbesiyle Çankaya’da 1 Kasım 1923’ten itibaren Mustafa Kemal Paşa’nın emrindedir. Paşa’nın hizmetinde 8 yıl kadar devam eden yaverlik görevinden, onun tasvip ve müsaadesini aldıktan sonra, 26 Haziran 1927’de yaverlikten ayrılarak Milli Savunma Bakanlığı’nın emrine atanmış ve Hukuk Mektebi Fakültesi’ne devama başlamıştır. Bu öğrenim sırasında iki yıllık süre ile izinli sayılmış ve 30 Ekim 1928’de fakülteyi bitirince 3. Kolordu, 1. Tümen Topçu Alayı 2. Tabur Komutanlığı Emir Subaylığı’na atanmıştır. Bu arada üç ay süren Fransızca kursuna devam etmiştir.
Muzaffer Bey, savaş sebebi ile harp okuluna devam edemediği için emsali arkadaşları ile beraber harp okuluna 1923’ten itibaren başlayan İkmal’i Tahsil’e davet edilmiştir. Ama Mustafa Kemal Paşa’nın müsaadesiyle 1930 yılında kanuni müddetini tamamlaması ve sağlığı sebebiyle istifa etmiş ve bu isteği Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan 19 Ocak 1930 tarihli kararname ile çok sevdiği mesleğinden ayrılması uygun bulunmuştur.
Muzaffer Bey daha sonra seçimlere katılmış ve TBMM’nin V. Döneminde Giresun Milletvekili olarak görev yapmıştır. Milletvekilliğinden ayrıldıktan sonra, İstanbul’da ticaret hayatına dönmüş ve Ankara Anonim Türk Sigorta Şirketi’nde idareci olarak vazife almıştır.
MUZAFFER BEY’İN ŞAHSİYETİ VE ÖZEL HAYATI
Muzaffer Bey, okul, kıt’a hayatı ve sivil görevlerinde vazifeşinaslığı ile bilinen, sağlam yapılı ve ruh asaleti sahibi olarak tanınmış bir askerdir. Verilen her görevde başarıları ve ciddiyeti ile kendisini sevdirmiş, cesaret ve atılganlığı ile Atatürk’ün sevgi ve itimadını kazanmış bir şahsiyete sahipti.
Mustafa Kemal Paşa’nın en genç, savaşta ve barışta da ona hizmet veren yaverlerinin sonuncusuydu. O, kendisine verilen görevin özelliğini tam manasıyla kavrayarak, görevinin sırlarını Samsun’a çıkıştaki maksadı dâhil olmak üzere yakınlarına bile açıklamamış ve vatanı içinde bulunduğu durumdan kurtaracak Ata’sının emrine tereddüt etmeden girmiş ve İstiklal Savaşı’nın bütün safhalarını bizzat yaşamıştır. Atatürk Destanı’nın en coşkun ve şerefli aşamalarını onun yanı başında yaşamış canlı bir tarihti.
Erzurum’dan Sivas’a giderken “Paşam bu vücut ölene kadar sizin gölgeniz olacaktır” demiş ve görevini de bu hassasiyetle yerine getirmiştir. Atatürk’ün vefatından sonra diğer yaver arkadaşları gibi o da sonsuz bir üzüntüye kapılmıştı. O’nu ilk tanımasından itibaren yüksek insanlık vasıflarına hayrandı. Muzaffer Bey, üstün bir ahlakla yoğrulmuş, ciddi, sözünün eri, uygulamalarında kötü örnek ve taviz vermeyen bir Türk subayı idi. Türk ordusu mensuplarının hiyerarşi ve disipline bağlılık özelliği onda da mevcuttu. Atatürk, onun için, kutsiyeti münakaşa edilemez bir savaş ve zafer kahramanı idi.
Muzaffer Bey, uzun boylu, kumral saçlı ve mütebessim bir çehreye sahip, muhataplarına karşı saygılı, az konuşan bir yapısı vardı.
