ATATÜRK´ÜN Tam Bağımsızlığına ABD Darbesi
Sn. Osman Hocam ve Sn. Çağdaş Hocama ithaf edilmiştir…
‘’Atatürk´ün tam bağımsızlığı nasıl terk edildi?’’ sorusuna yanıt vermeden önce Kurtuluş Savaşı süresinde yaşadığımız ABD ilişkilerini bilmek gerekmektedir. Daha önce www.mustafakemalim.com adresinde yazdığım ‘’Wilson Prensipleri Esaslı Osmanlı Toprak İşgali’’ ve ‘’Atatürk´ün Amerikan Manda Stratejisi’’´ni okumanızı tavsiye ederim.
ABD Nasıl Bağımsız Oldu?
Amerika´nın bağımsız olması Büyük Britanya´ya başkaldırısı ile gerçekleşti. Tarihe ‘’Amerikan Bağımsızlık Savaşı’’ olarak geçen başkaldırıyı Büyük Britanya kaybetti. 1775-1783 yılları arasında Büyük Britanya ile On Üç Amerikan Kolonisi arasında geçen mücadeleyi, Paris Antlaşması izledi 25 Kasım 1783´te George Washington, New York´a girdi ve Amerika Birleşik Devletleri´nin kurulmasıyla sonuçlandı.
ABD´nin ‘’Yalnızlık’’ Politikası ve I. Dünya Savaşı
ABD´nin uyguladığı Monroe Doktrini gayet akıllıca bir stratejiydi. ABD Başkanı James Monroe 2 Aralık 1823´te kongreye sunduğu doktrine göre,
- ABD, Avrupa devletlerinin Amerika kıtasında sömürgecilik ve girişimlerine izin veremez.
- ABD, Avrupalı güçlerin arasındaki sorunlara, savaşlara ve politikalara karışmamayı esas alır.
ABD bu doktrin ile Avrupa´nın kendi kıtasına karışmaması ister ve aynı şekilde ABD´nin de Avrupa´ya karışmayacağını belirtir.
I. Dünya Savaşı´ndan sonra 1919 yılına geldiğimizde bu sefer ABD Başkanı Wilson, ‘’Wilson Prensiplerini’’ açıklamıştır. Dünya siyasetine 1919´da ortak olmaya başlayan ABD aynı zamanda biliyoruz ki Osmanlı coğrafyası için de birtakım planlar düşünüyordu. Her ne kadar askeri bir harekât düzenlemiyorsa da o denli aktif rol oynuyordu. ‘’Sömürgecilik’’ yerine ‘’Manda ve Himaye’’ tabirinin kullanılması da yine Wilson Prensipleri sonrasındadır. Prensiplerde, Türkleri ilgilendiren maddelerde mevcuttu. Bu:
Madde 12: Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir.
Dünyaya açılan ABD´nin Dünya Savaşı´nın ardından Türkiye´yi de ilgilendiren Prensiplerini açıkladıktan sonra ABD Deniz Kuvvetlerine bağlı Tuğamiral Bristol, bir rapor hazırlar. ‘’Amiral Bristol Raporu’’ olarak bildiğimiz raporda şunlar yer almaktadır:
- Bölgedeki olayların sorumlusu Türkler değil; Rumlardır.
- Bölgede Türkler çoğunluktadır.
Bu rapor uluslararası kamuoyuna Türklerin haklılığını vurgulamıştır ve Yunan işgalinin haksızlığını gözler önüne sermiştir.
Yeni bir ülke kuruluyordu. Bağımsızlık mücadelesi veren Türk milleti, Atatürk önderliğinde yeni bir çağa adım atmak istiyordu. Atatürk, dünyada emperyalizme başkaldırarak başarıya ulaşan ilk liderdi. Kurulan ülkenin temelinde yatan hammaddelerden bir tanesi de ‘’TAM BAĞIMSIZLIK’’ olmuştu. O yüzden Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sürecinde ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm’’ demiş hatta bunu sadece Türk milleti için değil ‘’TÜM MAZLUM MİLLETLER İÇİN’’ istemiştir.
