Atatürk’ün Sofrasına Ve İçkisine Yönelik Saldırılar

UYDURMALAR

Atatürk bir sarhoşmuş, ayyaşmış, devamlı alkol kullanırmış, gece sabaha kadar içer, körkütük olurmuş (!)

Atatürk’ün sofrası zevk, sefa âlemiymiş, ülkeyi sofradan idare edermiş (!)

Atatürk geceyi içki ve fuhuş âleminde, gündüzü yatakta geçirirmiş (!)

SARHOŞ NE DEMEKTİR?

Sarhoş, alkollü içki veya keyif verici bir madde sebebiyle kendini bilemeyecek durumda olan demektir. Yani alkolün etkisiyle bilinç bulanıklığı yaşayan demektir.

Atatürk, alkol kullanırdı ama hayatının hiçbir döneminde sarhoşluğa düştüğü bir durumu görülmemiştir. Buna ait tek anekdot dahi yoktur. İçkisine ait anekdot çoktur ama sarhoş olduğuna ait yoktur.

Atatürk, alkol kullanandır ama sarhoş değildir. Alkol kullanandır ama ayyaş değil, devamlı içen değil, sabaha kadar içen değildir.

Atatürk’ün alkolle ilişkisini ayrıntılı ele alacağız. Alalım ki hakkındaki uydurmaları doğruya, gerçeğe çekelim.

Atatürk; ne içerdi, neden içerdi, ne kadar içerdi, ne zaman içerdi, ne zaman içmezdi, her sofrası içki masası mıydı, geceyi eğlencede, gündüzü yatakta mı geçirirdi? 

ATATÜRK’ÜN ALKOLLE ARASI

Atatürk alkol kullanan bir kişidir. İçki olarak rakıyı tercih eder. Baş mezesi leblebi, beyaz peynir ve kavundur. Akşamları sofra başında sohbetten büyük zevk duyar, sofrada içki bulundurur ve içer. Ancak az içer, gündüz hiç içmez; önemli konuların devlet meselelerinin görüşüleceği sofralarda içki bulundurmaz. Vazife başında içki içilmesini ise hiç hoş görmez.

Alkollü içkiye bakışı ise aslında pek sıcak değildir.

“…sağlığın korunması için, özellikle dimağın canlılığı, zihnin açıklığı için alkol almamalı”(1) der.

Böyle düşünen, o halde neden içmiştir? Yanıtı kendisinden alalım. Sağlığı nedeniyle içmemesini isteyen Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a dediği:

“Haklısın, bunları ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum; kafam çok, ama beni rahatsız edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor; vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum… (Zihnim bir meseleye takılıyor, onu düşüne düşüne kafam şişiyor, uykum kaçıyor)… İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum. Aynı zamanda içki bağırsaklarımı da düzenliyor…”(2 )

Anıyı aktaran, devamında şöyle diyor:

“Gerçekten içmediği günler, hem uyumak, hem de bağırsaklarını harekete geçirmek için devamlı olarak ilaç kullanmak zorunda kalırdı.”(3) Atatürk’ün önemli rahatsızlıklarından ikisi, kabızlık ve uykusuzluk idi. 

ATATÜRK NE ZAMAN İÇER, NE KADAR İÇERDİ? 

Atatürk; alkolik değil, ayyaş değil, her gün içen değildir. Ne zaman içtiğini, hangi durumlarda hiç içmediğini, ne kadar içtiğini, O’nu tanıma, O’nunla beraber olma mutluluğuna erişenlerden dinleyelim: 

Dr. Tevfik Rüştü Aras (Ata’nın 12 yıl boyunca Dışişleri Bakanı): 

“Ciddi işler konuşulduğu zaman Atatürk’ün yanında kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı.”(4)

Süreyya Yiğit (30 yıllık arkadaşı): 

“Atatürk büyük işler hazırlarken asla alkole iltifat etmezdi. Nitekim Erzurum’da iken biz içerdik. Teklif ettiğimizde kabul etmez, yalnız kahve içerdi… Korkunç derecede bir irade kuvveti vardı…”(5)

