Atatürk’ün Şoförü Sadık Kutlu
Atatürk ile ilgili en çok program hazırlayan yapımcı Nazmi Kal’ın, 1973 yılında TRT ekranlarında Sadık Kutlu ile yaptığı röportaj ve ayrıca yine Nazmi Kal’ın ‘Atatürk’ten Duymadığınız Anılar’ adlı eserinden alınmıştır:
Sadık KUTLU – Atatürk Silifke’deki çiftliği almaya karar verince Sadık Taşucu’na vekalet verdi. Bu çiftliği o aldı. 1924 nihayeti idi, o zaman otomobil filan yoktu. Atatürk çiftliğe geçemedi. Kıştı çamurda takıldı kaldı.
O sırada ben de İstanbul’dan yeni gelmiştim. Şoförlük öğrenmek için gitmiştim İstanbul’a. O zamanlar şoförlük öğrenmek için İstanbul’a kadar gidiyorduk. Çiftlik müdürü o zaman Nazım Bey idi. Nazım Bey bana “Çiftlikte bizimle çalışır mısın, Atatürk’ün şoförü olacaksın” dedi. Kabul ettim. Önce çiftlikte Atatürk’ün şoförlüğünü yapmaya başladım, daha sonra Ankara’ya gittim ölünceye kadar da şoförlüğünü yaptım, mahiyetinde bulundum.
Nazmi KAL – Atatürk satın almadan bu çiftlik nasıldı?.
Sadık KUTLU – Önce çiftliği anlatayım. Buralar hep bataklıktı. Yol dağın kenarından geçerdi. Çiftlikte domuzlar vardı. Domuzların imha edilmesi için bir Jandarma alayı geldi. Teneke çalınır çalıların içinden domuzlar çıkınca vururlardı.
Atatürk böylece burayı ıslah etti. Amerikan ziraat makineleri, traktörler getirdi. Kanallar açıldı. Burada çeltiği ilk Atatürk ektirdi. Çeltik deniz kenarında depolanıyor vapurla İstanbul’a gönderiliyordu. Atatürk burasını bir örnek çiftlik yapmak istiyordu. Burası ile çok meşgul oluyordu.
Bir gün bahçede otururken etrafta inekleri gördü. “Bu ineklerden kaç kilo süt alıyorsunuz” diye sordu. Etraftakiler 23 kilo deyince Atatürk yanındaki Tarım Bakanı Muhlis Erkmen’e döndü “Bu bölgeye uygun inek tipi hangisidir bir araştırın” dedi.
O zamanlar Halep kırması diye bir inek cinsi getirdiler. 18-20 kilo süt almaya başladık. Hala aynı cins inekler var. İneklerimizin neslini de Atatürk ıslah etti.
Çiftlikte bir azgın boğa vardı, kimse yanına yaklaşamazdı. Atatürk geldiğinde kimseye sormadan boğanın yanına gitti. Bakıcısı Davut Ağa telaşlandı. “Tehlikelidir Paşam” dedi. Ama o azgın boğa Atatürk’e hiçbir şey yapmadı.
Hatırlıyorum bir keresinde Atatürk buraya Ertuğrul yatı ile geldi. Yanında Prof. Afet Hanım ve manevi evladı Sabiha Gökçen vardı. Onlara çiftlik elbiseleri yaptırdı. O zamanlar Silifke’de elektrik bile yoktu.
Çiftlikten hatırlayabildiklerim bunlar. Ben zaten 25 de Ankara’ya gittim. Sonradan Atatürk bu çiftliği köylülere bağışladı, hepsine 15 er dönüm olmak üzere dağıttı.
Şimdi de benim otomobilimde konuştuklarını, duyduklarımı anlatayım.
