Atatürk’ün İslam Tarihi Anlayışı

ATATÜRK’ÜN TARİH ANLAYIŞI

Atatürk’ün (1881-1938) tarih anlayışında, devrindeki dünya tarihçilik anlayışı ile Osmanlı tarihçiliğinin etkileri olduğu görülmektedir. O, hem faydacı (öğretici, pragmatik) tarihçilik ve modern tarihçilik anlayışlarını savunmuş hem de “Türk Tarih Tezi”nin oluşması işi ile doğrudan ilgilenmiştir. İslâm tarihi hakkındaki bilgilerinde bu anlayışlarının tesiri olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk tarihi, geçmişteki olayları yer, zaman ve yapıcılarını belirterek ve kaynaklarına dayalı olarak, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bir ilim kabul eder. Tarihin hayal mahsulü olamayacağını, fakat gerçekleri aynen aksettirdiğini söyler, bilimsel ve tarafsız yaklaşımla yazılmasını ister. Tarihi yazanın tarihi yapana sadık kalmasının gerektiğini vurgular.

Atatürk “bilimsel tarihçilik”ten yanadır. “Tasviri bilgiler ilmi” olarak gördüğü tarihin “gerçeğin yansıdığı ayna” olduğunu ifade eder. Tarihçileri de “ilkeli, gerçekçi, bilimsel ve tarafsız anlayış”la tarih yazmaya çağırır. Ona göre, bu ilkeler ve yöntemlerle tarih yazmak, tarih yapmak kadar zordur. Tarihi yazan tarihi yapana sadık kalmazsa aranan hakikat insanı şaşırtacak bir durum alır.

O, başlıca özelliklerini böylece zikrettiği tarihin hangi anlayış ve yöntemle yazılması gerektiğini şu sözleriyle açıklar:

“Biz tarihi yazdığımız zaman, olayların ve eylemlerin yapılarını birlikte ararız. Eğer bunu yapamazsak, bilinmeyen bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu ve bilginin bizi yanılttığını kabul ederiz. Havariler ihdas etmeye çalışmayalım. Bu bizim tipimiz değil. Biz mutlak gerçeği arayıp bulmaya çalışmalıyız ve onu tanıtmaya gayret sarfetmeliyiz.”(1)

“Bir milletin ne yapabileceğini göstermek için tarih en güvenilir rehberdir”(2).

Atatürk bu sözlerini tarih yazan ve yapan birisi olarak söyler; tarih tecrübesi ve bilgisiyle de söylediklerini temellendirir. Taklitçi tarihçiliğe karşı olduğunu ve sosyolojik tarihçiliği benimsediğini belirtir.

Atatürk’ün tarih anlayışı ana hatlarıyla böyledir. Şimdi bir yandan onun tarih bilgisi ve ilgisinden; diğer yandan da İslâm Tarihi ve Türk İslâm Tarihi anlayışından belki de ilk olarak söz edeceğiz.

Hilafet ve İslâm Devleti kurumlarına bakışını ortaya koyacağız.

ATATÜRK’ÜN TARİH BİLGİSİ VE İLGİSİ

Atatürk’ün inkılâplarında, “tarih”in (geçmişin) önemli etkisi vardır. Millî Mücadele hareketini de derin tarih bilgisi ve tecrübesi ışığında yürütmüştür. Her konuşmasında ve açıklamasında tarihten söz etmeyi, örnekler vermeyi âdet haline getirmiş; tarihten, ibret alınmasını ve istifade edilmesini tavsiye etmiştir.

“Diyebilirim ki bugünkü uyanışı düne, geçmişe borçluyuz. Herhalde babalarımızın, analarımızın, eğiticilerimizin ruh ve dimağlarımızın gelişmesinde verimli etkileri vardır.”

“Baylar, açıklamak istiyorum ki, ilk esin, ana-baba kucağından sonra okuldaki eğiticinin dilinden, vicdanından, eğitiminden alınır”(3).