Cevat Abbas Gürer (Ata’nın yaveri): 

“…(sofrasında) alkolün tesiri altında kalanlara fazla rahatsız olmamaları için hemen izin verirdi. Esasen sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.”(6)

Tevfik Bıyıklıoğlu (Genel Sekreteri): 

“…Buhranlı zamanlarda Atatürk için sofra, içki… yoktu.”(7) 

Halide Edip Adıvar (Kurtuluş Savaşını anlatıyor):

“Mustafa Kemal Paşa bu ilk aylarda, hatta daha sonraları, kritik anlarda, kendisiyle çalıştığım zaman, hep içkiye karşı nefsine hâkimdi. İçkiye düşkünlüğü söylendiği halde ağzına bir damla alkol almamıştı.”(8)

Hasan Rıza Soyak (16 yıl Köşkte; 5 yıl Özel Kalem Müdürü, 6 yıl Genel Sekreteri):

“İçki olarak rakıyı tercih ederdi; başka içkileri, mesela bira, şarap, viski ve şampanyayı nadiren içerdi.”(9)

“Askeri, siyasi, büyük ve önemli meselelerin cereyan ettiği veya konuşulacağı zamanlarda hiç içmezdi… Gündüz içmenin de aleyhindeydi. Yanında bulunduğum uzun yıllar zarfında yalnız iki defa, gündüz birkaç kadeh konyak veya rakı içtiğini gördüm.

Maiyetinde çalışanların, vazifeli oldukları saatlerde, içki kullanmalarını da hoş görmez, yasaklardı.

Atatürk gerçi, pek hoşlandığı içki sofralarında saatlerce kalırdı ama miktar itibariyle çok içen bir adam sayılmazdı.”(10)

Falih Rıfkı Atay (15 yıl Ata’nın yakınında bulunmuş yazar):

“Savaş ve devrim günlerinde, meseleler konuşulduğu sırada hiç içmez(di).”(11)

Necmettin Sadak (“Bozkurt” isimli kitaba, 1932’de Akşam gazetesinde verdiği yanıttan):

“Mustafa Kemal zaman zaman içki içer ve içtiği de herkesçe bilinir. O, bunu asla gizli yapmaz. Binlerce milletin şerefine alenen kadehini kaldırdığı görülmüştür. Zaten O, özel hayatının hiçbir köşesini gizlemeye hiçbir zaman lüzum görmemiştir ve görmemektedir…

Mustafa Kemal, Anadolu’nun ilk buhranlı senelerinde ve iş başındayken hiçbir tür içkiyi ağzına götürmemiştir.”(12)

Bu alıntıları daha çoğaltabiliriz. Özellikle “günlük” türündeki eserlerde, Atatürk’ün içki içme durumu daha açık ortaya çıkıyor. Örneğin; Birinci Dünya Savaşında Ata’nın Kurmay Başkanlığını yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar’ın günlüğüne baktığımızda(13) -ki aynı zamanda Ata’nın da günlüğü değerindedir- ne zaman ne yaptıkları görülmekte, içki içtikleri hatta kendi ifadesiyle “yaramazlık yaptıkları” gün bile (26 Ocak 1917) görülmekte ama 2.5 yılda içki içtikleri gün sayısının çok az olduğu tespit edilmektedir.

İşte Atatürk’ün içkisi böyle. Bu disiplinle içki kullanan birisine nasıl sarhoş, ayyaş, devamlı içen, körkütük denebilir? Ama deniyor. Sebep? Gayet açık. Sunuşta belirttiğimiz gibi devrimlere düşmanlık, Türk ve Türkiye düşmanlığı ve ortaçağ özlemciliği. Bunlar art niyetli grup. Bir de art niyeti olmaksızın Atatürk’ün sadece içkisini ön palana çıkarmaya çalışan gruba rastlanıyor. Bunlar için Mahmut Esat Bozkurt şöyle diyor ve biz de bu maddeyi bununla bağlıyoruz:

“Atatürk’ü herkes anlayamadı ve anlayamazdı. Çok büyüktü. Biz faniler, ona erişemezdik ve anlayamazdık. Bizim, O’nda bütün gördüğümüz lüzumsuz pek ufak teferruattı. Rakı içmesi, neşesi, şusu busu. Çünkü biz daha yukarı çıkamayız…”(14)

ATATÜRK’ÜN SOFRASI ZEVK, SEFA ALEMİ MİYDİ?