Atatürk´ün Yeni Türkiye´si
Lozan imzalandıktan sonra ‘’Asıl savaşımız şimdi başlıyor’’ diyen Mustafa Kemal öncülüğünde Türkiye yeni bir çağa adım atarak her alanda ilerleme kaydetmek istiyordu. Dünyada ise dengeler değişiyor ve yeni güçler doğuyordu. Bunlardan biri ABD biri de SSCB´ydi.
Türkiye günden güne iyileşiyordu, zor ve sancılı olacaktı ama sonunda başarıya ulaşacağını biliyordu ve bunun için mücadele veriliyordu. İşte tam böyle sürerken 1929 yılında Dünya Ekonomik Krizi meydana geldi. 24 Ekim 1929 Perşembe günü ABD borsası dibe vurmuştur. Kara Perşembe olarak nitelendirilen günde 4.2 milyar dolar yok olmuştur. Yüzlerce şirket iflas etmiş veya %50´lilere varan değer kayıpları ile karşılaşmışlardır. Böyle bir durum Avrupa´yı etkisi altına aldığı gibi Türkiye´yi de etkisi altına almıştır. Türkiye bunlar yaşanırken:
Dış ticaret ve döviz denetimini arttırmıştır.
Gümrük vergilerini yükseltmiş, ithalat sınırı getirmiştir.
4 Nisan 1929´da İstanbul Üniversitesi´nde Yerli Malı Kullanma ve Koruma ve Yerli Malı Haftası ilan edilmiştir.
Hoover Moratoryumu
1929 Dünya Ekonomik Krizi, Türkiye´nin ödeme güçlükleriyle karşılaşmasına sebep olmuştu. Bu sırada ABD Başkanı Hoover, 1931´de kendi adını alan Hoover Moratoryumunu ilan etmiş, borçların ödenmesinde geciktirme imkânını gündeme getirmişti. Türkiye´nin de Osmanlı borçları sorunu olduğu için bundan yararlanmak istemiştir. 1933 yılında imzalanarak Osmanlı borçlar meselesi çözüme kavuşturulmuştur.
TÜRKİYE´NİN UÇAK ÜRETİMİ VE FABRİKALARIN KAPATILMA SÜRECİ
Türkiye´nin gökyüzü ile tanışması 1925´te başlamıştır. Bu başlangıç çok uzun sürememiş ve 1950´lilerin başına geldiğimizde çoktan son bulmuştu.
Yazımın bundan sonraki bölümü Türk Havacılığının nasıl başladığını ve nasıl bitirildiğini, hangi fabrikalarımızda neler ürettiğimizi ve o fabrikaların acımasızca nasıl kapatıldığını, bağımsızlığımızın nasıl elimizden alındığını gözler önüne serecektir.
Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) 1925-1928
Türkiye Cumhuriyeti ile Alman Junkers Uçak Fabrikası arasında 15 Ağustos 1925 tarihinde yapılan bir anlaşma ile faaliyete geçmiştir. Sermayesi 3.000.361 TL´dir. Hisselerin yüzde elli birlik kısmı Milli Müdaafa Vekâleti, yüzde kırk dokuzluk bölümü ise Junkers firmasına aittir. Junkers ile anlaşmanın sonrasında Kayseri ve Eskişehir Tayyare Fabrikaları inşa edilmiştir. Kayseri uçakların imalatını gerçekleştirmek için, Eskişehir ise bakım ve onarımların gerçekleştirilmesi için kurulmuştur. 1927´de Türk Hava Kuvvetlerinin Junkers A-20, F-13 ve G-23 uçaklarının bakım, onarım ve revizyon işlemleri yapılmış, montaj hattında beş adet Ju A-20 montajına başlanmıştır. Toplamda 30 adet Ju A-20´nin montajı tamamlanmıştır. Test uçuşlarını Vecihi Hürkuş gerçekleştirmiştir.
İsmail Yavuz, Mustafa Kemal´in Uçakları adlı kitabında fabrikanın kapanmasına giden yolu şöyle değerlendirmektedir:
‘’Fabrikada çalışan Alman mühendis ve işçilere verilen ücretlerin çok yüksek olması, yapılan uçak revizyon ve onarımlarının maliyetini çok yükselttiği gibi aynı işi yapan Türk mühendislerin ve işçilerin düşük maaş aşmaları huzursuzluğa neden olmuştur. Ayrıca TOMTAŞ şirketinin kuruluş sözleşmesinde bulunan ve Türk tarafının aleyhinde olan bazı maddeleri ve genel olarak Junkers firmasının taahhütlerini tam olarak yerine getirmemesi yüzünden anlaşmazlık çıkmıştır.