“Başlangıçta ayaklanma ve ihtilâl biçiminde görülen hareket yerini devrime bırakır. ‘Fransız İhtilâli de bu dönemlerden geçmiş ve ulusun, toplumun vicdanında yerleşmiştir. Onun için evrensel olmuştur”.

“Baylar, işte bugün 1789 Temmuzu’nun 14. gününü burada kutluyoruz ve bu, Fransızlar’ın ulusal bayramı olduğu kadar henüz özgürlüklerine kavuşmamış ulusların da sevinecekleri bir gündür”.

“Türk tarihinde de istilâcı orduların İzmir’den denize dökülmesi, bizim ulusal tarihimiz için dünya tarihinde yepyeni bir dönüm olacaktır. Bu da artık istilâ için hiçbir memleketin özgürlük ve bağımsızlıklarını yok etmeğe olanak bulunamayışıdır. Eğer haksızlığa uğramış Asya ve Afrika milletleri, bizim millî mücadelemizden bir ibret dersi almışlarsa, kendileri için pahalıya da mal olsa, bu yola gireceklerdir. Özgürlük ve bağımsızlıktan yoksun bir ulus için, yaşamanın ne anlamı, ne de zevki vardır”(4).

Mustafa Kemal Atatürk, verilen örneklerde görüldüğü üzere, tarihçilikte yaygın olan üç metotla (düz anlatım, örnekleme, benzetme) görüşlerini açıklamıştır. Soru sorma ve karşılaştırma metotlarını ise daha az kullanmıştır.

Mustafa Kemal tarihe yakın ilgi duymuş ve hayatı boyunca onunla uğraşmıştır. Tarih yazan ve yapan birisi olarak onun engin tarih bilgisine ve ilgisine sahip olmasında şaşılacak bir durum yoktur, ilkokul öğretmenlerinden Mustafa Bey nasıl onun matematiği sevmesine etki ettiyse, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1913), Namık Kemal (1840-1888), Ziya Gökalp (1876-1924), H.G. Wells, (1866-1946), L. Caetani (1869-1935) gibi bilim ve düşünce adamları da hem onun genel tarih, İslâm Tarihi ve Türk Tarihi anlayışlarına hem de devrimci ve toplumsal görüşlerinin oluşmasına tesir etmişlerdir.

İslâm tarihi alanında A. Hilmi’nin “Tahlili ve Tenkidi TARİH-l İSLAM”, “ALLAH’I İNKAR MÜMKÜN MÜDÜR?” isimli eserlerini dikkatle okuduğu ve yazarın kimi görüşlerini paylaştığı, onları çeşitli konuşmalarında kullandığı anlaşılmaktadır. Kültür, medeniyet, Türk tarihi ve millî tarih konularında ise Ziya Gökalp ve Namık Kemal’den önemli ölçüde etkilendiği genellikle paylaşılan bir görüştür(5).

Atatürk çok kitap okuyan şahsiyetlerden biri olmuştur. Tarih, İslâm Tarihi ve Türk tarihiyle ilgili kitaplar daha çok ilgisini çekmiştir. Yakın çevresinin söyledikleri ile özel kütüphanesinin kataloğu bunu göstermektedir. O, başta Türk ve İslâm devletleri tarihi olmak üzere, çeşitli milletlerin tarihini, Avrupa felsefe ve uygarlık tarihini, ilk kültür ve uygarlıklar tarihini, dinler ve diller tarihini çeşitli kitaplarda okumuş ve incelemeştir. Elde ettiği bilgilerden Millî Mücadele Hareketi ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yararlanmıştır.