Atatürk’ün akşam sofraları ünlüdür. Çalışma ve uyku dışındaki zamanının çoğunu akşam sofralarında geçirdiği bilinir. Böyle bir yaşam tarzı benimsemesinin de nedenleri vardır. Önce, büyük bir adamdır ama bir o kadar da yalnızdır. Ailesi yoktur. Bu yolla yalnızlığını giderdiği düşünülebilir. Sonra insancıl, sevecen, dost canlısı bir insandır. Bu yolla sevdikleri ile sık bir arada olma ortamı yaratmış ve eğlenme, dinlenme ihtiyacını gidermiş olabilir. Bununla ilgili kendisi de şöyle der:

“Bir lokma ekmek, bunu birkaç yakın arkadaş ile oturup beraberce yemek ve içmek bana kâfidir.”(15)

Diğer önemli bir neden de O’nun devlet adamlığı ile ilgilidir. Sofrasının nasıl bir sofra olduğunu açıklığa kavuşturunca, bu neden kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Sofrasının özelliğini öğrenmek için, sofrasına katılanlara kulak verelim.

Kılıç Ali (1920’den ölümüne kadar Ata’nın yakınında): “

“Atatürk’ün en büyük zevki sofrası idi. Sofrasının bizim gibi bir daimi müdavimleri; bir de bakanlardan, mebuslardan, gazetecilerden sık sık davet edilenler; bunlardan başka sefirlerimizden, kumandanlarımızdan, kendilerinin eski arkadaşlarından ve ahbaplarından ara sıra davet edilenler vardı. 

Atatürk’ün sofrası bir yemek sofrası, bir içki sofrası, bir eğlence sofrası değil, bir nevi akademi, adeta bir nevi dershane idi. 

Sofrasının karşısında daima büyük bir karatahta, üzerinde tebeşiri ile, silgisi ile hazır bir halde bulunurdu. Bu sofrada iç politika, dış politika, iktisadi politika, tarih, dil, coğrafya vb. çeşitli ilmi mevzular, günün önemli sorunları, inkilap hareketleri ve her çeşit milli meseleler tartışılır idi… 

Bununla beraber sofra, bazılarının sandığı ve telkin ettirmek istedikleri gibi, bütün devlet işlerinin müzakere yeri değildi. Bu mühim noktayı fark edemeyerek ‘Sofrada devlet işleri hallolunuyor!’ diye günün birinde Atatürk’e karşı gelenler, ağır mesuliyetlerle etekleri tutuştuğu zaman, o sofraya içinden çıkamadıkları devlet işlerini getirirler ve onları orada Atatürk’e hallettirerek sofradan ferahlık ve neşe içinde çekilirlerdi… 

Atatürk’ün sofralarında konuşulmayan, konuşulmasına müsaade etmedikleri tek şey, dedikodu mevzuları idi… 

Atatürk; …fikirlerin, kanaatlerin serbest açıklanması için müsamahakâr kalırdı…”(16)

“Sofrasının dağılması, görüşülen konunun önemine göre idi. Çok defa sabahlandığı vaki olduğu gibi; erken zamanlarda dağılındığı da olurdu.

Ekseri geceler ciddi mevzular, ilmi tartışmalarla, bazı geceler de eğlence ile geçerdi. Eğlence denilen şey ise, alaturka saz getirip onu dinlemekten ibaretti.

