Atatürk’ün Trablusgarp’tan Silah Arkadaşı Ethem Şevki Kepenek Anlatıyor
1911 yılında İtalyanlar, Osmanlı devletine tâbi, bir vilâyet olan Trablusgarp’a saldırmışlardı.
Akdeniz’in, güney kıyısının önemli bir parçasını kapsayan ve Tunus’tan Mısır hududuna kadar vilâyet kıyılarını korumakla görevli; mevcudu 1500’ü geçmeyen bir Osmanlı tümeninin birlikleri bu geniş bölge boyunca serpiştirilmişti.
Öte yandan düşman azametli deniz kuvvetlerinin ateş tesir sahasından daha güneye ilerleyemeyerek denize yakın bir cephede yerleşmişti.
Ufak kümeler halindeki birliklerimizi destekleyen gönüllü halk kuvvetlerinin karşı durmaları düşmanı hesaplıca davranmak zorunda bıraktığı söylenebilir.
Taraflar bu durumda, karşılıklı atışmakta oldukları sırada Türk yurdunun çeşitli bölgelerinden ateş karşısındaki silâh arkadaşlarına yardım etmek hevesiyle bir kısım gönüllü genç subaylar türlü yollar ve vasıtalarla oralara sızmaya başlamışlardı.
Çok geniş olmasından muharebe cephesi (Trablus) ve (Bingazi) adı ile iki komuta bölgesine ayrılmıştı.
Batı’daki Trablus kısmını Ethem Paşa ve yardımcısı Fethi Bey, doğudaki Bingazi kısmını da Yarbay Enver Bey (Enver Paşa) ve Mustafa Kemal Bey komuta etmekteydiler.
1910 tarihinde Türkiye’de (Osmanlı Devleti) ilk defa açılan yedek subay okulu eğitim üyeleri arasında görevli olarak ben de (Ethem Şevki) gönüllüler arasına katıldım. Derne’ye nasıl ulaştığımız ayrı bir maceradır.
İlk Karşılaşma
Derne’de Mustafa Kemal’le 1912 Nisan’ının 25’inde karşılaştık. Bu karşılaşmanın hikâyesi şöyledir;
Fuat Bey (Bulca) ile birlikte atlara binerek, o gün, Mustafa Kemal ve Enver Beylerin bulunduğu Batı’daki Garnizona gittik.
Bir çadıra girdik. Bu çadır, kendisiyle ilk defa karşılaştığım Mustafa Kemal’in çâdırıydı. Çadır, hem komutanlık, hem yatak odası, hem istirahat solunundan ibaret bir çöl konutu idi.
Çadırda bir portatif yatak, iki tane de portatif sandalye ve gaz sandığından uydurulmuş bir masa vardı.
Çadırın orta direğine asılı beş numaralı gaz lambasını unutamam.
Çadırın aralık duran kapısından içeri girer girmez, Fuat Bulca beni Mustafa Kemal Bey’e “İstanbul’dan yeni gelen mülâzımı evvel (teğmen) Ethem Şevki… Bizim badireye katılmak üzere buraya gelmiştir… Görevini sizler tâyin edeceksiniz” diye tanıttı.
Oturduk, yirmi dakika kadar, İstanbul ve yolculuk hakkında bazı sorularını karşıladıktan sonra, Mustafa Kemal, “Bingazi Kuvvetleri Komutanı Enver Beyle de tanışmak için onun çadırına gidelim” dedi. Hep birlikte kalkıp Enver Beyin (Yarbay) çadırına gittik.
Bu arada Mustafa Kemal, İstanbul’dan ve hükümetin davranışlarından sorular sorarken en çok, Harbiye Nezaretinin, Bingazi ve havalisindeki mücahitler hakkında ne düşündüklerini, acaba hatırlayıp hatırlamadıklarını, hatırlıyorlarsa ellerinden gelen yardımları yapmakta neler düşündüklerini ve bu yolda aldıkları bir tedbirden bilgim olup olmadığını, bundan başka da benim yolculuk olaylarımı anlatmamı istemişti. Ben de Harbiye Nezaretinin buradaki mücahitlerle çok ilgilendiğini, ne mümkünse yapmak ve her fırsattan istifade ile buralara bazı malzeme göndermek istediklerini bu arada, benimle de bir sandık barut ve kapsül yolladıklarını, bunları Mısır’daki komiteye teslim ettiğimi yolculuğumu ayrıntıları ile naklettim.
Atatürk’ün bana soruları sorarken haleti ruhiyesi, İstanbul’daki Osmanlı Hükümeti’nin Bingazi ile hiç ilgilenmediğini düşündüğünü ,ayrıntılı açıklamamı duyunca memnun olduğunu yüz hatlarından anladım.
Tanıdığım Mustafa Kemal Bey, arkadaşlarına karşı, çok müşfik, çalışanı çok sever, işlerinde ciddî, emirlerinde katî, vazifede hiç lakayt tanımaz, kimseye karşı husumet beslemez, affedici karakterde bir zat idi… Hususi sohbetleri, çekici ve manyetize edercesine insanı dinlemeye mecbur edecek nitelikte idi…
Tatlı fakat kısa konuşur, karşısındakini şaka da olsa sözlerine inandırır, bir ruhta idi…
Tanıdığım Mustafa Kemal, O’nunla kısa zaman da olsa bir kaç kelime konuşan herhangi bir şahsın, O’nu sevmemesine imkân yoktu.