Muzaffer Bey, sağlam bir aile terbiyesi almış, bu terbiye üzerine okul ve askeri terbiyeyi bina etmiş dürüst ve vakur bir şahsiyete sahipti. Devlet malını canından çok korurdu. İmparatorluk döneminin alışılmış uygulamalarına karşı idi. Savaş yıllarının tecrübesi ona sözünü sakınmayan bir karakter kazandırmıştı. Buna bir örnek olarak şu olay gösterilebilir:
“1927 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın bir İstanbul seyahati için yapılan hazırlıklar sırasında Çankaya’da yetkili bir kişi İçişleri Bakanlığı’ndan İstanbul saraylarından birinin hazırlanması hususunda İstanbul valisine emir verilmesini talep eder. Bu isteği öğrenen Muzaffer Bey hayretle şunları söylemiştir:
‘Nasıl? Nasıl? Sarayları boşaltmak için bu kadar çalıştıktan sonra şimdi gidip biz mi onları dolduracağız? Paşa bunu asla arzu etmez, bu girişimden haberi olsaydı çok üzüleceği muhakkaktı!’
Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan ayrıldıktan sekiz yıl sonra, 1 Temmuz 1927’de ilk defa İstanbul’a gitmiştir. İstanbul valisi ve belediye başkanı’nın teklifine sıcak bakmamakla birlikte İstanbul halkının ısrarlı arzuları üzerine Mustafa Kemal Paşa, Dolmabahçe Sarayı’nda savaş ve barış’ta başyaveri Salih ve yaveri Cevat Abbas beylerile birlikte kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 1 Temmuz – 9 Ekim 1927 tarihleri arasında İstanbul’da üç aydan fazla bir süre kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’u daha sonraki ziyaretlerinde zaman zaman Dolmabahçe Sarayı’nda kalmakla beraber, zaman zaman da Beyoğlu’nda Pera Palas ve Taksim’deki Park Oteli’nde de ikamet etmiştir.
Muzaffer Bey’in başlıca düşüncesi büyük lider’in güvenliği idi. Bilhassa savaş yıllarının Ankara’sında ve Anadolu’da en umulmadık ve en beklenmedik bir yerde pusuya düşürülebileceklerinden, her an tetikte bulunmanın gerekli olduğuna inanmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın ihtiyatlı hareket etme alışkanlığında olması gibi, yaverin de aynı şekilde hatta daha fazla dikkatli olmasının gerektiğini, tehlikenin komutanı ve kendisi için aynı olacağını bildiğinden Muzaffer Bey, davasını benimsediği liderini bir solukta göğüslemekten çekinmeyecek derecede feragat sahibi ve her adımda bir ölüm tehdidine karşı onu koruyacak bir cesarete sahip idi. O geleceği birçok bilinmeyenlerle dolu olan bir ihtilalcı liderin, şahsi muhafızlığını tercih etmiş bir subaydı. Böylece, Türk İstiklal Mücadelesi’nin en güvenilir simalarından biri haline gelmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın sarsılmaz güven ve itimadını kazanmıştı. Bu itimat, onun için en büyük armağandı”.
Bütün Milli Mücadele sırasında ve sonrasında, Mustafa Kemal Paşa’nın sadık yaverlerinden biri olarak, O’nun uğrayabileceği tehlikelere karşı kendisini siper yapmış, sevgi ve takdirini kazanmıştı. Muzaffer Bey, askeri hayatının yanı sıra hukuk öğrenimi yapmış, ticaretle uğraşmış ve milletvekilliğine seçilmişti. Bu yüzden birçok dostu bulunmasın rağmen o yine de çok mütevazı bir insandı. Etrafına adeta bir sessizlik seddi çekmiş ve kendisini unutturmaya gayret etmişti.
Atatürk’ün Cumhuriyet Dönemi yaverlerinden biri olan Ahmet Naşit Bey, Muzaffer Bey’in vefatından sonra şunları söylemiştir:
“Talihim, beni de yaver olma bahtiyarlığına müyesser kılarak bütün hasletlerini nefsinde toplayan bu fedakâr insanla beraber yaverliğimiz sırasında olduğu gibi, yaverlikten sonraki hayatında da onu sık sık görür, İstiklal Mücadelesinin yazılmamış menkıbelerini düzgün bir ifade ile anlatırdı. Bizleri bir an için günün hayat kavgalarından uzaklaştırır ve bize o günlerin heyecanını yaşatırdı. Atatürk’ün cismen aramızdan ayrılmasıyla her vatan evladı gibi onun da teessürüne son yoktur. Atatürk’ü ilk tanıdığı günden beri, şahit olduğu yüksek insanlık vasıflarının hayranıydı. İsmini her anışında gözleri yaşarır, yazılmamış vecizelerini, menkıbelerini anlatırdı. Bir gün Atatürk ile beraber çektirdiği fotoğrafı bize gösterdi ve ‘Aramızdan ayrıldıktan sonra işlerimin değil, hayatımın kıymeti kalmamıştır.’demiştir”.