Tarihi, hayat boyunca başvurulacak bir ders kitabı olarak gören Mustafa Kemal’in tarih ilmine yönetmesinde Manastır Askerî Tarih öğretmeni Mehmet Tevfîk (Bilge) etki etmiştir. Ondaki bu tarih ilgisi giderek artmış ve ömrünün sonuna kadar sürmüştür(6). Ancak Atatürk’ün tarihe yakın ilgi duymasında, askerî kişiliğinin yanında, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ve dünyanın içinde bulunduğu genel durum, Balkan Harbi, I. Dünya Harbi ve Millî Mücadele’yi bizzat yaşaması; Tanzimat hareketi, Meşrutiyet idaresi gibi önemli tarihi gelişmelere şahit olması vb. olaylar etkili olmuştur. Yani XIX. yüzyılın fikrî, siyasî, idarî, felsefî ve askerî hadiseleri onda tarih merakını geliştirmiştir(7). Millî tarih, Milliyetçilik, Türkçülük, Lâiklik, Çağdaşlık, Vatan ve Özgürlük gibi kavramların Atatürk’ün düşünce yapısında yerleşmesinde okuduğu tarih kitaplarının tesiri çok olmuştur. Lise ve Harp Akademisindeki öğrenimi sırasında ve onu izleyen yıllarda Fransız Devrimi, Avrupa Felsefe ve Kültür akımları, Jön Türklük vesair konulan; Montesquieu, N. Kemal, Tevfik Fikret, Mustafa Celaleddin, L. Cahun, H.G. Wells, L. Caetani, A. Hilmi gibi şahısların kitaplarını zevkle okuyup incelemiş; söz konusu kavramları bunlar çerçevesinde açıklamış ve yorumlamıştır. Hilâfetin zararlı bir kurum oluşu ve Arap alfabesinin Türkçe’nin yapısına uygun düşmediğine dair görüşlerinin kaynakları da bu şahıslar ve kitaplardır.

Atatürk genel beşer tarihi ve Türk tarihi alanlarında daha ziyade De Guignes, R. Grousset, Stanlley, Delaporte, Wells, Maspero, Montesquieu, L. Caetani, Hammer ve benzeri batılı yazarların eserleriyle, Ziya Gökalp, Necip Asım (Yazıksız) Ahmet Cevdet, A. Hilmi (Şehbanderzade), Ahmet Refik ve N. Kemal gibi Türk yazarların kitaplarından istifade etmiştir(8).

Tarih boyunca milletlerinin kaderine tesir etmiş büyük devlet adamları gibi; Atatürk de hayatında tarihe büyük önem vermiştir. Askerî kariyerinde ve İnkılâplarında tarihin istisnai yeri apaçık görülmektedir. Şüphesiz o, tarihten istifade etmek, ders almak istemiştir ve bunda başarılı olmuştur. Zaten Atatürk tarih bilmeden tarih yazmanın mümkün olmayacağının bilincindeydi.

Aslında Atatürk okul sıralarından itibaren tarih ile ilgilenmiş ve özel olarak onunla meşgul olmuştur. Özel kütüphanesinde bulunun 4.289 kitaptan dörtte birine yakınının (885) tarih kitaplarını oluşturması onun tarih ilmiyle olan yakınlığını gösteren bir başka husustur.

Türk tarihini başlangıcından itibaren ortaya çıkarmayı amaçlayan “Türk Tarih Tezi”(9)ni savunması, 12 Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (1935’de Türk Tarih Kurumu adını aldı)’ni kurması, Anadolu eski uygarlığının (Hititler’den itibaren Türk uygarlıklarının) ortaya çıkarılması, Türk topluluklarının tarihi durumları ve birbirleriyle ilişkilerinin belirlenmesi, İslâm Tarihine Türk Tarihinin etkisinin incelenmesi, amaçlarıyla ve bilimsel yöntemlerle “tarih kitapları” yazılmasını emretmesi, dolayısıyla “Türk Tarihinin Ana Hatları” tarihi eserlerin yazılması, 1932’de Türk Dil Kurumunu kurması, 1935’de ise Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kurulmasına karar vermesi, söylev ve demeçlerinde daha ziyade tarihe yer vermesi, Nutuk gibi bir eser meydana getirmesi onun tarih bilgisi ve ilgisinin başlıca göstergeleridir.