Bir yaz günü İstanbul’dayız. Ağustos sıcağında vapurla Samsun’a gidiyoruz. 30-40 sene evvel. O zaman buzdolabı filan yok. Sinop’ta Sinop’un ileri gelenleri bizi karşıladı. Sinop kalesine çıktık. Bir gölge yere oturdular. Valisi, ileri gelenleri ile memleket meselelerini konuştular. Konuşurken Atatürk döndü, biz hep arkasında ayakta dururduk “Çocuklar orada içecek bir şey var mı” dedi. “Gemide buzlu bira var” dediler. Getirdiler, herkese verdiler, arkada bir kişi oturuyordu o istemedi. “Efendim o buranın imamı” dediler. Atatürk “Hoca efendiye de soğuk bir şey getirin” dedi. Ona da ayran getirdiler. Gene memleket meseleleri üzerinde konuşulmaya devam etti. Bir ara Atatürk hocaya döndü
“Hocam bak hava sıcak, böyle sıcak havada böyle buzlu bira içilmez mi” diye sordu. Hoca “haram” dedi. Atatürk “niye haram” dedi. Hoca yine “haram” dedi. Atatürk niye haram diyor hoca açıklayamıyor sadece haram diyor, başka bir şey söyleyemiyor. Atatürk “bunun hakkında bir hadisi şerif, ayeti kerime yok mu” diyor, gene hoca cevap veremiyor. Hoca sıkışınca şöyle dedi. “Paşam doğrusunu söyleyeyim mi, ben buraya muhacir geldim, iş aradım bulamadım, elhamdülillah Müslümanız, yapabildiğim kadarını yapıyorum, senin dediklerin kadar derinini bilmem” dedi. Atatürk çok memnun oldu. “Aferin, Türk ve Müslüman yalan söylemez, yalan söylemediğin için seni af ediyorum. Yalnız bak burası deniz kenarı, buraya bir ecnebi gelse İslam dini hakkında sana bir şey sorsa bihabersin”, Müftü efendiden dersini alacaksın ileride gelip seni imtihan edeceğim. Sen büyük bir vazifede bulunuyorsun, bilgili olacaksın, için dışın temiz olacak, Bak üzerindeki elbiseyi de dışarıda değil camide giyeceksin burada bizim gibi giyineceksin” dedi.
Hoca Efendi “Biz fakiriz iki elbisemiz nasıl olsun bununla idare ediyoruz” deyince Atatürk Vali Beye dönerek “Benim tarafımdan hoca efendiye iki takım elbise yaptırın, faturayı bana gönderin” dedi.
Atatürk ayeti kerimeyi okudu, biz şaşırdık konuyu anlattı. “Allah’ın menettiği şeylerin kullanılması yasaktır fakat Allah büyüktür Allah af edicidir, Allah kusurumuzu af etsin”. dedi ve yolumuza devam ettik. Samsuna gittik. Oradan da Ankara’ya gittik.
Rahmetli Atatürk nerede olursa olsun her zaman öğleden sonra kalkar zaten sabaha kadar devlet meseleleri ile uğraşır, bazen mühim meselelerde üzerine güneş doğardı. O uyumayınca biz de uyumazdık. Sofra etrafında ayakta onları dinleriz ama kimseye bir laf etmeyiz. Atatürk’ün sofrası benim naçizane kanaatim yüksek bir fakülte olarak telakki ediyorum.
Alimler zalimler orada imtihan olurdu.
Atatürk bu Samsun seyahatinden 10-15 gün sonra Samsun seyahati intibalarını sofrada mevzu etti. Sofrada ilim adamları Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Cemil Bilsel vardı. O akşam onlara din adamlarının zayıf olduğunu, bunların şu evsafta olmasını emretti. “Din adamlarımızın şeceresi belli olacak, yedi kat Müslüman olacak, tamüsihha olacak, hafıza, hitabet kabiliyeti olacak. Şekli güzel olacak ilahiyat fakültesi mezunu olacaklar, derecelerine göre layık oldukları yere verilecek” dedi.
- İbrahim Ergüven Atatürk’ü Anlatıyor
- Ziya Gökalp