MUZAFFER BEY’İN KIDEM VE NİŞANLARI
Muzaffer Bey, I. Dünya Savaşı’na katılmasından dolayı 4 yıl, İstiklal Savaşı’ndan ise 4 yıl olmak üzere toplam 8 yıl savaş zammı almıştır. 1. Ordu Topçu Müfettişliği Yaveri bulunduğu sırada 4 Ocak 1916’da olağanüstü hizmetleri görüldüğünden dolayı kendisinin 5. Rütbeden Mecidi Nişanı ile ödüllendirilmesi için Komutanlıkça 1. Ordu’ya teklifte bulunulmuştur. Bu teklifin hangi hizmetlerinden dolayı yapıldığı hususları şunlardır:
a.Adı geçen, Topçu Müfettişliği Yaverliği ile kendisine tebliğ edilen bütün vazifeleri başarı ile ifa etmektedir.
b.Kendisi şahsi terbiye sahibi olmakla birlikte son derece çalışkan ve zekidir.
c.Vazifesini büyük bir gayret sebat ve sabırla ifa etmektedir.
d.Topçu Müfettişine ait yazı işlerinde ve kayıtların muntazam tutulmasında takdire şayan gayret ve yeterliliği müşahede edilmiştir.
MUZAFFER BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER BULUNDUĞU GÜNLERE AİT BAZI ANILARI
Silah Değil Kafa Götürüyoruz
“Bandırma vapuru Kız Kulesi açıklarına geçmişti. Kavaklar hizasına geldiğinde vapur durduruldu. Bir motor tekneyle yanaşan İtilaf Devletleri subayları güverteye çıktılar. Bizler, ne oluyor; bunlar ne istiyorlar, sorusuna cevap arar ve bakınırken Mustafa Kemal kaptana sordu:
-Bu adamlar ne için gelmişler?
-Efendim, silah, cephane arıyorlarmış…
-Görevinizi yapınız, sonuçtan beni haberdar edin.
Sonra bize döndü. Dolmabahçe önlerinde demirli bulunan yabancı zırhlıları göstererek dedi ki:
-Bu sersem adamlar işte böyle… Yalnız demire, çeliğe ve silah gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğrunda savaşa kararlı bir ulusun kudret ve gücünü anlamaktan acizdirler. Biz silah ve cephane değil, ülkü, inanç dolu kafa götürüyoruz…”.
Köhne Bir Vagondaki Başkomutanlık Karargâhından Bir Anı
Kurtuluş Savaşı’nın en bunalımlı günlerinden birinde Kütahya-Eskişehir Savaşı’ndan sonra ordunun Sakarya’ya çekildiği günlere ait bir anıyı Muzaffer Bey şöyle anlatmıştır:
“Ordunun bu geri çekilişi sırasında; Başkomutanlık bir istasyonda, üçüncü mevki köhne bir vagonda idi. Paşa, bu vagonun tahta döşemesi üstüne konulan karyolada yatıyordu. Vagonun penceresinin kenarında da mum yanıyordu. Ben, dışarıda nöbetçileri dolaşırken emir erime seslendim:
-Paşa hazretleri yattı mı?
İçeriden onun sesi geldi.
-Muzaffer Bey, gel buraya!
Gittim. Selam verdim, yanında yer gösterdi. Yatağının kenarına iliştim oturdum.
