Atatürk’ün Yaveri Cevdet Tolgay
CEVDET BEY’İN BİYOGRAFİSİ
Cevdet Bey, 1901 yılında Kadıköy -İstanbul’da doğmuştur. Babası Salim Bey, annesi Naciye Hanım’dır. İlk, orta ve lise öğrenimini İstanbul’da yapmış. 1918 yılında Harp Okulu’na geçmiştir. Sicil numarası SV.1337 (1921) – 44’dür. 1920 yılında İstanbul’da Harp Okulunda öğrenci iken sınıf arkadaşlarıyla okuldan kaçarak Anadolu’ya geçmiştir. 18 Ekim 1921’de Kocaeli bölgesinde 36. Süvari Alayı 1. Bölük Komutanlığı emrine atanmıştır. Bu görevde iken 3 Mart 1922’de teğmen olmuştur. Ardından Mürettep Süvari Tümeni 38. Alay 1. Bölüğüne ve daha sonra da 3. Bölüğüne verilmiştir. Bu görevde iken 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’da görev almıştır. 30 Ağustos 1922’de Başkomutan Meydan Muharebesi’ne katılmıştır.Cevdet Bey, İstiklal Savaşı’ndan sonra 20 Eylül 1923’te 4. Kolordu Süvari Bölüğüne verilmiştir. Bu görevde 3 yıl kaldıktan sonra Harp Akademisi Süvari Bölüğüne atanmıştır. Burada 2 yıl görev yaptıktan sonrada eğitimin tamamlanmasıiçin 1 Eylül 1927’de Harp Okuluna gönderilmiştir. Okulda yaklaşık 3 yıl eğitim gördükten sonra Karaköse’de (Ağrı) bulunan 1. Süvari Tümeni 11. Alay 1. Bölüğüne atanmış ve 2,5 yıl bir süre bu görevde kalmıştır. Bu görevde iken 30 Ağustos 1932’de yüzbaşılığa yükselmiştir. 1932 yılının Kasım ayında Mustafa Kemal Paşa’nın yaverliğine atanmış ve bu göreve 5 Aralık 1932’de başlamıştır.
Bu tarihten itibaren 10 Kasım 1938 tarihine kadar 6 yıl Atatürk’ün hizmetinde bulunmuştur. Bu süre içerisinde O’nun katıldığı bütün seyahat, tatbikat ve törenlerde yanında, yakınında ve emrinde bulunmuştur.
Cevdet Bey, Atatürk’ün vefatına birinci dereceden tanık olmuş ve bu derin acıyı en çok hissedenlerden biri olmuştur. Atatürk’ün vefatından sonra İsmet İNÖNÜ’ye de yaver olarak 1,5 yıl kadar hizmet verdikten sonra kıt’a hizmeti yapmak üzere 20 Haziran 1940 tarihinde Ankara’da bulunan 43. Süvari Alayı 2. Bölük komutanlığına atanmıştır. Bu görevde iken 30 Ağustos 1941’de binbaşılığa terfi etmiş ve 11 Eylül 1942 tarihinde tekrar yaverliğe dönmüştür. İkinci defa üstlendiği bu görevde iken, Başyaver Celalettin Bey’in ikinci defa emekliliğe ayrılması üzerine 21 Şubat 1945’te başyaver olmuştur. Bu görevde 1,5 yıl kaldıktan sonra 16 Temmuz 1946’da tekrar kıt’a hizmeti için 40. Süvari Alayı A. Grup Komutanlığına atanmıştır.
Bu görevde iken 16 Kasım 1947’de aynı alayın komutanlığına getirilmiştir. Alay komutanlığında 2 yıl kaldıktan sonra 24 Şubat 1949 tarihinde ikinci defa Cumhurbaşkanlığı Başyaverliği görevine atanmıştır. Bu görevde de 1,5 yıl kadar kaldıktan sonra 12 Temmuz 1951’de İzmir’de bulunan Yurt İçi Bölge Komutanlığı Askeri Mahkeme Başkanlığına tayin edilmiştir. Bu görevde de 4 aylık bir hizmetten sonra 18 Kasım 1951’de emekli olmuştur.
Cevdet Bey, Leyla Hanım ile evlenmiştir. Cevdet Bey, 21 Haziran 1993 tarihinde 92 yaşında iken İstanbul’da vefat etmiş ve Nakkaştepe Mezarlığı’na defnedilmiştir.