Atatürk, sofrasına herkesi bir maksatla davet ederdi.”(17)

Celal Bayar:

“Atatürk, Çankaya’da hemen her akşam fikir ziyafetleri tertip eder ve bu ziyafetlerde de leziz münakaşalar açarak söyler, söyletir, etrafındakilerin aynı mevzudaki muhtelif fikirlerini öğrenmeye pek ziyade ehemmiyet verirdi.”(18)

Şükrü Kaya (İçişleri Bakanı):

“Atatürk’ün sofralarına zamanın tanınmış adamlarından davet edilmeyenler pek azdır. Kendisini sevmeyenler ve gelmeyenler bile oraya daveti şeref sayarlardı…”(19)

Falih Rıfkı Atay:

“…Kendisini tanıyanların hepsi için Atatürk adı, sofra sohbetlerini hatıra getirir. Dostları ile akşamları sofra başında buluşmak ve geç vakitlere kadar konuşmak âdeti idi. Pek azı zevk ve eğlence meclisi olmuştur. Bunlar da, hani okullarda tatil saatleri vardır, Öyle bir şeydi…

Bilmediklerini sofralarında bilenlerden öğrenirdi. Davetliler daima pek çeşitli olmuştur…

Türk dili ve Türk tarihi meseleleri, O’nun sofrasında tam bir fakültelik zaman tutmuş olduğunu tahmin ediyorum. Tebeşirli karatahta, karşısında idi. Bakanlar, profesörler, milletvekilleri hep o tahtaya kalkmışızdır…

İş başından artan ömrü, sofrada geçmiştir. Bu bir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile, hatta düşmanları ile sohbet ve tartışma meclisi idi…

Sofra bir imtihan meclisi idi de! Hiç söylemeksizin, hissettirmeksizin, bir vazifede kullanacağı adamları, içki âleminin pek elverişli ortamında türlü yönlerden yoklardı…”(20)

Hasan Rıza Soyak:

“Akşamları sofra başında sohbet etmekten büyük zevk duyardı; bu sohbetler, çoğu zaman sabaha yahut sabaha yakın saatlere kadar sürerdi.

Burada her şeyden, din, dil, tarih ve diğer çeşitli bilim dallarından tutunuz da dünya meselelerine ve günlük politika olaylarına kadar her konudan söz açılır, tartışmalar yapılır. Tartışmalarda O söyler, sofradakileri de söylemeye zorlardı. Böylece hem bilmediklerini öğrenmek -ki buna çok meraklı idi- hem de düşüncelerini yaymak veya kontrol etmek fırsatını bulurdu.

Bazı gecelerde… hatıralarından bahseder, bunları hiçbir şey gizlemeden, büyük bir samimiyetle ve çok tatlı bir dille anlatırdı.

Bütün tahminlerin aksine, sofra başındaki uzun saatlerde en az yer tutan şey, eğlence idi. Ekseriye, misafirlerinin arzusu ile, güya eğlenmek için davet edilen saz, ses artistlerinin bir köşede unutulup, sofra dağılırken, geldikleri gibi gittikleri geceler pek çoktur.”(21)

H.R. Soyak kitabında, F.R. Atay’ın bir makalesinden (“Atatürk’ün Hususiyetleri”, Dünya gazetesi, 20 Kasım 1955) şu alıntıyı aktarıyor: 

“(Atatürk) sofrasını, bütün eserleri ve fikirleri duymak, kendisininkilerle karşılaştırmak için başlıca vasıta olarak kullanmıştır.”(22)

Necmettin Sadak (“Bozkurt” isimli kitaba, 1932′ de Akşam gazetesinde verdiği yanıttan): 

“(Bozkurt yazarının) Gazi’ye en çok iftira ettiği kuruntu, kadın ve içkidir. 