-Düşman iyi savaşıyor. Sevk ve idaresi de başarılı, dedi. Ben de:
-Emir ve komutanızdaki ordularımızın geri çekilmesi de o kadar düzgün oldu ki, bu da başlı başına bir başarı sayılır Paşam! dedim. Napolyon’un Moskova önünde geri çekilmesi sırasında: ‘Düzgün bir geri çekilme, zafer kadar önemlidir.’ sözünü hatırlatmak istedim. Bunun üzerine, çok enerjik ve kararlı bir davranışla, sesini yükseltti:
–Bu düşman kuvvetlerini yenip kesinlikle yok edeceğiz”.
Önce Silahımız Sonra Canımız
Mustafa Kemal Paşa, kurulan her tuzağın ve her suikast hazırlığının kendisi için olduğu kadar, yaverleri için de bir tehlike oluşturabileceğini bildiğinden daima yaverlerinin hazırlıklı ve dikkatli olmaları gerektiğini düşünmüştür. Muzaffer Bey de, liderini her solukta tehlikeyi göğüslemekten çekinmeyecek derecede feragatli ve her adımda bir ölüm tehlikesine pervasızca karşı koyacak kadar cesur idi. Bu durumla ilgili bir anısını Muzaffer Bey şöyle anlatmıştır:
“Bir gün Köşk’ten beraberce çıkarken Mustafa Kemal Paşa:
-Muzaffer, tabancan yanında mı?
-Hayır, Paşam, ama size feda edilecek canım yanımda!
Bu cevap üzerine Mustafa Kemal Paşa da:
-Git al! Önce silahımız, sonra canımız! Emrini vermiştir”
Bir Angarya Anısı
Muzaffer Bey, bir gezi ile ilgili anısını şöyle anlatmıştır:
“Cumhuriyet’in ilanından sonra idi. Karadeniz’de bir geziye çıkmışlardı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti. Vali’ye;
-Yollarınızı nasıl bu duruma getirdiniz? diye sordu. Vali de anlattı:
Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve onarımında çalıştırmış!
Mustafa Kemal Paşa’nın kaşları çatıldı ve oldukça sert bir dil ile:
-Vali Bey, dedi. Corvee nedir bilir misiniz? Öyleyse ben söyleyeyim, ‘angarya’ demektir. Ve şunu da bilmeniz gerekir ki, kanunsuz olarak hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalıştırmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te ‘angarya’ diye bir şey yoktur, diye çıkışmıştı”.
Napolyon’la İlgili Bir Anı
“Ankara Hukuk Fakültesi’nin 5 Kasım 1925 günü açılışını yapan Mustafa Kemal Paşa:
-Cumhuriyetin müeyyidesi olan bu ilmi müesseseyi açtığım şu an da duyduğum manevi zevki hiçbir teşebbüsümde duymadım. Dedikleri günün akşamı sofra başı toplantısında, kendilerinin bu sözleriyle, Napolyon’un Saint Helene’de sürgünde iken söylediği sözleri hatırlatmak istedim:
-Paşam! dedim. Napolyon da: ‘Gerçek zaferim, şimdiye kadar kazandığım kırktan fazla meydan savaşı değildir; çünkü Vaterleoo, bütün zaferlerimi silip süpürdü. Ama bir zaferim var ki, onu hiçbir kuvvet silemeyecektir. O da, benim eserim olan ve sonsuza kadar yaşayacak olan Medeni Kanun’dur.’ demiş ve hukuk anlayışını bütün dünyaya ilan etmiştir. Ama bir fark var ki; siz hukuksal düşüncenizi askeri bir zaferden sonra ilan ediyorsunuz; Napolyon ise bu sözleri, tutsak olduğu zaman söylemiştir. Bundan ötürü onun samimiyeti beni kuşkuya düşürüyor.
Mustafa Kemal Paşa:
–Çocuk, tutsak olmasına karşı belki Napolyon da bu sözlerinde samimi idi. Hukuk prensiplerini bozan ve savsaklayan ve buna değer vermeyen liderler, kurdukları rejimi yaşatamazlar! dedi”.
(1) Hulusi Turgut, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 36
(2) IRMAK, Sadi, Atatürk’ün Çevresi Milli Mücadele ve Devrimler Kadrosu, Hisarbank Kültür Yayınları, 1981. s.97
(3) TEVETOĞLU, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara, 1971. s.271.
(4) Fethi Tevetoğlu; Age, s. 272.
İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006
Serkan ÖZMEN