CEVDET BEY’İN RÜTBE YÜKSELME TARİHLERİ, YAVERLİK VE BAŞYAVERLİK SÜRELERİ
Cevdet Bey, 18 Ekim 1921’de asteğmen, 28 Mart 1922’de teğmen, 30 Ağustos 1928’de üsteğmen, 30 Ağustos 1932’de yüzbaşı, 30 Ağustos 1941’de binbaşı ve 30 Ağustos 1947’de yarbay rütbesi almıştır.
Cevdet Bey, Atatürk döneminde yüzbaşı rütbesiyle 5 Aralık 1932 – 10 Kasım 1938 tarihleri arasında 6 yıl yaverlik, İsmet İNÖNÜ döneminde ise 10 Kasım 1938 –20 Haziran 1940 tarihleri arasında yüzbaşı rütbesiyle 1 yıl 7 ay yaverlik, 11 Eylül 1942 – 21 Şubat 1945 tarihleri arasında binbaşı rütbesiyle 1 yıl 6 ay başyaverlik, 24 Şubat 1949 – 3 Temmuz 1951 tarihleri arasında yarbay rütbesiyle 2 yıl 6 ay başyaverlik yapmıştır.
Cevdet Bey, Atatürk’e aralıksız olarak toplam 6 yıl ve İnönü’ye de aralıklarla 5 yıl 7 ay yaverlik yapmıştır. Cumhurbaşkanlarına yaver ve başyaver görevleriyle toplam 11 yıl 7 ay hizmet vermiştir.
CEVDET BEY’İN ŞAHSİYETİ VE ÖZEL HAYATI
Cevdet Bey, 1932 yılında 31 yaşında iken Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri olmuş ve kıt’a hizmeti için kısa bir süre ayrıldıktan sonra Atatürk’ün vefatına kadar toplam 6 yıl yaverlik yapmıştır.
Cevdet Bey, Atatürk’ün diğer yaverleri gibi çok ketum, sır saklayan, Atatürk’e çok bağlı, onun hizmetinde ve güvenliğinin alınmasında fedakarane görev yapmıştır.
Cevdet Bey, çok mütevazı bir askerdi. Kendisi hakkında gazetelerde yazı yazılmamasını, adının tartışma konusu olmamasını isteyen bir karaktere sahipti. Kendi halinde yaşamak ve isminin etrafında dedikodu yapılmamasını istemiştir. Atatürk’e hizmet vermek onun için büyük bir şeref ve mutluluk olmuştur.
CEVDET BEY’İN KATILDIĞI SAVAŞ VE ALDIĞI MADALYALAR
Savaş:
İstiklal Savaşı.
Madalyalar:
1. Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası,
2. Harp Madalyası,
3. Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası.
CEVDET BEY’İN MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE BERABER BULUNDUĞU GÜNLERE AİT BAZI ANILARI
Cevdet Bey, önce Atatürk’ün yaverliği, onun vefatından sonrada İsmet İNÖNÜ’nün yaverliği ve başyaverliği görevinde bulunup emekli olduktan sonra Atatürk ile ilgili anılarını şöyle anlatmıştır:
Cevdet Bey’in Mustafa Kemal Paşa’nın Yaverliğine Tayini
“Karaköse’deki Süvari Tümeninde yüzbaşı olarak görev yaparken bir akşamüstü beni telefonla arayarak Mustafa Kemal Paşa’nın yaverliğine seçildiğimi bildirmişlerdi. Bu habere inanamadım. Heyecanlandım. Arkadaşlarımın benimle alay ettiklerini sandım. Onlar yemin ettiler, Telgraf emrin geliyor, haydi hazırlan, çabuk istiyorlar,dediler. Benim bu işten o kadar haberim yoktu ki, harp akademisine müracaat etmiştim. Akademi sınav hazırlığı için çalışıyordum. Emri alınca hazırlandık. Yollar kar. At, kızak ve kamyonla Erzurum’a kadar geldik. Oradan da kamyonla Trabzon’a. İstanbul’u bulduk. Telefon ettim: Geldim, dedim. Oradan, ‘Çabuk gel, iki gün içinde Ankara’ya gelmelisin.’ dediler.”(1)