Bu kötü yönetim neticesinde TOMTAŞ krize girmiş ve 28 Haziran 1928 tarihinde şirketin faaliyetine son verilmiştir. Junkers ile Türk Tayyare Cemiyeti arasında oluşan anlaşmazlığın çözülebilmesi için konu mahkemeye intikal etmiş ve dava Ankara I. Asliye Hukuk mahkemesinde görülmüştür. Uyuşmazlığın çözülebilmesi için Junkers ile Milli Savunma Bakanlığı arasında 24 Kasım 1929 tarihinde bir protokol yapılmıştır. Bu protokol daha sonra bakanlar kurulu tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Protokole göre Junkers firmasına 520.000TL ödenmesi karşılığında firma tüm hisselerini Türk Tayyare Cemiyetine devredecektir.’’
Türkiye´nin havacılık serüveni elbette burada son bulmayacaktı…
Kayseri Tayyare Fabrikası (1930-1942)
1932 yılında Milli Müfafaa Vekâleti ile Amerikan Curtiss Aeroplane and Motor Company firması ile yapılan anlaşma sonucu, Curtiss Hawk ve Fledgling uçaklarının üretimine başlanmıştır. Toplamda 33 adet Curtis Hawk ve sekiz adet Fledgling uçağı imal edildikten sonra bu uçakların üretimine son verilmiştir.
Kayseri´de 1938 yılına kadar üç ayrı tipte toplam 50 adet planör imal edilmiştir. Fabrikadaki meydan uçuşlara açılmıştır.
1936 yılında Alman Gothaer Waggonfabrik A.G. ile lisans anlaşması yapılarak ilk üç tanesi kit halinde getirilip monte ve kalan 43 yerli imal edilmek üzere, 1936-39 yılları arasında toplam 46 adet Gotha 145A uçağı üretilmiştir.
1936 yılında Polonya Panstwowe Zaklady Lotnicze firması ile lisans anlaşması yapılmış ve 1937´den itibaren PZL-24A ve 24C uçaklarından 24 adet üretilmiştir.
1940 yılında İngiliz Philisp and Powis Aircraft Ltd. firmasıyla yapılan lisans anlaşması ile Miles-Magister üretimine geçilmiş ve bu uçaktan 24 adet üretilmiştir.
Kayseri´de 1926´da Junkers ile başlayan süreçten 1941´e kadar yedi ayrı tipte yaklaşık olarak 212 adet uçak üretimi gerçekleştirilmiştir. 1937-47 arasında 24 uçak fasbatı (kısaca bahsedecek olursak tamiratı ve onarımı) ile 14 tip motor revizyonu gerçekleştirilmiştir.
Yine İsmail Yavuz kitabında fabrikanın kapatılma sürecine şöyle değinmektedir:
‘’1950 yılından itibaren Tayyare Fabrikasının adı kaldırılarak Hava İkmal Merkezine dönüştürülmüştür. Tesis, Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait pervaneli uçakların, onarım ve fasbatların, muhtelif tip taşıt araçları ile yer teçhizatı onarım ve revizyonlarını üstlenmiştir. Dış kaynaklardan yedek malzeme temini güçleştikçe, Hava Kuvvetlerinin ikmal, bakım ve onarım gücünün devamı için fabrika geliştirilerek bir kısım malzemenin üretimine geçilmiştir. Türkiye´deki üç ikmal merkezinden biri olan Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkezinde günümüzde, Hava Kuvvetlerinin ihtiyaçları yönünde üretim yapılmaktadır.’’
