Atatürk’ün; Fes, Kavuk, Külah, Takke, Sarık Ve Cübbeyi Tarihe Gömen Sözü:

Atatürk’ün; fes, kavuk, külah, takke, sarık ve cübbeyi tarihe gömen sözü:

BUNUN ADINA “ŞAPKA” DERLER…

Kastamonu gezisinde halkın karşısına şapka giyerek çıkan Atatürk “Kıyafet değiştirmenin din ve iman değiştirmek anlamına gelmeyeceğini” göstererek yüzlerce yıllık bir tabuyu da yıkmıştı.

Atatürk 23 Ağustos-1 Ekim 1925 tarihleri arasında Kastamonu ve civarını ziyaret etmiş ve bu ziyaretinde halkın karşısına ilk kez şapka ile çıkmıştı. Tarihi Şapka Nutku’nda;

“Efendiler,

Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uygardır, gerçekte uygardır. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle düşüncesiyle uygar olduğunu kanıtlamak ve açıklamak mecburiyetindedir. Uygarım diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla uygar olduğunu göstermek zorundadır.

Kısaca uygarım diyen Türkiye’nin gerçekten uygar olan halkı baştan aşağıya, dış görünüşüyle de uygar ve olgun insanlar olduğunu doğrudan göstermeye mecburdurlar.” *(1) demişti.

Şapka o tarihe kadar; ulema sınıfı tarafından batı dünyasının bir sembolü ve doğrudan doğruya bir “kâfirlik belirtisi” olarak gösterilmekteydi.. Türk gençlerinin kendi zevk ve tercihleri ile şapka giymesine suç işlemiş gibi bakılıyor ve bir takım çevreler tarafından şapka giyenler “gavurlaşmakla” itham ediliyorlardı.. Fes, kavuk, külah, takke, sarık ve cübbe gibi kıyafetler o yıllarda Türk halkının “değişmez” ve “değiştirilemez” bir özelliği olarak görülüyordu… Türk halkının Batı dünyasından yıllarca ayrı kalmasını sağlayan bu anlayış ayrıca; ülkede Müslüman ve Müslüman olmayan ayrımının yapılmasına da neden oluyordu…

“BUNUN ADINA ŞAPKA DERLER”

Atatürk yüzlerce yıldır var olan yanlış bir anlayışı yıkmak ve “Kıyafet değiştirmenin din ve iman değiştirmek anlamına gelmeyeceğini” bizzat kendisi göstermek istedi… Ve bu amaçla şapka giyerek halkın önüne çıktı… O zamana kadar “Semssiperli Serpuş” ve “Medeni Serpuş” vb. gibi adlandırılan çeşitli tuhaf isimleri bir yana bırakan Atatürk; “Bunun adına “Şapka” derler” diyerek Türk halkının çağdaş ve modern bir dış görünüme kavuşabilmesini sağlayacak olan kıyafet devrimini başlattı..

Türk halkının yüzlerce yıldır kullandığı fesi bir kenara atarak, Şapkayı benimsemesinin çok zor olacağına dair düşünceler İstanbul gazetelerinde yer almıştı. Cumhuriyet gazetesi 4 Eylül 1925 tarihli baş yazısında Atatürk’ün soruna nasıl çözüm getirdiği “Gazi’nin Sosyal Düşünceleri” başlıklı makalede şöyle anlatılmıştır:

“Gazi’nin sosyal düşünceleri, siyasi düşünceleri, askeri planları kadar kuvvetlidir. Böyle olmasaydı, biz İstanbul gazetecileri burada bilmem ne türlü serpuş diye şapkaya türlü türlü isimler takmaya çalışırken O orada “Bunun adına şapka derler” diye meseleyi halledebilir miydi.”*(2)

Atatürk’ün Kastamonu gezisinden üç ay sonra 25 Kasım 1925’de Şapka giyilmesi ile ilgili yasa TBMM’de kabul edilmişti.

YUNUS NADİ’NİN FÖTR ŞAPKASI..

Kastamonu gezisinde Atatürk; Nuri Conker, Fuat Bulca, Tevfik Bıyıklıoğlu’da bulunuyordu.