Cevdet Bey’in Atatürk’ün Bazı Özellikleri Hakkındaki Düşünceleri
“Atatürk karakter itibarı ile çok hassas, hususi hayatında güler yüzlü, neşeli, şen bir insandı. Bazen uzun uzun kahkahalar atardı, hala kulaklarımda. Halk içinde doğmuş, büyümüş bir insandı. Halktan kopmamıştı. Halk içinde gezmeyi, halk ile beraber gülüp oynamayı seven bir insandı. Halktan saklayacak gizli bir tarafı yoktu. Ankara’da ve İstanbul’da sık sık, gidilebilecek lokallere giderdi. İstanbul’da da Park Otel’i bilhassa severdi. Garden Bar, Tokatlıyan, Pera Palas gibi lokallere gider, bilhassa Park Otelde öğle ve akşam yemekleri yerdi.”(2)
Atatürk’ün Oyun Oynama Merakı
“Atatürk bizim dans etmemizi çok isterdi, dansı severdi. Atatürk, başını döndürür, ‘Kalkın, dans edin.’ diye bize işaret ederdi. Dans etmek, çekindiğimiz, korktuğumuz bir şey değil; ama dans edecek bayan bulmak mesele olurdu. Bir akşam, Park Otel çok kalabalık, Pazar akşamı saz çalıyor; ama pist boş, herkesin gözü Atatürk’te; onun hareketlerini tetkik ediyor. Bir aralık bana döndü, Atatürk’ten gözlerimizi ayırmazdık, başını çevirdiği zaman birimizin gözü ile karşılaşırdı. Atatürk işaret etti, yanına gittim.
-Buyurun, dedim.
–Caza söyle bir Harmandalı çalsın, sen de oyna, dedi.
Hayatımda hiç zeybek dansı oynamış, hiç elini kaldırmış, iki adım atmış insan değildim. Herkes de bana bakıyor, ‘Yaver çıktı ortaya kim bilir ne marifetler yapacak.’ diye, hâlbuki ben de bir şey yok. Kalktım, caza söyledim elimi kaldırdım, beceremiyorum bir türlü, dolaşıp duruyorum. Derken Yaver Şükrü Bey katıldı bana, biraz rahatladım. Sofrada epey misafir vardı, teker teker hepsi kalktı. Bunların içinde de zeybek oynayan hiç kimse yoktu. Arkadan Atatürk kalktı, biz yerlerimize oturduk.
Atatürk güzel zeybek oynar, harmandalını severdi, kendisine mahsus figürleri vardı. Halkın çok hoşuna gitti, kimisi bağırdı ‘yaşa’ diye, kimisi alkışladı. Bir müddet oynadı ve sonra yerine oturdu.”(3)
Atatürk’ün Çocuk Sevgisi
“Bir akşam yine Park Otel’de idik. Müşteriler dağıldı. Biz yalnız kaldık. Karşımızda bir genç subayın yanında hanımı ve 9 – 10 yaşlarında bir de çocuğu vardı. Onlar kalkmadılar. Çocuk gözlerini dikmiş hep Atatürk’e bakıyordu. Bir aralık Atatürk’ün dikkatini çekti, çağırdı çocuğu yanına.
-Büyüyünce sen ne olacaksın? dedi çocuğa,
-Atatürk olacağım, diye cevap verdi çocuk.
Atatürk’ün çok hoşuna gitti; yeleğinin cebinde gayet kıymetli bir platin saati vardı.
