Yalova'dan bir anı... Atatürk ve Nuri Conker aynı fotoğraf karesinde...

Atatürk’ün En Yakın Arkadaşlarından Nuri Conker’in Kızı Kıymet Tesal’in Anıları

Atatürk, ölümünden sonra bir daha Nuri Conker’in evine adımını atmamış. Hatta aynı sokakta oturan doktoru Neşet Ömer’in evine bile «О semte bir daha adım atamam. Nuri’yi hatırlatıyor bana orası» diyerek gitmemiş.

Bu yazı, Hayri Birler imzasıyla 25 Kasım 1981 yılında Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.


ATATÜRK’ün en yakın arkadaşlarından Nuri Conker’in kızı Kıymet Tesal, anılarını anlatmayı sürdürdü.

Kıymet Hanım, liseyi bitirdikten sonra İngiltere’ye gitmiş. Yıl 1935, cumhuriyetin 12. kuruluş yıldönümü. Kıymet Hanım ilk kez bir Cumhuriyet Bayramı’nı yurdundan uzakta geçiriyormuş. Yalnızmış, üzgünmüş. Aklına, kaldığı yurttan Atatürk’e bir telgraf çekip onun Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamak gelmiş. Almış eline kağıdı kalemi ve “Atatürk-Ankara” adresine kısacık bir kutlama telgrafı göndermiş.

Telgrafın sonrasını şöyle anlattı:

“Akşam oldu, yattım. Benim yattığım odanın hemen yanında müdire hanımın odası vardı. Ben telgrafı çekeli henüz 10 saat olmuş olmamıştı ki, müdire hanımın odasındaki telefon çaldı, bu sese uyandım. Baktım, müdire hanım harf harf bir şeyi yazıyor, yabancı bir dilde kendisine metin dikte ettirildiğini düşündüm. Sonra dikkat ettim, baktım, yazdıkları Türkçe idi. Bu bir telgraftı ve altındaki imza Atatürk idi.

‘Tebriğini aldım, babanla beraber ben de sizi tebrik ederim kızım’ diyordu. Bu telgrafı hala saklıyorum.”

İRAN ŞAHI OTELDE KALMAM. BOYUM DA İKİ METREDIR DİYE HABER GÖNDERMİŞ

Kıymet Tesal, bir yıl geriye döndü, sonra, İran Şahı’nın Türkiye’ye gelişini anımsadı. 1934 yılında olmuş olay, İran Şahı gelecekmiş, ama gelmeden önce bir mesaj göndermiş. Ben gelince otelde kalmam, boyum de iki metredir diye. Atatürk de konuk Şah’ı halkevi binasında ağırlamayı düşünmüş. Şah için özel bir oda hazırlanmış. Tabii bir de özel yatak sipariş edilmiş iki metre boyunda…

Atatürk, İran Şah’ını genç Türkiye Cumhuriyeti’ne hayran bırakmak niyetindeymiş. Ona öyle şeyler göstermek istiyormuş ki, Şah, Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa zamanda nereden nereye geldiğini düşünsün ve şaşırsın.

Bu, Batılı anlamda bir gösteri olmalıydı Atatürk’e göre, uzun süre ne olabilir diye düşünmüş, sonra “Bir opera sahnelensin” demiş.

Kıymet Hanım, “O tarihte ne opera binamız var, ne opera sanatçımız var, ne opera bestecimiz, ama Atatürk istediği için hazırlıklara başlanıldı” dedi. İstanbul Belediyesi Musiki Cemiyeti ile Ankara Musiki Mektebi’nin sesi en güzel öğrencileri ile Ankara’daki liselerde okuyan güzel sesli öğrenciler toplanmış önce. Bir koro oluşturulmuş. Bedii Yönetgen koro şefi olmuş. Nurullah Taşkıran bas, Nimet Vahit Hanım soprano olarak görevlendirilmiş. Münir Hayri Egeli ‘Özsoy Operası’ adlı bir opera metni yazmış. Bir ormanda kurt ile aslanın ikiz kardeş olarak doğup büyüdüklerini anlatan… Kurt Türkiye’nin sembolü, aslan da İran’ın sembolü…

O yıllarda yurt dışındaki öğrenimini tamamlayıp yurda yeni dönmüş olan Ahmet Adnan Saygun da bestelemiş bu operayı.

Sonrasını Kıymet Tesal’ın ağzından dinleyelim:

“Beni de sesim güzel olduğu için koroya seçtiler. Üstelik koro şefi yaptılar. Hemen hemen her gün halkevine gidiyor, çalışmalar yapıyordum. İran Şahı’nın boyunun iki metre olduğunu nereden mi öğrendim? Atatürk de arada bir gelir, Şah için hazırlanan odanın durumuna bakar bizi izlerdi. Şah halkevinde kalacağı için, kendisine hazırlanan yatağı gördüm. Atatürk’ün konuşmalarını duydum. Ordan biliyorum.”