Burada bir ayrıntı vermek istiyorum, Türk Havacılığının vazgeçilmezi ve adını tarihe yazdıran Vecihi Hürkuş bu dönemde ‘’Vecihi Faham Tayyare İnşa Fabrikası (1932-1935)’’nı İstanbul´da kurmuştur. Yine Vecihi Hürkuş fabrikayla paralel olarak Vecihi Sivil Tayyare Mektebi´ni kurmuştur. Tasarladığı uçakların imalatını burada gerçekleştiren Vecihi yine aynı şekilde test uçuşu ve diğer işleri de okuluyla paralel olarak sürdürmüştür. Kendisinin dönemdeki başarılarına ve yaptıklarına yazımda maalesef yer verememekteyim. Bu dönemde Türkiye´de, 1926´da daha Yeşilköy´de Tayyare Makinist Mektebi kurulmuştur. İstanbul´da kurulan Yüksek Mühendis Mektebi (günümüzde İTÜ) ile memleketteki mühendis ihtiyacı karşılanmak istenmiştir.
Eskişehir Tayyare Fabrikası
Bu fabrikada önemli bir iş başarılmıştır. MMV-I Tayyaresi, Türk Mühendis Selahattin Alan tarafından Eskişehir´de üretilmiştir. Atatürk döneminde biliyoruz ki yurtdışına öğrenciler gönderildi. Selahattin Alan onlardan biriydi. Türkiye´de uçak yapılabileceğini kanıtlamak isteyen genç mühendis işe koyulur. Fransa´da eğitim görmüş olan Alan, amatör pilot brövesine de sahiptir. MMV-I (Milli Müdafaa Vekâleti-I) uçağını burada tasarlayan Alan, fabrikadaki marangoz atölyesinin ustabaşılarından Mehmet ile birlikte bu işe başlarlar. Bu uçak ALAN-1 kodu ile de adlandırılmaktadır. Bundan sonraki süreçte Türk Havacılığı yeni bir isimle daha tanışacaktır o da Nuri Demirağ olacaktır. Küçük bir parantez açarak belirtmek isterim ki Demirağ, soyadı Atatürk tarafından kendisine uygun görülmüştür.
İsmail Yavuz´a burada bir kez daha kulak vermek istiyorum:
‘’Selahattin Alan ile Nuri Demirağ uçak fabrikalarının dönemi, Atatürk´ün buhranlı, yani devlet işlerine bakamadığı ve ardından onu kaybettiğimiz döneme denk gelir. Mustafa Kemal´ini çok erken ve dünyanın en krizli yıllarında kaybeden Türkiye, tam bağımsız yapısından ödün vererek alınan yanlış politik kararlar neticesinde, 1950 yılında büyük çabalarla yaptığı uçak fabrikası tesislerini kapatacak, bilgili ve tecrübeli insan gücünü de dağıtacaktır. Çünkü ondan sonra gelen liderlerin ekonomik ve yönetim bakımından tam bağımsız yapının ne demek olduğunu anlayamadıklarını ve Atatürk´ün açtığı yolu izlemediklerini görmekteyiz. Bu nedenledir ki hâlâ dışardan teknoloji satın almak zorunda kalıyoruz. Oysa Atatürk teknolojiyi satın almak yerine, yurtdışına öğrenciler göndererek teknoloji ve dolayısıyla sanayii kendi ülkesinde üretmiştir.’’
Nuri Demirağ, Türk Havacılığına ismini yazdırırken şu sözlerle başlar. Bu sözler gerçekten önemlidir. Diyor ki:
‘’Avrupa´dan, Amerika´dan lisanslar alınıp tayyare yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans verilmemektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika´nın son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.’’
Bu sözler yerlilik ve millilik istendiğini göstermektedir. Nuri Demirağ´ın fabrikalarının olduğu dönemde maalesef Mustafa Kemal çoktan Türkiye´sini bırakmıştır. 1938 sonrasında ise Almanya, İtalya ve Rusya´da diktatör rejimleri yer almış ve 1939´dan başlayacak ve de 6 yıl sürecek bir dünya savaşının perdesi aralanacaktır.
Nuri Demirağ´ın örnek verilebilecek iki uçağı:
Nu.D 36
1936 yılında tasarlanan bu uçaktan 12 adet üretim gerçekleşmiştir.