-Al sana hediyem olsun, büyüyünce kullanırsın, dedi”(4)
Atatürk – İnönü Dargın Değillerdi
“Bu dedikodular herkesin kulağına gittiği gibi, benimde kulağıma gelmişti. Atatürk’ün, İnönü’den ayrılması Lyon Konferansı sırasındaki ufak bir münakaşanın neticesidir. Atatürk büyük meselelerde kararını çok çabuk verirdi. İnönü Hükümet Başkanı-Başbakan olarak çok mesuliyetler taşıyordu. O daha derinlere iner, meselelere hâkim olmak durumunu hissederdi. Bu suretlerle bazı noktalarda ayrı düşünceleri olurdu. Bu suretle İnönü başbakanlık görevinden çekildi. Fakat bu çekinme hiçbir zaman dargınlık değildi. Hatta o kadar ki; Atatürk Ankara’da olduğu sıralarda birçok akşamlar İnönü’yü davet eder, ziyaret eder, sofrasında İnönü’yü üzecek lakırdının geçmemesine bilhassa dikkat ederdi. Atatürk’ün İstanbul’da bulunuşu sırasında İnönü de Ankara’da muzdaripti. Kendisine gelen Dr. Fissenger’i İnönü’ye gönderdi. Gitsin İnönü’yü de muayene etsin, dedi. Her gün biz telefon eder İnönü’ye Atatürk’ten bilgi veririz oradan da sıhhati hakkında bilgi alır Atatürk’e arz ederiz hatta iki kez İnönü mektupla Atatürk’e gelmek istediğini söyledi. Ama kararlı bir görüşle Atatürk, yakında ben geleceğim, hastasın, İstanbul’a gelirsen, belki burada hastalığın tekrarlar, dönemezsin geriye, gelme, beni orada bekle diye cevap verdi. Hatta Vedit UZGEREN Bey getirdi mektupları. Vedit Bey İnönü’nün özel kalem müdürü idi. Atatürk onu alır, her akşam sofrasında bulundururdu ki, İnönü aleyhine kimse söz söylemesin diye. Ayrıca önemli bir şey, devlet meselesi söz konusu olduğu zaman Vedit gece yarısı İnönü’yü yataktan kaldırır, Atatürk’ ün ulaştırmak istediği haberleri İnönü’ye ulaştırırdı.
Yani birçok meselede Atatürk, İnönü’nün de tasvibini alma lüzumunu hissederdi hatta Atatürk, İnönü ayrıldığında daha başbakan seçmemişti, Celal BAYAR o gün seçilmişti, Dolmabahçe’de İnönü de vardı. Kongre, zannedersem tarih kongresiydi. Beraber oturdukları bir kürsü vardı, bir bank; oradan takip ederlerdi kongre konuşmalarını. Bir ara İnönü bir kâğıda bir şeyler yazdı, Atatürk’ün önüne sürdü. Atatürk de aynı kâğıda bir şeyler yazdı, tekrar İnönü’nün önüne sürdü. Bizim dikkatimizi çekti; ama oradan kâğıdı almak cesaretini gösteremedik. Kongre konuşmaları bitti, kalktılar. Vedit oradan almış kâğıdı kalktıktan sonra. Aradan seneler geçti, Vedit o kâğıdı gösterdi bana. O kâğıtta İnönü diyor ki: ‘Paşam, bana dargın değilsin ya, bu akşam bana akşam yemeğine gelmez misin?’
Atatürk de altına şunu yazıyor:
‘Sen benim en sevgili kardeşimsin, sana hiçbir zaman dargın değilim.’
Bu kâğıdı Vedit gösterdi; ama ne oldu bilmiyorum. Bu, Atatürk’ün kırgınlığının çok kısa sürdüğünü gösterir.” (5)
Atatürk’ün Bursa Nutku
Ezanın Türkçe okunması uygulamasından sonra Bursa’da 1 Şubat 1933 tarihinde bu uygulamaya karşı bir protesto hareketi gerçekleşmişti. Mustafa Kemal Paşa bu sırada İzmir’de seyahatte bulunuyordu. Bu olay üzerine paşa hemen Bilecik’e hareket etmişti. Mustafa Kemal Paşa Bursa’da; ‘Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, ‘Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır.’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla, nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz İnkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek; fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek; ‘Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım!’ onu hapse atacaklar kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa’ya Meclis’e telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki,Ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir!.. İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği” demiştir.