Gazi’nin adı kadın eğlencelerinden, yazarın tasvir ettiği sefahatlerden zevk almadığını, onu tanıyanlar pekâlâ bilirler. Gazi’nin bütün zevki, bütün eğlencesi, çoğu geceler arkadaşlarını sofrasına davet ederek saatlerce ve çeşitli konular üzerinde konuşmasıdır… 

Gazi’nin bütün eğlencesi işte bu içten, heyecanlı arkadaş sofralarıdır. Kaç senedir yakınlığına ve samimiyetine kabul edilmekle övünüyorum. Başka bir âleme hiç rastlamadım.”(23)

İşte üzerinde fırtınalar kopartılan Atatürk’ün sofrası bu. Zevk, sefa âlemi değil. Ülkenin idare edildiği yer ise hiç değil. Ancak ülke sorunları ile ilgili bir “serbest kürsü” fonksiyonu görmüş olduğu anlaşılıyor. 

Atatürk’ün sofrası; Atatürk’ün; 

– Yalnızlığını giderdiği, 

– Dostları ile birarada olmasını sağladığı, 

– Gerek gördüğü kişileri tarttığı, 

– Bilgilendirdiği ve bilgilendiği, 

– Düşünce alışverişinde bulunduğu, 

– Dinlendiği ve eğlendiği, 

– Gerekli durumlarda kamuoyu oluşturmada kullandığı, 

bir vasıta olarak karşımıza çıkıyor. Yani sofrasında dahi ülkesine hizmetini sürdürüyor. 

GECEYİ İÇKİ VE FUHUŞ ALEMLERİNDE, GÜNDÜZÜ DE YATAKTA Mİ GEÇİRİRDİ? 

Atatürk’ün gece yaşamını, Atatürk’ün sofrası bölümünde ortaya koyduk. Atatürk’ün tek eğlencesinin sofrası olduğunu gördük. O’nun sofrasında içki içilebilir, içilir ama içki âlemi şeklinde değildir, fuhuş âlemi hiç değildir. Cinsel yaşamına iftiralar bölümünde bu konu üzerinde ayrıca durduk, ancak sofrasını incelerken gördüğümüz gibi, bu iftirayı doğrulayacak bir tek anekdot dahi yoktur; tam tersine, böyle bir durumun varlığı şiddetle reddedilmektedir. 

Atatürk’ün, bir grupla sofrasında geçirdiği geceler bir eğlence ortamıdır, ama bu eğlence, ruhsal ve düşünsel bir eğlencedir. Ortaçağ özlemcilerinin dediği gibi cinsel eğlence değildir. 

Atatürk düşmanları; hitap ettikleri kitlenin beyinlerinin kilitli olmasından; normal kesimin de inceleme, araştırma, karşılaştırma alışkanlığının noksanlığından yararlanarak, Atatürk’ün uyanma saatlerini istismar etmektedirler. Son 7 yılının 10 Kasımlarında uyanma saatlerini listelemişler, listelerken 7 adet uyanma saatinin 4’ünü kendi düşüncelerine göre değiştirmişler ve sonunda da şöyle demişler:

“Yukarıdaki bilgiler T.C. Cumhurbaşkanlığı ‘Atatürk’ün Nöbet Defteri’nden aynen alınmıştır (yalan, aynen almamışlar, orijinalini vereceğiz)… Ayyaş Kemal’in(!) gece ne zaman yattığı resmen yazılmamış (bir yalan daha, yazılı) veya sebebine binaen çekinilmiştir. Bir adam öğle sonrası saat 5’te uyanıyorsa bu neye alamettir? Mustafa Kemal’in izinde olduğunu söyleyen Kemalistler, bu resmi bilgiye nasıl bakmaktadır? Çankaya’da milletin parasını harcayarak hazırladığı içki ve fuhuş âlemleriyle devleti nasıl idare etmişler bir görün!.. Pis Kemalistler, yukarıdaki utanç tablosuna nasıl cevap vereceklerdir? Geceyi içki masalarında gündüzü de uyku yataklarında geçiren Devlet Reisi’nin neresi örnek alınır ki?”

Bir bakıma kusmuşlar. Aynı üslubu kullanmayacağız. Sadece sahtekârlıklarını, bilinen yalancılıklarını ortaya koyacağız.