“Bugünkü intibahımızı düne, maziye medyunuz” diyen Mustafa Kemal, devrimlerini gerçekleştirirken tarih bilgisini en hassas anlarda en etkili silah olarak kullanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Hilâfet ve Saltanatın birbirinden ayrılması ve saltanatın kaldırılması üzerine yaptığı konuşmalar bunun en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Atatürk genel tarih ve islâm tarihi bilgisi sayesinde Meclis üyelerini bu nazik konuda aydınlatmayı ve ikna etmeyi başarmıştır.

Tartışmaların en hararetli bir anında söz alarak, İslâm Tarihindeki engin ve derin bilgisiyle, saltanat ve hilâfetin mahiyetlerini, tarih boyunca fonksiyonlarını, halife ve sultan sıfatlan altında Osmanlı padişahlarının davranışlarını ikna edici delillerle ve çarpıcı örneklerle Meclis üyelerine anlatmış; Meclisteki din bilginlerine de İslâm dini hakkındaki bilgisinin çok doğru olduğunu söyleyebilmiştir(10).

ATATÜRK’ÜN İSLÂM TARİHİ ANLAYIŞI

Mustafa Kemal Atatürk, İslâm tarihini okumuş, öğrenmiş ve değerlendirmiştir. Gerek Nutuk”ta gerekse “Söylev ve Demeçleri”nde İslâm tarihine dair görüşlerini ifade etmiştir. Özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra, “Teşkilat-i Esasîye Kanunu” ve “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, doğrultusunda, “kaldırma” (ilga) ve “yeniden yapma” (ibda) ilkeleri çerçevesinde Çağdaş Türkiye’nin Yapılanması’nda İslâm Tarihi ve Osmanlı Tarihinden sözetme gereği duymuştur. Millî devlet, millî kültür ve millî egemenlik konuları mevzubahis olduğunda da Türk İslâm Tarihi ve Arap İslâm tarihleri, örnekleme ve açıklama, karşılaştırma ve sentez yapma amaçlarıyla, çeşitli yönlerden ele alınmıştır.

Mustafa Kemal’in İslâm tarihi ile ilgili görüşleri, esas itibariyle, “İslâm Dini” ve “İslâm Peygamberi” konularını kapsar. Ancak saltanat ve hilâfet kanunlarının Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ndeki durumları müzakere edilirken Atatürk gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerekse yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda İslâm tarihinin “raşid halifeler devri”ni ve “Osmanlı Devleti Dönemi”ni “hilâfet-saltanat” ekseninde değerlendirmiştir. Ancak o, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed’den, “Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan Efendimiz” sözcüğünde olduğu gibi, övgü ve saygıyla söz ederken, yaptığı işleri iftiharla açıklarken, İslâm Tarihinin önemli iki konusunu oluşturan hilâfet ve saltanat hakkında Cumhuriyet’in ilanından sonra olumlu ve takdiredici ifadeler kullanmamıştır.

Atatürk’ün İslâm Dini İle İlgili Görüşleri

Mustafa Kemal, İslâm’ı bilen ona bağlı olan bir insandır. Bir çok konuşmasında İslamiyeti övmüş; akıl, mantık ve ilim dini olduğunu belirtmiştir(11).

“Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur – tefsirler, hurafeler binayı daha fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez- Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.“

“Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için, akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır”.

“Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye mâni hiç bir şey ihtiva etmiyor… “(1923)

“Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz (1923)”(12).

“… İslâmiyetin ilk parlak devirlerinden mazi mahsulü olan sakim âdetler bir zaman için kendini göstermeye, nüfuz ikama muktedir olmamışsa da, biraz sonra İslâm hakâyıkına temessük, İslâm esaslarına teyfik-ı hareket etmekten ziyade, mazinin miraslarından olan âdet ve itikadları, dine karıştırmaya başlamışlardır. Bu yüzden İslâm cemiyetlerine dahil birtakım kavimler, İslâm oldukları halde sükûta, sefalete, inhitata mâruz kaldılar. Mazilerinin bâtıl itiyad ve itikadlarıyla İslâmiyeti teşvik ettikleri ve bu suretle hakikat-ı Islâmiye’den uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.”