Nu.D 38
1938 yılında tasarlanmıştır. Jane´s All The World´s Aircraft kataloğu dünyada yeni tasarlanmış bir hava aracı olduğunda bunları kendi listesine almaktadır. THK Etimesgut Uçak Fabrikası ve Nuri Demirağ Fabrikasının uçakları 1941 ve 1949-50 yıllarında iki kez bu katalogda yer almıştır. Çok çarpıcı bir durum vardır.
İsmail Yavuz burada şöyle demektedir:
‘’Sonunda Nuri Demirağ fabrikasının yurtdışına uçak satmaması için de kanun çıkartılır, sipariş alamayan fabrika iflas etmiştir. (…) 1938 yılında Mustafa Kemal´ini kaybeden Türkiye, 1939 yılından sonra kadro değişimine uğramış ve bunun yansıması olarak politika değişimine de uğramıştır. Şöyle ki, 6.7.1936 tarihinde dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Nuri Demirağ´a gönderdiği resmi mektuplarda net bir biçimde Nuri Demirağ´a açık destek vermiştir. Yine 4.8.1938 tarihinde dönemin Hava Müsteşarı Zeki Doğan ise yaptığı geziden sonra gönderdiği resmi mektubunda Nuri Demirağ´ı candan kutlarken adeta ‘sen uçakları yap biz alacağız’ demiştir. Fakat Atatürk´ün ölümünden sonra değişen tüm kadrolar gözünü Amerikan uçaklarına dikmiş, Nuri Demirağ´a sahip çıkılmamıştır. Bu kadrolar özellikle Rusya´dan gelen tehditlerin ancak İngiltere ve Amerika´dan alınan teknolojisi yüksek uçak ve silahla önlenebileceğini düşünmüşlerdi. Böylece Atatürk´ün on beş yıldır sürdürmekte olduğu tam bağımsız politikaları bilinçli veya bilinçsiz olarak sürdürülememiştir.’’
Mustafa Kemal 1 Kasım 1937´de şunları söylemektedir:
‘’Bu yıl içinde, denizaltı gemilerini memleketimizde yapmayı başardık. (…) Hava Kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük milletimizin yakın ve şuurlu alakasıyla, şimdiden başarılmış sayılabilir.
Bundan sonrası için bütün tayyarelerimizin ve motorlarının memleketimizde yapılması ve harp sanayimizin de bu esasa göre inkişaf ettirilmesi iktiza eder.
Hava Kuvvetlerinin aldığı ehemmiyeti göz önünde tutarak, bu mesaiyi planlamak ve bu mevzuu layık olduğu ehemmiyetle milletin nazarında canlı tutmak lazımdır’’
Görüldüğü üzere Mustafa Kemal´de bu zamandan sonra uçaklarımızın her şeyiyle Türkiye´de üretilmesini istemektedir.
Türk Hava Kurumu Etimesgut Uçak Fabrikası
1939´da kurulan THK Etimesgut´u, 1945´te Gazi Uçak Motor Fabrikası, 1941´de ise Ankara Rüzgâr Tüneli yapılmaya başlanmıştır, 1950´de tamamlanmıştır. Fakat 1950´de kapatılmaya başlanan uçak fabrikaları neticesinde yapılan rüzgâr tünelinin hiçbir işlevi de kalmamıştır.
THK Etimesgut´ta oluşturulan projeler; THK-1, THK-3, THK-6, THK-7, THK-8, THK-9 ve THK-13 planör, THK-2, TH-5, THK-10, THK-11. Etimesgut TÜRK BAĞIMSIZ HAVACILIĞININ BAŞLANGIÇ MERKEZİDİR. THK-12, THK-14, THK-15 olarak uçak imal edilmiştir. THK-16 jet eğitim projesi ise, üretilemeden kalmıştı.
İHRAÇ EDİLEN İLK VE TEK MİLLİ UÇAK: THK-5
THK-5 ambulans uçağı olarak tasarlanmıştır. 1951´de Danimarka´ya satılan TC-THK AY sicil numaralı uçağımız satılan Falcks şirketince OY-ACK sicil harfleri verilmiştir. İşin enteresan tarafı burada başlamaktadır ki 1953 yılında Danimarkalılar tekrar sipariş vermeye geldiğinde uçak fabrikamız kapatılmıştır.