Ve Şah gelmiş, halkevinde misafir edilmiş, iki metrelik yatakta yatırılmış. Ozsoy Operası’nı izlemiş Şah ve Atatürk’ün istediğinden çok daha fazla hayran kalmış genç Türkiye Cumhuriyeti’ne.

ATATÜRK POKERDE BABAMIN PARASINI ALINCA O DA ATATÜRK’ÜN PARDESÜSÜNÜ GİYMIŞ, EVE ÖYLE GELDİ…

Ataturk’ün yaveri Cevdet Tolgay’ın anlattıklarını hatırladım. Kıymet Tesal ile konuşurkan Atatürk, Nuri Conker ile poker oynamayı ve Conker’i yenip parasını alıp onu kızdırmayı çok severmiş. Kıymet Hanım’a sordum, “Bu konuyla ilgili bir anınız var mı?” diye.

Derne Komutanı Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal ve en sağda Nuri Conker (09.01.1912)

“Doğrudur, babamla poker oynamaktan çok hoşlanırdı ve özellikle babamı yenip parasını alırsa çocuklar gibi sevinir, babamı da kızdırırdı” dedi Kıymet Tesal ve devam etti:

“Bir gün, akşam geç saatlerde babam eve geldi. Bir baktım, üzerinde siyah renkli bir pardesü var. Ama babamın pardesüsü değil. Kolları ta dirseklerinde omuzları dar, boyu kısa geliyor. O yıllarda çocuklar babalarına doğrudan pek soru sormazlardı. Merak ettiğim halde nedir bu hal diye soramadım. Annem sordu. Babam da anlattı. Atatürk ve babam poker oynamışlar. Atatürk babamı yenmis. Parasını almış, cok da kızdırmış. Babam parasını geri istemiş. Atatürk vermemiş. Babam da öyleyse senin pardesünü alırım, ödeşiriz demiş. Atatürk de al demiş. Babam almış pardesüyü, giymiş. Atatürk’ten yapılı olduğu için pardesü küçük gelmiş tabii. Neyse, ertesi gün pardesüyü Köşk’e gönderdi. Üzülürüm bu olaya, keşke pardesüyü göndermeseydi de Atatürk’ten bize güzel bir hatıra olarak kalsaydı, saklasaydık diye…”

BABAMIN 50 YAŞINA GİRDİĞİ GECE ATATÜRK GELDİ. BENİM ARTIK İHTİYARLARLA İŞİM YOK, BÖYLE İHTİYARLARLA KONUŞMAM BEN DEDİ

Nuri Conker ile Atatürk’ün arkadaşlıklarının ne denli eskiye uzandığını ve ne ölçüde samimi olduğunu daha önce anlatmıştık. İşte bu samimiyet havası içinde, Nuri Conker her gece Atatürk’ün sofrasında bulunduğu için, bir geceyi evinde geçirmek istemiş. Hem de öyle bir gece ki, Conker’in 50 yaşına girdiği gece…

Derne Komutanı Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal ve Nuri Conker. (9 Ocak 1912)

Nuri Conker o gün evde kalmış, dışarı çıkmamış. Atatürk de akşam sofrasında Nuri Conker’i göremeyince arattırmış, ancak telefonlardan hep “burada yok efendim” yanıtı alınmış. Conker’in o gece yaş günü olduğunu bilen tek kişi ise Saffet Arıkan imiş. Atatürk epey uğraşmış Conker’in yerini bulabilmek için sonunda bulamayınca, Saffet Arıkan kopya vermiş Atatürk’e, “Bu gece Nuri Bey’in yaş günü, muhakkak evindedir” demiş. Atatürk “Ya… demek öyle…” deyip sofrada kim var kim yok herkesi toparlayıp habersiz şekilde Nuri Conker’in evine “baskına” gitmiş.

Kıymet Hanım, o gece olanları bakın nasıl anlattı:

“Kapı çalındı, açtık, bir de baktık ki önde Atatürk, arkasında bir sürü insan, girdi içeri, babam da kapıya çıkmıştı, onu görünce ‘demek 50 yaşına girdin öyle mi Nuri? dedi, sonra ekledi, ‘benim artık ihtiyarlarla işim yok, böyle ihtiyarlarla konuşmam ben…’

Atatürk annemin elini sıktı, ‘Hanımefendiyi kutlamaya gelmiştim ben zaten’ dedi, içeri geçtiler, oturdular. Çok neşeliydi o gece Atatürk ve bütün gece boyunca babama dönüp ‘benim ihtiyarlarla alakam yok. ben artık ihtiyarlarla konuşmuyorum’ diye takıldı.”

Atatürk, Nuri Conker 50 yaşına girdiği gün 51 yaşındaymış…

HİKMET BAYUR NASIL MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLDU?