“Bizim dinimiz milletimize aşağılık, miskin ve hor görülmeyi tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin yücelik ve şereflerini muhafaza etmelerini emreder”(13).

Atatürk, İslâm dininin siyasallaştırılması; siyasi anlayışların ve esasların dinileştirilmesi, hilâfetin saltanata dönüştürülmesi konularına da temas eder ve şöyle der:

“Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz… (1930)”(14).

“… İslâm dinini, yüzyıllardan beri alışageldiği üzere bir siyaset aracı durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve ilâhi inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve kararsız olan ve her türlü menfaat ve ihtiraslara görünüş sahnesi olan siyasetlerden ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak milletin dünyevi ve zührevi mutluluğunun emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle islâm dininin yüceliği belirir”(15).

Alıntılanan görüşlerinde görülmektedir ki Atatürk, İslâm’a içtenlikle bağlıdır ve Din’in özgün haliyle korunup yaşanılmasını istemektedir. İslâm’ın akıl, ilim, fen ve mantık dini olduğunu, insanlara ve milletlere kimlik ve kişilikleriyle yaşama anlayışı telkin ettiğini belirtmektedir. Bu sebeple, Türk Milleti’nin dinini öğrenmesi ve daha dindar olması gerektiğini söylemektedir.

Ancak Din’den uzaklaşmaya ve din istismarı yapmaya şiddetle karşıdır. Siyasî ve şahsî nedenlerle din istismarı yapılmasına, Din’in siyasete alet edilmesine asla tahammülü yoktur. Müslüman oldukları halde çöken ve yıkılan milletlerin, geçmişlerinin yanlış alışkanlıklarına ve inançlarına İslâm’ı dayanak yaptıkları ve İslâmî gerekçelerden uzaklaştıktan için, yok olduklarını söyler. Din’in hurafelerden ve bâtıl inançlardan arındırılmış olarak insanlara sunulmasını ister.

Bu bakımdan Atatürk din eğitim-öğretiminin çok ciddi olarak ele alınması gerektiği, kadın ve erkek olsun bütün vatan evladının Dini’ni öğrenmesini zaruri olduğu düşüncesindedir. Ülkede yüksek din bilginleri yetiştirecek kurumlar olmasını zaruri görmektedir(16).

Nitekim kendisi bu işle yakından ilgilenmiş; İmam Hatip Okulları ve İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin açılmasını sağlamıştır. Böylece devlet eliyle, resmi kültür ve eğitim-öğretim politikası doğrultusunda, din görevlisi ve din bilgini yetiştirilmesine gayret etmiştir.

Atatürk’ün Hz. Muhammed Hakkındaki Görüşleri

Mustafa Kemal, İslâm Peygamberi Hz. Muhammed hakkında oldukça hürmetkar ve sitayişkâr ifadeler kullanır. Onun insanlık tarihinin en seçkin ve dahi kişisi olduğunu söyler. Daveti ve tebliğ hizmeti mücadelesi hakkında geniş bilgiler verir. İşte O’nun Hz. Peygamberle ilgili görüşlerinden bir kesit:(17)