1953 yılında durmak zorundayız. Amerikan – Türk ilişkilerini incelediğimiz bu dönemde ilk önce 2. Dünya Savaşı´nın bitmiş olduğunu unutmayalım. Bu dönemde Almanya tekrar kaybetmiş, SSCB daha da güç toplayarak dünyada güç haline gelmiş ve onun karşısında da Batı´da ABD yer almıştır. İlk önce 1946 yılına gideceğiz…
1946 – Missouri Zırhlısı
Missouri tarihimize kara bir leke olarak yazılmıştır. Neden?
Türk diplomatımız Münir Ertegün, ABD büyükelçisi olduğu sırada vefat etmiştir. Naaşının getirilmesi gerekmektedir. 1946, Soğuk Savaş dönemine geçildiği ve dünyada tekrar dengelerin değiştiği bir dönemdi. Bu esnada ABD naaşı zırhlı ile gönderme kararı almıştır. Ve Münir Ertegün´ün naaşı Missouri Zırhlısı ile getirilmiştir. Mesele geminin gelmesi değildi, gemi geldiğinde yapılanlardı. Gemi geldiğinde Kız Kulesi´ne büyük harflerle ‘’MİSSOURİ’’ yazılmış, camilerde mahyalarla ‘’WELCOME’’ yazılmış, PTT Missouri için posta pulu basmış, Taksim´de Mussouri maketi yapılmıştı. Daha da ilginç durumdan genelevlerde nasibini almıştı. Amerikan askerleri için her şey dikkat ediliyordu. TÜRKİYE İSE BAĞIMSIZLIĞINI KAYBEDİYORDU.
Marshall Planı
II. Dünya Savaşı sonrasında anti-komünist yaklaşım ile ABD´nin Avrupa için hazırladığı ekonomik planlamadır. Ülkelere belirli miktarlarda ekonomik yardımlar yapılmıştır. Türkiye´de nasibini almıştır, belirtilen miktar 137 milyon dolar olmuştur.
Eisenhower Doktrini
ABD Başkanı Eisenhower tarafından hazırlanan doktrin, Orda Doğu´nun SSCB nüfuzu altına girmesini önlemek amacıyla planlanmıştır. Orta Doğu´ya ekonomik ve askeri yardım yapmayı planlamışlardı. 1957´de Türkiye´deki iktidar Adnan Menderes yönetimindeki Demokrat Parti´dir. Türkiye bu doktrini kabul ettiğini bildirmiştir.
Bu üç olay sırasıyla ‘’Mussouri, Marshall ve Eisenhower’’ ile süregelirken Türk Havacılığına ne oldu? Burada benim nezdimde ‘’BERBAT’’ üç rapor söz konusudur. Bize ‘’SİZ TARIM ÜLKESİSİNİZ!’’ dediler. Bizde ‘’Peki.’’ dedik. SSCB´den kaçarken ABD´ye yakalandık, soğuk su içerken ağzı yanan tek millet olmuştuk.
Türk Havacılığının Bitmesini İsteyen ABD ve Raporları
Marshall, Türkiye´ye para yardımı yapmıştı ama bunu bizim iyiliğimiz için değil bilakis Türkiye´nin baştan sonra tarım ülkesi olmasını istediği için yapmıştı. Bağıra bağıra ‘’Siz teknoloji üretmeyeceksiniz!’’ deniyordu. Raporlar ve içerikleri şöyleydi:
Hilts Raporu:
1948-1950 yıllarında ABD Federal Kara Yolları Bürosu Genel Müdür Yardımcısı Hilts´in başkanlığında bir heyet tarafından yazılan ‘’Türkiye´nin Yol Durumu’’ başlıklı rapordur. Bu rapor, Türkiye´nin demiryolundan vazgeçmesini ve öncelikle karayollarının yapılmasını sağlamıştır. BAŞARDILAR!
Baker Raporu:
1949-1950 yıllarında Dünya Bankası yöneticisi Baker başkanlığındaki heyet tarafından hazırlanan ve ‘’Türkiye´nin Ekonomisi’’ başlığını taşıyan rapordur. Bu rapor bizim öncelikle tarıma yönelmemizi söylemektedir. Bu raporda uygulanmıştır. BAŞARDILAR! Avrupa´nın tahıl ambarı olacaktık.