Kıymet Tesal, lise son sınıfta öğrenci iken cebir dersinden ikmale kalmış. Okullar kapanınca tüm ev halkı Büyükada’ya yazlığa gitmişler, ikmal sınavının tarihi yaklaşınca, Nuri Conker kızını alıp Ankara’ya götürmek istemiş. Tesadüf, Atatürk de beyaz tren ile İstanbul’dan Ankara’ya dönüyormuş o günlerde, birlikte trenle dönmelerini teklif etmiş.

Kıymet Tesal’in beyaz trene ilk binişi imiş bu. Vagonlardan birisi tümüyle yemek odası haline sokulmuş, boydan boya sofra kurulmuş akşam olunca. Kıymet Hanım babası ile kendisine ayrılan komportımana geçip tam yatıyormuş ki görevlilerden birisi gelmiş, ‘Atatürk sizi sofrasına istiyor’ demiş. Kıymet Hanım da üstünü değiştirip yemek vagonuna gitmiş.

Atatürk sağ yanındaki boş koltuğa oturtmuş Kıymet Tesal’i. Ankara’ya neden erken döndüğünü sormuş, cebirden sınava gireceğini öğrenince bir kağıt kalem istemiş vermiş Kıymet Hanım’a ve ‘Yaz balalım, bu düsturu çözeceksin’ deyip dört bilinmeyenli, verileri doğru olmayan bir denklem düsturu yazdırmış. Kıymet Hanım bakmış, bBu denklemin çözülmesi imkansız, çünkü verileri tamam değil. Böyle olduğunu söylemek de ayıp olacak diye düşünmüş ve ‘biz bunları görmedik efendim demiş. Atatürk sofrada bulunan ve kendisinin genel sekreterlik görevini yüreten Hikmet Bayur’u cağırmış. ‘Bak bakalım bu kızımız ne diyor’ sorusunu yöneltmiş. Hikmet Buyur yurtdışında matematik eğitimi gördüğü için, durumu anlamış. ‘Paşam izniniz olursa ben bir iki soru sorayım Kıymet Hanım’a‘ demiş ve sormuş. Kıymet Hanım da bütün soruları yanıtlamış. Atatürk bunun üzerine, ‘Peki sen niye sınava gireceksin?’ deyince, Kıymet Hanım öğretmenine bir zarar gelir endişesiyle ‘ben bunları bilmiyordum, yazın öğrendim paşam’ yanıtını vermiş. Atatürk de dönmüş Hikmet Bayur’a, ‘Hikmet Bey, siz bundan sonra Maarif Vekili olarak bu meselelerle uğraşırsınız artık‘ demiş.

Hikmet Bayur böyle bir sürpriz beklemediği için şaşırmış, ancak Atatürk zaten düşünüyormuş Bayur’u Milli Eğitim Bakanı yapmayı ve açıklamak için fırsat kolluyormuş. Nuri Conker’in kızının tren yolculuğunda girdiği sınav, Hikmet Bayur’un bakanlığının açıklanması için fırsat olmuş…

BENİ NİÇİN YALNIZ BIRAKTIN NURİ

Kıymet Hanım’ın Atatürk’e ilişkin en acılı anısı ise babasının ölümü…

Nuri Conker 1937 yılında ölmüş, Atatürk kardeşini yitirmişcesine üzülmüş, tüm taziyeler Atatürk’e gelmiş zaten.

Ve bir daha Nuri Conker’in evine gitmemiş Atatürk. Değil evine gitmek, Nuri Conker ile aynı mahallede oturan doktoru Neşet Ömer’in evine gelmesi için yaptığı davetleri de kabul etmemiş. Doktor, yanlış anlama, ben o semte bir daha ayak basmam, Nuri’yi hatırlatıyor bana orası’ demiş.

Nuri Conker’in ölümünden sonra da Atatürk’ün akşam sofraları devam etmiş. Ancak Atatürk, gerek sağlığını giderek yitirmenin, gerekse sofrada Nuri Conker’in bulunmayışının etkisiyle eskisi kadar neşeli olmamış.

Ve bir gece, sofrada bulunan tüm davetlileri ayağa kaldırmış, herkesin arabalarına binmesini istemiş, nereye gidileceğini söylemeksizin. Kendi arabasının şoförüne de sadece ‘sağa dön, sola dön, ileri git…’ diyerek yol tarif etmiş. Arabanın şoförüne ‘dur’ dediği yer mezarlıkmış. Sapkasını çıkarmış başından, Nuri Conker’in kabrine doğru yürümüş, bir süre durmuş orada, sonra ‘beni niçin yalnız bıraktın Nuri?..’ demiş mezara ve takrar arabasına binip geri dönmüş.

Selanik’te çok küçük yaşlarda başlayan arkadaşlıktan Nuri Corker’in kızı Kıymet Tesal’a kalan son anı işte bu…