Yıllar sonra Atatürk tarafından böyle bir nutkun verilmediği şeklinde söylentiler çıkmıştır. Atatürk’ün bu nutkunu dinleyen, nutka şahit olan kişilerden biri de Yaver Cevdet Bey’dir. Cevdet Bey bu anıyı şöyle anlatmıştır:
“Aradan geçen uzun senelere rağmen o konuşma, Atatürk’ü bugün dinliyormuşum gibi hafızamda canlandı. Konuşma Atatürk’ündür. Ocak ayının ortasında bir tetkik seyahatindeydik. Son merhale olarak İzmir’e geldik. İzmir’e vardığımızda tarih 31 Ocak 1933’tü. Gazi, Şubat’ın ilk üç günü İzmir’de dolaştı, tetkikat yaptı. Gazi’nin yanında, o zamanki İktisat Vekili Celal BAYAR’ın başkanlığında tetkikat yapan bir iktisat heyeti de vardı. 3 Şubat 1933 akşamı, İzmir’de Kordon’daki köşkte akşam yemeği sırasında Bursa’daki ezan olayı intikal etti. İlk gelen haberler Gazi’yi hayli asabileştirdi. Alakadar etti. Devrimlerine karşı olan her hareket Gazi’yi şiddetle mukabeleye sevk ediyordu. O zaman devrimler daha yeni idi. Atatürk soyadını da almamıştı. Gazi Mustafa Kemal Paşa’ydı.İlk tepkisi ‘Bursa’ya baskın yapacağız.’ şeklinde oldu ve hemen hazırlık emrini verdi. O gece İzmir’de verilen baloya gitmediğini hatırlıyorum. Hareket tarihimiz 4 Şubat 1933 oluyordu. Saat 03.30’da Afyon’a hareket ettik. Celal Bayar ve heyeti İzmir’de kaldı. Afyon’da Antalya gezisinden dönmekte olan Başvekil İsmet Paşa ile buluştuk ve İsmet Paşa da trene bindi. Gazi ile İsmet Paşa aynı trende Eskişehir’e kadar özel olarak konuştular. Eskişehir’den sonra İsmet Paşa Ankara’ya, biz Bilecik istikametine hareket ettik. Saat 5’de Bilecik’e geldik. Bazıları Karaköy diyorlar, ben nöbet defterine Bilecik diye kayıt etmişim. Bilecik’ten hareketle 09.30’da Bursa’ya geldik. Gazi, gelir gelmez işe el koydu. Meşgul oldu. Hadise, sanıldığı kadar büyük mahiyette değildi. Fakat ilgililer hadisenin takibinde gevşek davranmışlardı. Ancak Atatürk olayı kendi inkılâplarına karşı bir hareket olarak ele aldı. 6 Şubat’ta, ertesi günü Dâhiliye ve Adliye Vekilleri geldiler ve işe koyuldular. İşte o sırada Atatürk köşkte bu konuşmayı yapmıştır. Okuduğum zaman, metni yayınlanan konuşma bana hiç yabancı gelmedi. Ben vilayet konağındakini hatırlamıyorum. Köşkte konuştu. 6 Şubat akşamı köşkteki yemekten sonra Gülcemal’le İstanbul’a hareket ettik.O köşkte, akşam yemeğinde Atatürk sofrada bu konuşmayı yapmıştır. İyice hatırladım. İlk gittiği akşam da konuşuldu. O hava içinde Atatürk’ün başka türlü konuşmasına da imkân yoktu. Sofrada kimler vardı, şimdi iyice hatırlamıyorum. O gün dolu geçmişti galiba ki sofrada bulunanların isimlerini kaydetmemişim. Bursa’dan vali, Balıkesir’den Kolordu Kumandanı, Bursa Belediye Reisi olabilir.” (6)
Cevdet Bey, Atatürk’ün Bursa konuşmasının gazetelerde yayımlanmamış olmasının sebebini de şöyle açıklamıştır:
Atatürk bazı kereler konuştuktan sonra arkadaşlarına gazetelerde yayımlanmamasını söylerdi. Bunlar zaman zaman olmuştur. Gazetelerde metni yayımlanmayan; fakat söylendiği yaveri tarafından ifade edilen Atatürk’ün Bursa’daki konuşmasından başka aynı gün (6 Şubat 1933) Bursa Vilayet Konağı’nda yaptığı aynı konuyla ilgili bir başka konuşması Anadolu Ajansı aracılığıyla bir resmi tebliğ halinde şöyle yayımlanmıştır: ‘Hadiseye dikkatinizi bilhassa çevirmemizin sebebi din, siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır. Meselenin mahiyeti esasen din değil, dildir. Kat’i olarak bilinmelidir ki, Türk milletinin milli, dini benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır.” (7)
(1) Nazmi Kal; Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Bilgi Yayınevi, 1.Basım, Ankara, 2001, s.106 (2) Nazmi Kal; Age, s.107. (3) Nazmi Kal; Age, s.108. (4) Nazmi Kal; Age, s.109. (5) Nazmi Kal; Age, s.110. (6) Reşit Ülker; Atatürk’ün Gizlenen Bursa Nutku, Nokta Kitap Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Eylül 2008, s. 47-48. (7) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006