Thornburg Raporu:
1949-1950 yıllarında Amerikan Dışişleri Bakanlığında petrol danışmanı Max Weston Thornburg ve arkadaşları tarafından yazılan ‘’Türkiye´nin Bugünkü Ekonomik Durumu’’ ve ‘’Türkiye Nasıl Yükselir?’’ başlıklı rapordur. Thornburg´un 1956 yılında Başbakan Menderes´in danışmanı olduğu birçok yerde yazılmıştır. Bu rapor özelleştirmenin önünün açılması gerektiğini, Sümerbank, Etibank, Karabük Demir-Çelik gibi kuruluşların özelleştirilmesi ya da tasfiye edilmesi gerektiğinden, uçak ve uçak motor fabrikalarının ekonomik olmadığı için kapatılması gerektiğinden bahsetmektedir. Uçak, otomobil, traktör gibi teknoloji gerektiren malzemelerin ithal edilmesinin ekonomik olduğu söylenmekteydi.
Bakınız, 1947-1955 yıllarında ABD´den alınan uçak sayısı 1905 adettir. Sadece F-84´ten 850 tane alınmıştır. Amerika her şeyiyle içimize girmeye başlamıştır. 1949´da krom üretimimiz 50 bin ton civarıdır. 1952 yılında 180 bin tona çıkar. 1952 yılını da unutmamak gerekmektedir. NATO´ya girmemiz için Kore´ye asker yollanmamız istenmiştir. Onun karşılığında NATO´ya alınmışızdır. Ve bu üretim artışına bakınca, krom ihracatının uçak motoru imal eden yerler olduğu görülmektedir. Kısacası bizi HAMMADDE ülkesi yapmaya çalışıyorlardı.
1959 – ABD Başkanı Eisenhower´ın Türkiye Ziyareti
Türkiye´ye ilk gelen ABD Başkanıdır. Türkiye´de Ankara´ya gelen başkana çok ilginç bir şey yapmışızdır. Atatürk´ün 1934 model Lincoln marka makam aracını ve ondan başka kimsenin kullanmadığı bu aracı çıkarıp ABD Başkanı´na tahsis etmiş ve onun da halkı selamlamasını izlemişizdir. Bu yine nezdimde pek parlak bir hamle olmadığı gibi Türkiye´nin kurucusuna da hakarettir. Tabi 1946´daki gibi olmuştur. Tam adı ‘’Ike Eisenhower’’ için Ankara´ya da ‘’I like Ike’’ ve ‘’We like Ike’’ sloganları yazılmıştır. Amerikan bayrağının bol olduğu bir ziyaretti. Güzel bir kortejle de halkı selamladı!
Türkiye´ye Gelen Bir Filo Vardı Ki… Altıncı Filo
Altıncı Filo bazı şeylere tepki amaçlıydı. Peki ama neydi bu tepki? Kıbrıs´ı şu anda incelememiz gerekmektedir. Geçen süre zarfında çok şey yaşandı ama Kıbrıs bizim için büyük bir meseleydi. 1974´ten önce İsmet İnönü´nün daha yönetimde olduğu dönemde Kıbrıs´a bir harekât yapılması kararlaştırılmıştı. Türk Ordusu yıllar sonra kışlasından çıkıp uluslararası alanda marifetini sergileyecekti ki… İşte o anda… ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından İsmet İnönü´ye bir mektup yazıldı. Tarihimize Johnson Mektubu olarak geçen bu mektubun amacı Kıbrıs´a müdahaleyi engellemekti.
Türk hükümeti 2 Haziran 1964 yılında çıkarma yapma kararı alır. 5 Haziran´da da bir mektup bize ulaştırılır. Tarih kitaplarına geçen bu mektup ‘’ağır, küçük düşürücü ifadeler barındıran, sert ve kaba bir üslup’’ ile yazıldığı belirtilmektedir. İnönü bunun ardından ABD´ye gidip başkan ile görüşmede bulunmuştur. Nitekim Türk Ordusu, Kıbrıs´a müdahale etmek için 10 yıl daha bekleyecektir.
