Atatürk’ün Manevi Kızı Zehra
Gazi, Zehra’yı daha yakından tanıdıkça onun hem gelecek vaat eden bir genç yetenek olduğunu anlıyor hem de ülkesine bir bilim insanı olarak hizmet vermesini istiyor ve bekliyordu.
Zehra, Atatürk’ün ilk manevi kız evladı olarak Çankaya Köşkü’ne yerleştikten sonra bu yalnızlığı uzun sürmez.
Atatürk, aynı yıl Konya’dan Rukiye, bir yıl sonra Zehra’nın en yakın arkadaşı olacak Bursa’dan Sabiha ve İzmir’den Afet’i evlât edinir ve hepsi Çankaya Köşkü’ne yerleşir.. Daha sonra onlara 1927’de İstanbul’dan Nebile katılır.
Ne var ki Nebile şansız bir kızdır. Atatürk’ün Bir subayla ile evlendirdiği Nebile, eşinden şiddet görmüş, sonra bir gözünü kaybetmiş, üzüntüden hastalanmış, İstanbul’da Çamlıca’daki bir sanatoryumda genç yaşta zatürre den hayata veda eder.
Zehra’da, Çankaya Köşkü’nün hemen yanındaki okulda, Sabiha (Gökçen), Rukiye (Ergin), Nebile (İrdelp), Afet (İnan), gibi diğer kardeşleri ile okuyordu. Fakat Zehra sadece Atatürk tarafından değil öğretmenleri tarafından da çok takdir görüyor, özellikle de hayal dünyasının çok çok geniş olması nedeni ile kendisinden bir yaş küçük olan Sabiha (Gökçen. 22 Mart 1913’te Bursa’da doğdu. Altı çocuklu bir ailenin son çocuğuydu. Sabiha, II. Abdülhamit’in Bursa’ya sürgüne gönderdiği Vilayet Baş katibi Hafız Mustafa İzzet’in kızıydı.) gibi pilot olup göklerde uçmak, göklere hâkim olmak duygusu ile yanıp, tutuşuyordu.
Atatürk vakit buldukça manevi çocukları ile çok yakından ilgilenir, onlarla sohbet eder, çocuksu dertleri ve şikâyetleri ile hatta giyimlerine kadar yakından ilgilenirdi. Fotoğraflar da görüleceği gibi hemen hemen hepsi bir örnek giyinirlerdi.
Zaman için de Sabiha’nın ve Zehra’nın kayıtları Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne yapılır . Burada da başarılı bir eğitimden geçen abla kardeş den Sabiha, Atatürk’ün önerisi ile pilot olma yolunda tahsiline devam ederken, Zehra gene Gazi’nin isteği ile Londra’da Oxford Üniversitesi’ne bağlı Saint Hilda Koleji’ne gönderilir.
“Afet’le tarih, Zehra ile edebiyat konuşacağım” diyen Atatürk, Zehara’ya Londra’ya göndermek konusunda kararını söylediği zaman, Zehra önce itiraz edecek olur. Burada kardeşleri ile okuyup ideallerini gerçekleştirmek istediğini söyler. Ancak Atatürk Zehra’nın bir değil birkaç lisan öğrenerek, üniversite tahsilini de tamamlayarak örnek bir genç “Türk Kızı” olarak Türkiye’ye dönmesini ister.
Neticede Paşa, Zehra’yı ikna eder ve coşkulu bir veda yolculuğunun hemen ertesi gün Zehra Londra’ya hareket eder.
Zehra’nın Londra günleri beklendiği gibi çok iyi geçmedi. Zaten duygusal genç bir kız olan Zehra arkada, Türkiye’de Ankara’da bıraktığı kardeşlerini buram buram özlerken, çevresine uyum sağlamak da zorlanır. Ve vatan hasretinin verdiği özlemle de bir takım duygusal sıkıntılar yaşamaya başlar.
Bu sıkıntılarını özellikle kendinden bir yaş küçük olan Sabiha’ya yazdığı mektuplarla paylaşır ve sık sık Ankara’ya dönmek istediğini belirtir. Sabiha ise verdiği cevaplarda ablasına elinden geldiğince destek çıkmaya ve moral vermeye çabalar.
Zehra, içinde bulunduğu bu özlem ve sıla arzusu ile zaten çok duygusal olan ruh yapısı ile içine kapanmıştır. Bu durum onu, olduğundan da daha duygusal yapar.
Londra da ki Türk Büyükelçiliği, onun sık olmasa da arada bir özlemini gidermek için uğradığı yerlerden biridir. Londra Büyükelçisi Atatürk’ün arkadaşlarından Fethi (Okyar) dır. O da sık sık Zehra’yı makamına kabul eder kendisi ile uzun uzun konuşur, sıkıntılarına çözüm bulmak konusun da yardımcı olmaya çalışır. Ancak Zehra Ankara’ya kardeşlerinin yanına dönme konusunda kararlıdır. Londra’nın sisli ve puslu havasında, insan ruhuna karamsarlık yükleyen bulutlu havasından ve durmak bilmeyen yağmurundan bıkmış ve usanmıştır.