“Son peygamber olan Muhammed Mustafa (S.A.S.) 1394 yıl önce Rûmi Nisan ayı içinde Rebiulevvel ayının Onikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan… Bugün o gündür. İnşallah büyük tesadüftür. Gerçekten Arap tarihiyle bu akşam doğum gününün yıldönümüne rastlıyor. Hz. Muhammed, çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz Peygamber olmadı. Yüzü nurlu, sözü ruhani, olgunluk ve görünüşte eşsiz, sözünde doğru, yumuşak huylu ve insanlıkta ötekilere üstün olan Muhammed Mustafa önce bu özel vasıflar ve seçkinliğiyle kabilesi içinde “Muhammedü’l-emin” oldu. Muhammed Mustafa, Peygamber olmadan önce kavminin sevgisine, saygısına, güvenine ulaştı. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve kırküçüncü yaşında risûlet geldi. Fahriâlem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde bitmez sıkıntı ve zorluklar karşısında yirmi yıl çalıştı ve islâm dinini yerleştirmek için peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek tabakasına ulaştı. Kendisinin irşadına ulaşmış olan müslümanlar ve özellikle seçkin sahabe pek çok gözyaşı döktüler. Fakat insanlık gereği olan bu üzüntülü durumun faydasız olduğunu hemen anlayan anlayışlı kişiler. Peygamberin arkasından ağlamak değil, ümmetin işlerini bir an önce güzel yürütmeye ulaştıracak tedbiri almak inancıyla toplandılar. Resûl-i Ekrem’e halife olacak bir emir seçilmesi söz konusu edildi. Hz. Peygamberi dostu olan Hz. Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı. Son nefeslerini yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olmasının uygun olacağını değişik şekillerde işaret de buyurmuşlardı.”

Atatürk bu söylevinde İslâm Peygamberi’nin hayatını ve dini tebliğ çalışmalarını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Siyer kitaptan ve İslâm tarihi kaynaklarının genel anlatımı çerçevesinde kalan bu açıklaması ile Hz. Peygamber’in hayatını ve ilk devir İslâm tarihini teferruatıyla bildiğini göstermektedir. Ancak O’nun bilgilerinin de bir takım kaynakları vardır.

Atatürk’ün İslâm Tarihiyle İlgili Görüşleri

Atatürk’ün İslâmiyet, İslâm Peygamberi ve de İslâm tarihi hakkında tatminkâr bir bilgiye sahiptir. Kumandanlık yaptığı cephelerde, yurt gezilerinde, Millî Mücadele faaliyetlerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu konuşmalarda bu düşünceye ulaşmaktayız. Mustafa Kemal’in Kur’an, Sünnet ve İslâm hakkındaki bilgisini nereden elde etmiştir? Hangi Tefsir, Hadis ve İslâm tarihi kitaplarını okumuştur? Hangi din bilginlerinin görüşlerinden ya da danışmanlığından istifade etmiştir? vb. sorulara şu anda şöyle cevap verebiliyoruz: Bilinen şudur ki; onun bu konudaki görüşleri kitabidir ve isabetlidir. Filibeli Ahmet Hilmi, Ahmet Cevdet Paşa, Namık Kemal gibi bir takım Doğulu ve “Federal Bir Dünya Devleti” adlı eserin sahibi İngiliz tarihçi Wells, Stanley, L. Caetani gibi Batılı yazarlara ait İslâm tarihi kitaplarını okumuş olduğu açıktır. Gerek 1 Kasım 1922’de “Saltanat-i Milliyenin tahakkukuna dair Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden celsede” (Hilâfet ve Saltanatın birbirinden ayrılmasıyla ilgili gündem oturumunda) gerekse 3 Mart 1924’de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu hakkındaki tartışmalar esnasında yaptığı konuşmalar onun genel insanlık tarihi, islâm ve Türk tarihlerini iyi bildiğini açıkça göstermektedir, işte bir örnek:

Beyler! Yine bilinmektedir ki: Dünya yüzünde yüz milyonluk bir Arap kütlesi vardır ve bunların Asya’ya ait kısmı Cezîretü’l-arab’da yoğun olarak varlıklarını sürdürürler. Nübüvvet ve risalete mazhar olan Fahri âlem Efendimiz bu Arap kütlesi içinde, Mekke’de dünyaya gelmiş mübarek bir vücut idi.

Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür, ilâhî âdetlerin görüşlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki çağda incelenebilir, ilk çağ insanlığın çocukluk ve gençlik çağı, ikinci çağ, insanlığın erginlik ve olgunluk çağıdır. İnsanlık birinci çağda tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmeyi gerekli görür. Allah, kullarının gerekli olan olgunluk noktasına ulaşmasına kadar, içlerinden vasıtalarla, kullarıyla ilgilenmeyi ilâhî gereklilik saymıştır. Onlara Hz. Adem (A.S)’den itibaren kaydedilmiş, kaydedilmemiş sonsuz denecek kadar çok peygamber ve elçi göndermiştir. Fakat peygamberimiz aracılığıyla en son dini ve medeni hakikatları verdikten sonra artık insanlıkla aracı yoluyla temasta bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın anlama derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması her kulun doğrudan doğruya ilâhî ilhamlarla temas yeteneğine ulaştığını kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en mükemmel kitaptır(18).

Atatürk’ün Millî Mücadele yıllarında, daha çok İslâm tarihi ile ilgili kitaplar okuduğu gözlenmiştir. O günlerde karargahında vazifeli olan H. Edip Adıvar da Millî Mücadele’yi anlatan Romanı’nda onun İslâm tarihinin ilk dönemlerini anlatan kitaplar okuduğunu yazmaktadır(19). Afet İnan’ın yazdıkları da bu doğrultudadır(20).

Mustafa Kemal’in İslâm tarihi alanında başvuru kaynaklarının başında Şehbanderzade Ahmet Hilmi’nin “Tarih-i İslâm” isimli eseri gelmektedir. Eseri dikkatle okuyan ve yazarın kimi görüşlerini paylaşan Atatürk’ün üzerinde durduğu konular A. Hilmi’nin de eserinde önemini vurguladıklarıdır. İslâm’ın akıl ve ilim dini olması, Hz. Muhammed’in eşsiz kişiliği ile İslâm’a damgasını vurması, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in yaşantıları ve uygulamaları ile “raşid halifeler” olarak tanımlanmaya layık oldukları, hilâfet meselesi onların başlıcalarıdır.

A. Hilmi’nin hürriyet, ilim, ortaçağ hayatından çağdaş yaşama geçme gibi temel problemlerle ilgili görüş ve düşünceleriyle Atatürk’ün düşünce ve uygulamaları arasında da genelde bir uyum bulunmaktadır.

Ancak Atatürk’ün İslâm Tarihi ve Hilâfet konularındaki görüşlerinin oluşmasında L. Caetani’nin 1905-1912 yılları arasında 5 cilt halinde yayımlanan “Annali deli islâm” isimli 5 ciltlik eserinin daha çok etkili olduğu söylenebilir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Malta’da tutukluyken Türkçe’ye çevirdiği ve 1924-1926 yıllarında 9 cilt halinde bastırılan bu eser, tıpkı A. Hilmi’nin eserleri gibi Atatürk’ün özel kütüphanesinde mevcuttur(21). L. Caetani, bu eserinde Hz. Muhammed’in İslâm dininin kalbi durumunda olmadığını, nübüvvetinin de kişisel gayretleri ve bazı sosyal-politik hadislerin mahsulü olduğunu iddia ettiği gibi İslâm Peygamberi’ne ve risaletine de saldırılarda bulunmaktadır. Atatürk İslâmiyet’i, Hz. Peygamberin Mekke’de ve Medine’deki hayatını, gazvelerini, hilâfet meselesini yazıp değerlendirirken L. Caetani’den çok istifade etmiş ve etkilenmiştir. Onun görüşlerinden bazılarını da kendine özgü anlatımla kullanmış ve yorumlamıştır. İşte bir örnek:

“Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Hz Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; o da hayat ve hadislerin zaruri icapları karşısında âdeta hergün değişmiştir.”

“Hz Muhammed, ihtida Allah’ın resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten sonra kendisinde hasıl olmuştur“(22).