Onlarda birer şapka giymişler ve kendisine eşlik etmişlerdi. Atatürk; Ankara Gazi Orman Çiftliği’nde ki kuruluş çalışmalarını denetlediği sırada giymiş olduğu Panama Şapka ile Kastamonu’ya gelmiş ve bu şapka ile halkın önüne çıkmıştı.. Kastamonu’dan Ankara’ya dönerken kendisini Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Yunus Nadi karşılamıştı.. Kalecik’te bir dinlenme molası veren Atatürk Yunus Nadi’nin başındaki geniş kenarlı fötr şapkayı görünce; “ Ne güzel şapka ! Nereden buldun?” diye sormuştu. O yılların Ankara’sında böyle şapka yoktu. Yunus Nadi Bey de Gazi’nin Panama’sını beğenmiş ve:

“Hemen hiç giymiş değilim paşam, sizin o nefis Panama’nızla değiştirmek lütfunda bulunursanız!…”*(3) demişti.

Ankara’ya dönüşünde yapılan karşılamada Atatürk’ün elinde bu fötr şapka bulunuyordu..

NEDEN KASTAMONU?..

Atatürk’ün Şapka Devrimi için Kastamonu’yu neden seçtiğini Cevat Dursunoğlu, Saffet Arıkan’dan dinlemiş ve şunları yazmıştı:

Saffet Arıkan şöyle anlatmıştı:

“1925 de ben Parti Umumi Kâtibi idim. Doğudaki isyanlar bastırıldıktan sonra vilâyetlerin ileri gelenlerinden sekizer, onar kişilik heyetler Ankara’ya geliyor, bağlılıklarını arz ediyorlardı. Bunlar kendilerine özel bir forma “Tazimat heyeti” adını koymuşlardı.

Bu heyetleri Gazi’ye ben takdim ediyordum. Fakat bir kaç heyet gelip gittikten sonra Gazi usandı. Yeni heyetler gelince “Benim adıma sen kabul et.” der, önemli gördüğü heyetleri de İsmet Paşa’ya götürmemi emrederdi.

Hiç unutmam, Ağustosun ilk günlerinde Kastamonu’dan bir heyet gelmişti. Adet yerini bulsun diye haber verdim. Gazi, hemen ilgilendi. “Bu heyeti ben kabul edeceğim, yarın Çankaya’ya getir” dedi. Bu emre hayret etmekle beraber özel bir anlam da vermedim. Ertesi gün Gazi, Heyeti kabul etti. Olağanüstü iltifatlarda bulundu. Bir saat kadar yanında tuttu. Kastamonu hakkında çeşitli sualler sordu. Heyeti uğurlarken “Davetinize teşekkür ederim, yakında Kastamonu’ya geleceğim. Hemşehrilerime selamlarımı söyleyiniz.” dedi.

Halbuki Heyet Gazi’yi Kastamonu’ya davet etmemişti. Bu sözleri işitince hayretim büsbütün arttı. Koluma girerek beni salona götürdü. Çok neşeli idi:

“Çocuğum Kastamonu’ya gidiyorum. Şapkayı orada giyeceğim” dedi.

Epeyce zamandan beri zihninin şapka meselesiyle meşgul olduğunu biliyordum. Bir kaç arkadaşa, Beyoğlu’nda şapka giydirerek gezdirmiş, yapacağı akisleri inceletmişti.
Bu kısa mütalaadan sonra Arıkan, tekrar Gazi’nin sözlerine dönerek şöyle devam etmişti:

“Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilâyetler beni tanırlar. Ya üniforma ile yahut fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. Üstelik bu vilâyet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir. İtaatlidirler, munistirler. Adları mutaassıp çıkmışsa da anlayışlıdırlar. Bunun için şapkayı orada giyeceğim.” dedi.

Bir kaç gün sonra gitti ve şapkalı olarak döndü. Dönüşte Ankara’ya yaklaşırken en çok Diyanet işleri Reisi Rıfat Efendi üzerinde yapacağı tesiri düşünüyor, onun kırılmasını istemiyordu.

Ankara’da kendisini karşılayanları, şapkasını çıkararak selamlarken gözü hep Rıfat Efendi de idi. Rıfat Efendi büyük bir anlayış gösterdi. O da sarıklı fesini çıkararak Gazi’yi baş açık selamladı. Bu anlayış Gazi’yî çok sevindirmişti. Hocayı otomobiline aldı. Kendi başında şapka vardı. Rıfat Efendinin başı açıktı. Böylece şehre girildi.

Halk psikolojisini bu kadar iyi anlayan devrimci bir baş kolay kolay bulunamaz,”*(4)


Kaynaklar:

1-Hakimiyeti Milliye, 30 Ağustos 1925, s. 1.
2-Cumhuriyet gazetesi 4 Eylül 1925, s. 1.
3-Hürriyet, Atatürk albümü, 1974, s. 97
4-Dursunoğlu, Cevat. Halkçı, 10 Kasım 1954
5. Oral, Atilla, Cumhuriyet gazetesi, 2 eylül, 2006, s. 7.


Atilla Oral