“10 Kasım 1931, saat 16.30’da uyanmış.”

Doğru. “Yatış saati yok” diyorlar. Var. Sabah saat 06.30.

“10 Kasım 1932, 14.30’da uyandı.”

Yalan. 12.30’da uyanır. Yatışı, sabah 05.30.

“10 Kasım 1933, 11.30’da uyandı.”

Yalan. 08.30’da uyanır.

“10 Kasım 1934, 15.00’te uyandı.”

Doğru. Yatışı 03.00.

“10 Kasım 1935, 16.30’da uyandı.”

Yalan. 10.30’da kalkar.

“10 Kasım 1936, saat 17.00’de uyandı..”

Doğru. Yatışı 23.30.

“10 Kasım 1937, saat 17.00’de uyandı.”

Yalan. 14.00’te kalkar. Yatışı 02.15’tir. 

Ortaçağ özlemcileri bu yaklaşımları ile, Atatürk hakkında gece sabaha kadar eğlenen, gündüz de akşama kadar yatan, eğlence ve uyuma dışında bir iş yapmayan kötü bir devlet başkanı görüntüsü vermeye çalışıyorlar. Biraz bilgili birisi için komik bir yaklaşım. Fakat buna inananlar da olduğu için açıklama zorunluluğu duyuyoruz. 

Gazi Paşa Ankara Birası içerken

Atatürk, geceyi eğlencede gündüzü yatakta geçirdiyse Cumhuriyetin ilk 15 yılındaki, Batılıların mucize diye nitelendirdikleri, Büyük Türk Devrimini kim yaptı? Batılıların 200 yılda, kanla, iç savaşla ulaştıkları duruma Türkiye’yi 15 yılda getiren kimdi? Atatürk dedikleri gibi idiyse, 1923 ile 1938 arasında Türk ulusunun büyük bir ulusal coşku ile peşinden gittiği lider kimdi? 

Bu soruların hepsinin yanıtı, elbette ki Atatürk’tür. 

Atatürk’ün bazı günler geç kalkmış olması, O’nu yeterince bilmeyenlerde soru doğurabilir. Bunun için O’nun çalışma anlayışını kısaca verelim. 

ATATÜRK’ÜN ÇALIŞMASI VE UYKUSU 

Hasan Rıza Soyak: 

“Atatürk çalışmalarında; zaman, mekân, hatta imkân kavramlarıyla ilgili değildi. Nerede, hangi koşullar altında olursa olsun bir vazife karşısında bulundu mu, hiç zaman geçirmeden, onun gereğini yapmaya koyulurdu..

..Vazifesini herhangi sebep ve suretle ihmal ettiği görülmüş değildir.

Emrinde çalışanlar, kendisi ile, her zaman, her yerde görüşebilirlerdi. Bu gibilere, acele ve önemli gördükleri işleri sunmak için, hiç çekinmeden, kendisini uykudan uyandırmak yetkisini de vermişti…

Başladığı bir işi bitirmeden rahat edemezdi; zorunluluk olmazsa, işini geriye bırakmak âdeti değildi; bazen hiç durmadan 30-40 saat çalışırdı.

Büyük Nutuk’u hazırlar ve dikte ederken, beraber çalışan arkadaşlardan yorgun düşüp, baygınlık geçiren olmuştur; fakat genelde aralıksız 20-30 saat kâh ayakta, kâh oturarak yüzlerce belgeyi inceleyen ve nutkunu dikte eden kendisinde, yorgunluk eseri görülmemişti.

Yalnız aylarca süren bu yorucu çalışmanın sonlarına doğru bir gün, göğsünde ve sol kolunda şiddetli ağrılar duymuş, doktorların ısrarı ile, birkaç gün istirahat etmek zorunda kalmıştı.”(25) (Kalp krizi geçirir.)