Bu kadar spritüel ve ruha hitabeden bir hususiyeti vardı Mustafa Kemal’in. Kendine has ses tonu ile söylediği sözler insanın kafasında yer eder ve içine işlerdi.
Bu zatta gördüğüm yüksek vasıfların, bende yaptığı sınırsız etki iledir ki, Birinci Cihan Harbinde, Sarıkamış muharebesinde sol bacağım kırılarak düşmana esir olduktan ve aradan birkaç sene geçtikten sonra bir gün, Rus gazetelerinde Mustafa Kemal’in sağ kanattaki İkinci Ordu Komutanlığına getirildiği haberini okuyunca ben şahsen bayram yapmıştım. Ve arkadaşlarıma “işte şimdi İkinci Ordu’dan bazı umulmayan hareketler beklenebilir. Çünkü, benim çok iyi tanıdığım Mustafa Kemal Paşa, bu ordunun komutanlığına getirilmiştir” demiştim.
Enver Paşa
İtalya’nın, Trablus Vilâyetimize saldırmasından az zaman sonra, Berlin Ataşemiliteri iken İstanbul’a gelerek, Harbiye Nâzırının müsaadesini alıp Derne’ye gelen Enver Bey daha önce Araplarla ve ileri gelenleriyle temas edip düşman karşısında bir karşı koyma cephesi kurma işini başarmıştı
Enver Paşa, Araplar nezdinde Sultanlara mensubiyeti sebebiyle çok itibar görmekteydi.
Arabın, küçüğü büyüğü, “Naibi Sultan Enver Paşa” diyerek ona bayağı taparlardı. Bu tapış halkın, padişaha olan bağlılığı dolayısiyledir
Mustafa Kemal, Enver Paşa’dan sonra Derne’ye geldi. Enver Bey’le Rumeli’de eşkiya takibatı sırasında aralarında geçmiş olduğu işitilen bazı tatsız olaylar yüzünden pek samimi olmadıkları göze çarpmaktaydı.
Fakat, birbirine bağlı olmayışın bariz bir misalini hiç bir taraf hiç bir zaman açığa koymadılar.
Enver Bey, Mustafa Kemal hakkında daima öğücü bir dille konuşuyordu.
Fakat, doğrusu, kimseden çekinmez haliyle Mustafa Kemal, Enver Bey’in tedbir ve tertiplerini pek isabetli görmezdi.
Nitekim, bazı kararlarda Enver Bey’e muarız olan Mustafa Kemal Bey’in fikirlerinin doğru çıktığına şahit olmuşmudur.
Bununla beraber, o da hiç bir zaman Enver Bey’i aşikâr surette acı bir dille hiç bir yerde yermemiş, ve yekdiğerlerine karşı dış görünüşte sevişir tutumlarını muhafaza etmişti.
Ayrılış
Yukarda bir kısım açıklamasını yaptığımız Timiskit muharebesinden sonra, iki taraf sessizlik ve durgunluk saatleri yaşamaya başladılar. Ne bizim taraftan, ne onlar tarafından ileri karakolda veya başka siperlerde günlerce tek bir tüfek atılmadı.Bu bizim için normal olaylara benzemeyen bir durumdu. Anlamını kimse açıklayamıyordu. Bir gün, şifre subayı, Enver Bey’in çok sevdiği bir arkadaşından gizlice sunu öğrenmiş:
Hükümet, İtalyanlarla Lozan’da sulh yapmış ve Harbiye Nezaretinden gelen emirde, Balkan devletlerine harp ilân edildiği bildirilmiş. Derne’de işi bitmiş subaylardan Balkan Harbine gönüllü olarak katılmak isteyenleri serbest bırakın diye bir telgraf emri alınmış. Enver Bey, bu emrin gizli tutulmasını söylemiş.
Maksadı, o durumu devam ettirerek İtalyanları uzun müddet tâciz ederek oraları tahliye ettirmeye mecbur etmekmiş.
Bu haber, el altından Mustafa Kemal’e erişince:
“Bu adamın kararı doğru değildir. Bir seneden beri burada çarpışıyoruz. Düşmanın elinde modern ve çok sayıda her türlü silâhı vardır. Bizim ise bunun karşısında hemen hiç bir şeyimiz yoktur. Düşman ne kadar beceriksiz olsa da oturduğu yerde bu silâhları kullanarak bu taraftan her hangi bir teşebbüsün yapılmasına mani olur.
Onlar, öz yurtlarından beslendikleri için uzun zaman dayanabilirler. Bize gelince, durum malum. Günün birinde yardımlar kesiliverirse kahraman erlerimiz boş yere kırılır, değerli subaylarımızı kaybederiz. Bence burada daha fazla oyalanmak doğru değildir. Bu arkadaş (Enver Bey) macera peşinde.. İsteyenler birer ikişer Türkiye’ye ulaşmak zorundadırlar.” dedi.
Bu konuşmada ben de Fuat Bulca ile beraber Mustafa Kemal Bey’in yanında idim. Ve bana hitaben ilâve etti:
«Ethem, biz yarın Fuat Bey’le birlikte doğuda ‘Mertube’ karakolunu teftiş etmek bahanesiyle yola çıkacağız ve bir daha dönmeyeceğiz. Siz, istiyorsanız, yarından sonra, sevdiğim ve güvendiğim bir iki arkadaşı yanınıza alarak bizi takip edebilisiniz.”
Anlatan: Ethem Şevki Kepenek, Yazan: Sait Arif Terzioğlu
Kaynak: Her Yönüyle Atatürk, Avni Altıner, 1981