Kardeşlerine Türkiye’ye, Ankara’ya dönmek için yazdığı mektuplardan olumlu cevap alamayınca, Atatürk’e arz edilmek için Sabiha’ya bir mektup yazar Zehra.
Sevgili Kardeşim Sabiha diye başlayan mektup şöyle devam eder:
“……Artık burada kalmamın olanaksızlaştı. Ne olur babama benim mutlaka Ankara’ya dönmek istediğimi arz et. Zaten son derece rahatsız ve hastayım. Dönmek istiyorum………”
Bu satırları yazdığı sırada henüz birinci sömestri dahi tamamlanmamış yani altı ay bile geçmemiştir.
Sabiha, durumu mektubu aldığının akşamı Atatürk’e iletir. Ve Gazi’nin:
– Madem böyle Sabiha, Fethi (Okyar) Bey’e haber verelim gelsin.
Demesi üzerine Zehra sevinç içinde 17 Mart 19 35 günü hazırlıklarını yapar ve 19 Kasım 1935 gününde de Fethi Okyar’la birlikte gemiyle Londra’dan Fransa’ya geçer.
Oradan da Fethi Bey tarafından Calais-Paris Ekspresi’ne bindirilir. Yanına da elçilikten refakatçi olarak bir kavas verilir.
Yolculuk güzel ve bir büyük umut ile başlar. Ne varki doğdu günden bu yana yakasını bırakmayan kötü kaderi, Paris üzerinden Türkiye’ye gidecek olan trenin vagonunda dahi yakasını bırakmaz.
Sabaha karşı 04.20’de Zehra büyük bir baş ağrısı ve şiddetli mide bulantısı ve baş dönmesi ile uyanır. Diğer kompartımanda bulunan kavasa haber vererek hava almak için koridora çıkmak ihtiyacında olduğunu söyler.
İşte ne olursa o anda olur. Midesindeki bulantıyı rahatlatabilmek için rampa çıkmakta olan trenin kapısını açar ve birden sabahın alaca karanlığında ya başının dönmesi veya tuttuğu vagonun kapsından eli kayar ve bir anda kendini boşlukta bulur veya boşluğa bırakır.
Sonrasını anlatmaya gerek yok ama kısaca özetleyeyim.
Zehra’nın kimliği o gün belirlenir. Zaten Paris İstasyonun da Fethi Bey’in kızı tarafından da beklenmektedir.
Ertesi gün gazeteler, “Atatürk’ün kızı trenden düştü”, bir yanlışlıkla “Osmanlı tahtının vârisi prenses intihar etti” diye yazar.
Cenaze Paris’e kadar her gittiği erde her istasyonda törenlerle karşılanır. Bütün dünya ajansları ve gazeteleri, Zehra’nın fotoğrafları eşliğinde bu acı olayla ilgili haberler verirler.
Paris’te cenazeyi Fransa Cumhurbaşkanının özel temsilcisi ve diğer ülke elçilerinin çelenkleri ile karşılanır. Daha sonra Marsilya’da da törenler yapılır.
Zehra’nın naşı burada özel olarak hazırlanan Teofil Gotye vapuruna konup İstanbul’a doğru yola çıkarılır. Vapur uğradığı limanlarda yine elçiler tarafından resmî törenler ve çelenklerle karşılanır.
Nihayet İstanbul’a kadar…
Cenaze aynı gün Teşvikiye Camii’ne götürülür. Oradan da Maçka Mezarlığı’na. İstanbul Valisinin, resmî zevatın, Fransız hükümet temsilcisinin, CHP teşkilatının, Ankara’dan gelen kardeşlerinin ve öğrencilerin katıldığı cenazede Atatürk’ü, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak temsil eder.
Maçka’daki mezarın üstüne de Atatürk’ün adını taşıyan büyük bir çelenk bırakılır …………………
Saygın Okurlarım!
Bu anlatımın dışında ki teferruatın hiç birine itibar etmeyin. Ciddiye almayın.
Bir zavallı kızın, bir güzel kızın, bir zeki bakışlı kızın kısacık ömrünü çirkinleştirmek isteyenlere, ahlâk yoksunlarına, sapık zihniyet temsilcilerine, belgesi bilgisi olmadan yazan sözüm ona ücret karşılığı tarih yazanlara, sizlerin aracılığınız ile sesleniyorum:
“Sizler insan dahi olamazsınız. Sizler bu güzelim yaşamın ve hayatın olabildiğince en çirkin yüzlerisiniz. Yattığınız toprak bile sizi red edecektir. Yüce Atatürk’ün manevi kızına bu söylemleri reva görenler, öz evlâdı için kim bilir şeytanı dahi yanıltacak neler yazardı”
Benzersiz Atatürk!
Sen ne denli büyükmüşsün!
Her geçen gün daha da büyüyorsun.
Sen ne kadar ileri görüşlüymüşsün!
Bu hainlerin ve Osmanlı artıklarının, el birliği ile ortadan kaldırmak için ant içtikleri
Cumhuriyet’tin dışında, iyi ki bunlara bir de evlât armağan etmedin.
O’nu da sanırım ölmeden öldürürlerdi………………..

E. Ülger