“Okumayı çok severdi… Okuması da, çalışması gibiydi; eline aldığı kitabı, eğer enteresan buldu ise bitirmeden bırakmazdı…

Bir seyahatten Köşke dönüşümde ilgililere ne yaptığını sormuştum; ‘iki gün, iki gecedir hiç durmadan kitap okuyor, yalnız birkaç defa banyo yaptı ve koltuğunda istirahat etti’ dediler.”(26) Hikmet Bayur (Genel Sekreteri): 

“Bazen pek geç de olsa misafirlerini uğurladıktan sonra oturup çalışırdı.”(27)

Cevat Abbas Gürer (Yaveri): 

“Atatürk, devamlı ve yoğun çalışması dolayısıyla az uyku uyur(du). Atatürk’ün uyanık geçirdiği zamanla, uykuda geçirdiği süre, kıyaslanmayacak kadar farklıdır. Atatürk’ün bir insan ömrüne sığmayacak kadar zengin olan çalışması (vardı). Çalışması uğrunda kendini feda etti. 

Yirmi dört saatlik hayatını hiçbir zaman programa sığdıramamıştı. Zaten O’nun maruz kaldığı hadiseler; zamana bağlanamayacak kadar ani karar ve uygulamayı gerektirdiğinden, bir programlı hayat sürmesine izin vermemişlerdi… 

Muharebelerde olduğu gibi, günlük devlet işlerinin de, gece veya gündüzün her saatinde kendisine sunulmasını isterdi. 

Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıkları dışında, sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı. 

Uykuda geçirdiği zamana acırdı. 

Muharebe sahalarında bulunduğu ve özellikle bir muharebenin devamı sıralarında geceleri kesinlikle uyumazdı. (Alışkanlığının buradan geldiği anlaşılıyor.) 

Atatürk, Kafkas Cephesinde Buğlan Gediği muharebelerine yetişmek azmiyle otuz altı saat hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve ayağının tozu ile çok kritik duruma girmiş olan muharebe cephesinin emir ve komutasını eline almıştı… (Sonrasında) düşmanın kuvvetlerimizi yok etmeye yönelik muharebe faaliyeti Atatürk’ü üç gün ve üç gece uyutmamıştı…

(Bir ara yere serdiğim keçe üzerine uzanmasını ısrarla istedim). Uzandı. Üç saat sürmeyen bu keçe üzerindeki istirahati esnasında, sekiz emir verdi. Yani yine uyumamıştı.”(28)

Tevfik Bıyıklıoğlu (Genel Sekreteri):

“Atatürk için çalışma saati diye bir şey yoktu. Yapacağı işi bitirinceye kadar uyumadan, dinlenmeden, yemek yemeden çalışırdı. Oturduğu kuru çalışma sandalyesinden kımıldamadan yirmi dört saat aralıksız çalışma, O’nun için olağanüstü bir şey değildi. Mücadele yıllarında, normal, düzenli uyku nedir bilmemişti. Atatürk, …memleket meseleleriyle meşgul olduğu zamanlarda, tıpkı muharebe meydanında imiş gibi uyumadan çalışmış ve en büyük zevki, en çok sevdiği milletine en küçük bir fayda sağlamakta ve hizmet edebilmekte bulmuştur. En olgun, hatta genç denecek bir yaşta ölümünü, bu, insanın takatini aşan insanüstü çalışmasında aramak ve görmek hiç de yabana atılacak bir fikir olmasa gerekir.

Türk milletinin kaybetmiş olduğu yüzyılları, çok çalışmakla kapatmak gereğine inanırdı. Atatürk böyle çalıştı ve… Türkiye Cumhuriyeti’ni meydana getirdi.”(29)

Falih Rıfkı Atay: 

“Atatürk’ün bizi şaşırtan özelliklerinden biri de vücutça ve kafaca yorulmaksızın, dikkati hiç gevşemeksizin çalışma yeteneği idi.”30 Hikmet Bayur (Genel Sekreteri): 