Kaynakça

1 Azmi Süslü. Türk Tarihçiliği ve Atatürk, Üçüncü Uluslararası Atatürk Sempozyumu (3-6 Ekim 1995), Gazi Magosa – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, c. 1, Ankara 1998, s. 323.

2 Akü Aksan, Citations de Mustafa Kemal, Ankara 1982, s. 82-83.

3 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II (1959), s. 197.

4 Atatürk’ün, Fransızlar’ın, 14 Temmuz 1789 Rönesans ve Reform hareketini kutladıkları 14 Temmuz Millî bayramı dolayısıyla yaptığı bu konuşmanın yalınlaştırılmış metni için, bkz; Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, Türk Tarih Kurumu Yayınevi, Ankara 1989, s. 10; asıl metin: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, (1961), s. 81.

5 Atatürk’ün Düşünce yapısını Etkileyen faktörler konusunda Ş. Turan’ın adı geçen eserine bakılmasını öğütleriz.

6 Leman Şenalp, Atatürk’ün Tarih Bilgisi, Uluslararası İkinci Atatürk Sempozyumu (9-11 Eylül Ankara), Ankara 1596, c. II, s. 717.

7 Bu konuda geniş bilgi için bkz: L. Şenalp, a.g.m., s. 718-727.

8 Atatürk’ün tarihçilik anlayışı ve fikir dünyasını etkileyen unsurlar için bkz; L. Şenalp, a.g.m., 720 vd.; Süslü, Türk Tarihçiliği ve Atatürk, s. 340-342.

9 Atatürk’ün Türk Tarih Tezi hakkında bkz; Azmi Süslü; a.g.m., s. 337-340; Afetinan, Atatürk ve Tarih Tezi, Belleten, Ankara 1939, sayı 10, cilt III, s. 243 vd.; Bekir Sıtkı Baykal, Atatürk ve Tarık, Belleten, Ankara 1971, c. XXXV, sayı 140, s. 539-540.

10 Atatürk’ün Tarih bilgisi ve ilgisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz; Bekir Sıtkı Baykal, Atatürk ve Tarih, Belleten, Ankara 1971, c. XXXV, sayı 140, s. 532-540; Sabri Hizmetli, Atatürk ve Tarih, Askeri Tarih Bülteni, Ankara 1993, sayı 35, yıl Ig, s. 13-20.

11 Utkan Kocatiirk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri; Ankara 1971, s. 206.

12 Atatürk’ün Söylev ve Demeleri, Ankara 1959,2. Baskı, II, 66-67; s. 90. III, 70.

13 Söyler ve Demeçler, 11, 90; Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din, Millî Eğitim Ankara 1981, s. 134-135.

14 E. R. Fığlalı, a.g.m., s. 135.

15 TBMM Zabit Ceridesi, devre II, cilt VII, s. 3.

16 Atatürk’ün bu konudaki görüşleri için bkz; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 11,90.

17 (Bkz; Nutuk – Söylev, II. Cilt, Ankara T.T.K. Yayınları 1989, s. 1840): Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106-108.

18 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 1927, s. 418; sadeleştirilmiş metin, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106.

19 H. E Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, 1962, s. 146 vd.

20 Afetinan, İstiklâl Savaş’nda Tarih Bilgisinin Rolü, Atatürk Hakkında Konferanslar, 1946, s. 15.

21 L. Caetani, Annali deli İslâm (İslâm Tarihi), çev. Hüseyin Cahit, IX. cilt, İstanbul 1924- 1926.

22 Bu görüşlerin metni için bkz; Ş. Turan, a.g.e., s. 35. L. Caetani’nin İslâmiyet, İslâm Peygamberi ve Hilâfet hakkındaki yazdıkları Müslüman âlimlerce eleştirilmiş ve reddedilmiştir. Bkz.: M. Asım Koksal, Müsteşrik Caetani’nin Yazdığı İslâm Tarihindeki İsnad ve İftiralara Reddiye, İstanbul 1987.

PROF. DR. SABRİ HİZMETLİ