1964´te müdahale yapamayan Türkiye´ye birkaç yıl sonra bir Amerikan Filosu gelir. Bu Filo, 6. Filo´dur. Bu sefer Türkiye – ABD yoktur. ABD ve Türkiye´nin sağ – sol kesimi karşı karşıya gelmiştir. 6. Filo´nun askerlerinin topraklara bastırmamaya kararlı olan öğrenci grupları Amerikan askerlerini denize atmıştır. Denize atmakla kalmamış aslında ABD´nin gitmesini istemişlerdir. Kanlı Pazar denilen vahim olayda bu esnada olmuştur. Bağımsızlığını günden güne kaybeden Türkiye´de 16 Şubat 1969´da sağ ve sol ideolojik kesim karşı karşıya gelmiştir. O gün orada yaşanansa tarihe yine geçmiştir. 6. Filo´nun geldiği savaş gemisi, kıble yapılarak namaz kılınmıştır.
Haşhaş Üretiminin ABD Ayağı
TBMM´nin zabıtlarında kesinlikle bulabileceğiniz hatta şu anda internette, TBMM´nin adresinde okunabilir. 26.06.1971 tarihinde haşhaş üretimi durdurulmuştur. ABD´nin parmağı elbette ki vardır. 01.07.1974´te Bülent Ecevit, başbakanken üretimi tekrar başlatmıştır. Piyasanın en çok haşhaş üreticisi olan Türkiye´de, Mehmet Ali Birand´ın 32. Gün programınca hazırlanan 12 Eylül belgeselinde Bülent Ecevit, haşhaş üretiminin tekrar başlamasının ardından ABD Senatosu´nun Türkiye aleyhinde ambargo kararı almasından bahsetmektedir. Karar alınır. Alınır da…
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı
Kıbrıs´taki Rumlar, Kıbrıs´ın Yunanistan´a ilhakını gerçekleştirmek amacıyla (ENOSİS) faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır. 1974´e kadar dayanabilen TSK, bu süreçten sonra müdahale kararı alır. Hiçbir kimseyi dinlemeden adaya askeri operasyona başlar. 20 Temmuz 1974´te Enosis´e engel olmak amacıyla başlayan harekât BM´nin ateşkes çağrısı ile durmuş, olayın masaya yansıması beklenmiştir. Görüşmelerde sonuç alınamayınca ‘’Ayşe tatile çıkmış.’’ operasyonun ikinci safhası başlamıştır. Bu esnada unutulmaması gereken şey Yunan tarafında darbe yapılmasıdır. Bu darbecilerde bu işe destek verince Türk – Yunan ilişkileri tamamen kopar ve Türk askeri adaya ayak basar. Harekât sonucunda 13 Şubat 1975´te Rauf Denktaş KKTC tarihine geçen lider olmuştur.
ABD zaten haşhaştan dolayı kızgın iken bize bu Kıbrıs meselesi tuz biber olmuştur. 1969´da iki ülke arasında imzalanan ‘’Savunma İş Birliği Anlaşması’’ yürürlükten kaldırılmıştır. Silah ambargosu uygulama kararı alan ABD´ye karşılık 1975´te Türkiye´de, Türkiye´deki bütün ABD üs ve tesislerin el koymuştur.
Para sıkıntısı çeken Türkiye, mecburen IMF´ye gider. Yine Bülent Ecevit, 12 Eylül belgeselinde konuya değinirken ‘’IMF´nin Türkiye´nin ekonomik bağımsızlığını tamamen elinden almak istediğini’’ belirtmektedir. Türkiye´nin karma ekonomiyi bırakıp tamamen liberal ekonomiye geçmesi beklenmektedir. 1980 sonrası dönemde Türkiye, 24 Ocak 1980´de serbest piyasa ekonomisine geçme kararı almıştır.
BAĞIMSIZLIĞINI UNUTAN ÜLKE…
Türkiye… Atatürk´ün bağımsızlığından, Atatürk´ün ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm’’ sözlerini rafa kaldırarak ABD güdümlü bir cepheye girmiştir.
14.06.2018
Ayberk KIZILKAYA
KAYNAKÇA: İsmail Yavuz, Mustafa Kemal´in Uçakları