“Atatürk’ün çalışma ve yorgunluğa dayanma kabiliyeti de olağanüstü idi. Sakarya vuruşmasında üç kaburga kemiği kırık olarak ve hemen hiç uyumadan yirmi iki gün, yirmi iki gece vuruşmayı yönetmiştir. 1927’de okuduğu büyük Nutuk’u hazırlarken de dosyalar içinde aylarca sabahladığı olmuştur.”(31) 

SONUÇ 

Atatürk’ün yakınında yaşamış olanların bu anlattıkları Atatürk’ün çalışma ve uyumasını açık biçimde ortaya koyuyor. Üzerine denecek bir şey yok. Milleti için kendisini feda etmiş, uyumamış, yerine çalışmış, milletine kaybedilen yüzyılları kazandırmak istemiş. Nasıl bir hayat sürdüğünü, ölümünden 2.5 ay önce (16.8.1938) bir Fransız gazetesinde çıkan haberden iki cümle ile bağlayalım: 

“Heyhat! Atatürk, belki karakterinin yüceliğinden, kendi sağlığını koruyamadı. Türkiye’yi tedavi etti, ama kendisine bakamadı…”(32)

Kaynakça:

1) “Atatürk’ün Hatıra Defteri”, s.74, Yayına hazırlayan: Şükrü Tezer, TTK, 1972. 

2) Soyak, Hasan Rıza; “Atatürk’ten Hatıralar”, c.1, s.19, Yapı Kredi Yayını, 1973. 

3) a.g.e., s.19. 

4) “Yakınlarından Hatıralar”, s.32. 

5) a.g.e., s.56.

6) a.g.e., s.60.

7) a.g.e., s.84

8) Adıvar, Halide Edip; “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, s.138, Atlas Kitabevi, 1971. 

9) Soyak, Hasan Rıza; “Atatürk’ten Hatıralar”, c.1, s.12. 

10) a.g.e., s.18. 

11) Atay, Falih Rıfkı; “Çankaya”, s.507, İstanbul, 1984. 

12) “Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı”, s.62, Derleyen: Sadi Borak, Kaynak Yayınları, 1997. 

13) “Atatürk’le İkibuçuk Yıl – Orgeneral Çalışlar’ın Anıları”, Yayına hazırlayanlar: İ.Görgülü, İ. ÇaIışIar, Yapı Kredi Yayını, 1993; “On Yıllık Savaşın Günlüğü, Org. İzzettin Çalışlar’ın Günlüğü”, Yayına hazırlayanlar: İ.Görgülü, İ. Çalışlar Yapı Kredi Yayını, 1997. 

14) “Yakınlarından Hatıralar”, s.93.

15) “Atatürk’ün Hususiyetleri”, s.100, Kılıç Ali, Cumhuriyet Yayını, 1998.

16) a.g.e., s.100-102

17) a.g.e., s.105-106

18) Bayar, Celal; “Atatürk’ten Hatıralar”, s.52, Derleyen: Niyazi Ahmet Banoğlu, 1954.

19) “Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk”, s.52, Derleyen: Niyazi Ahmet Banoğlu, 1954.

20) “Çankaya”, s. 507-510.

21) “Atatürk’ten Hatıralar”, s.12, s.13.

22) a.g.e., s.36.

23) “Atatürk’ün Armstrong’a Cevabı”, s.74.

24) Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Toplayan: Özel Şahingiray, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, 1955.

25) “Atatürk’ten Hatıralar”, s.35-36.

26) a.g.e., s.40.

27) “Yakınlarından Hatıralar”, s.38.

28) a.g.e., s.58-61.

29) a.g.e., s.91.

30) “Çankaya”, s.484.

31) Bayur, Hikmet; “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri”, s.343, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, 1990.

32) Bilal, N. Şimşir; “Atatürk’ün Hastalığı”, s.44, TTK, 1989.

ATATÜRK’ÜN ÖZEL YAŞAMI, UYDURMALAR-SALDIRILAR-YANITLAR, İSMET GÖRGÜLÜ, BİLGİ YAYINEVİ