Atatürk’ün Gözlerindeki Güç

Hüsrev Gerede anlatıyor:

Şehla gözlerinde karşısındakini isteğine boyun eğdiren, düşüncesinin derinliklerine kadar giren bir güç, bir işleyiş duygusu vardı. 

Dönemin aleyhimizde geliştirilen siyasal akımlarına kaşılık güzel kalemi ile ulusumuzun saklı değerlerini cesaretle savunan Fransız yazarı Claude Farrére, İstanbul İtilaf Devletlerinin işgali altında iken Gazi ile görüşmeye İzmit’e gelmişti. Sonradan Atatürk’ten duyduğuma göre Claude Farrere İzmit’e yalnızca Türk dostu olduğu için değil, İtilaf komiserlerinin siyasal vekillerinden biri olarak, özel emirle gönderilmiş. Atatürk bu ziyaretin amacını önceden kestirmiş. Claude Farrere huzura çıkınca Gazi’nin bakışları altında sendeleyerek yere diz çökmüş, “Ben kendiliğimden gelmedim, beni gönderdiler. Siyasal görevim var.” demiş.

Atatürk, Fransız Yazar Claude FARRERE ile, Adapazarı, 19 Haziran 1922.

Ben Tokyo’da büyükelçi iken Uzak Doğu’ya 1938 şubatında Japon Hükümetinin davetlisi olarak gelen Claude Farrere’i Türk dostu olduğu için elçiliğimize davet etmiştim. Ankara’nın Üç Kadını eserinin yazarı diz çökme konusuna hiç değinmedi. Fakat Atatürk’ün deha ve zekâsına, azim ve kudretine olan hayranlığından söz etti. 

Hüsrev Gerede Tokyo Büyükelçisi iken, 1936

İzmit’te Gazi’nin kendisine armağan ettiği kamçıyı Paris’teki yazı masasının üstünde Akademi kılıcı ile yan yana sakladığını bağlılığının kırılmazlığına bir örnek olarak anlattı. 

Ankara’nın Üç Kadını adlı romanının kötüye yorumlanıp yanlış anlaşıldığını, yeni Türkiye ve devrimlerimizi küçük görme gibi bir niyetinin asla söz konusu olamayacağını, amacının geleneklere bağlılığın önemini vurgulamak olduğunu söyledi. 

Ankara’ya atanan Mr. Sherill adında Türk dostu bir büyükelçi, Gazi’nin bakışlarındaki çekici gücü duymuş. Fakat çağımızın bu çaptaki önderleriyle görüşmeler yapmış olduğunu ileri sürerek kendine olan güveninden söz etmiş. Ancak, bu görüşmede hazır bulunan protokol görevlisi Selâhattin Aral’ın anlattığına göre Mr. Sherill de Claude Farrere’in akıbetine uğramış, şaşırıp kalmıştır. 

Bir de benim gözlemimi buraya ekleyeceğim. 

Eşimin pek ağır bir tifoya tutulması nedeniyle Tahran’dan izinli olarak İstanbul’a gelmiştim. Hastalık sırasında gösterdiği yakın ilgiye minnettarlığımı sunduktan sonra hava değişimi için eşimi İsviçre’ye götürmek üzere Gazi’den izin istedim.

İzin vermeye pek istekli görünmedi. Ben de şu sıralarda Tahran’da acele yapılması gereken bir işimin olmadığını, dinlenme döneminde yanında bulunup eşime yardım etmem gerektiğini öne sürerek izin konusundaki ricamı yineledim. 

Gazi “Canım yalnız gitsin. Benim kızlarım yalnız gidip geliyorlar” dedi. O’nun bu sözlerine ve Lâmia’yı kendi kızlarıyla bir tutmasına çok üzüldüm ve karşılık olarak “Sizin kızlarınız yalnız gidebilirler, fakat benim eşim gidemez.” dedim. Hiçbir şey söylemedi. Fakat o anda gözlerinin ateş gibi parladığını, beynime bir elektrik ışığı gibi etki ettiğini gördüm. Canı çok sıkılmıştı. Bilinç dışı bir anlayışla kendimi “emriniz baş üstünedir.” diye esas duruşa geçen bir asker durumunda hissettim.

Hüsrev Gerede Atatürk ile birlikte Yalova’da, 1930

Bu dediklerim bir saniye bile sürmedi. Aslında beni seven bu büyük adamın kırıcı bir söz söylemeden kızgınlığını gözlerinin alevi ile duyurması, bu duyguları üzerine bildiklerimin bendeki bir denemesi oldu. 

Zaten bir anda bir şimşek gibi gelen, içe işleyen ve geçen bu olay benim “Emir buyurursunuz. İlk vapurla Tahran’a dönüyorum.” cevabımla kapandı. Elimi sıktı ve dostça ayrıldık. 

Bu görüşmeye tanık olan Recep Peker’le Ruşen Eşref, Gazi’nin bu dargınlığının ve üzerimde yaptığı büyüleyici etkinin farkında olmadılar. Tam tersi, kızları hakkındaki sözlerimde benim öfkelendiğimi sanmışlar. 


Kaynak:Hüsrev Gerede’nin Anıları, Hazırlayan Sami Önal