Atatürk’ün Başarısının Altında Yatan Düşünce

Yunus Nadi

1910’dan beri Mustafa Kemal’i tanıyan ve ona hep güvenen, arkasında duran, onun fotoğraf ve haberlerini 1911’den itibaren kamuoyuna tanıtan gazeteci.

1918’den sonra tutuklanan, gazetesi basılan ve sonunda güvendiği adamın yanına Ankara’ya giden gazeteci Yunus Nadi…

İşgale karşı direnişin devam ettiği o dönemde; kurtuluşun gazetecisi Yunus Nadi, kurtuluşun lideri Mustafa Kemal’e Meclisin ilk açılışı öncesinde sorar:

“Meclisin ne vakit toplanabileceğini tahmin ediyoruz. Bir de hep kerameti Meclis’ten beklemek niyetinde miyiz?

Açık söylemek gerekirse bu niyet ve kanaate değilim. Zaten ızdırabım da ondandır.”

Kurtuluşun liderinin yanıtı mükemmel; hatta padişahlığın da olduğu o meşruti yapı içinde muhteşemdir;

“Bu ızdırap boşuna ve bu kanaat hiç olmazsa dışarıdan görüntüsü ile gerçek görüntüsü arasındaki yanılgıdır. Ben bilakis her kerameti Meclis’ten bekleyenlerdenim. Nadi Bey; bir devre yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, ancak milli kararlara dayanmakla milletin genel eğilimine tercüman olmakla mümkündür. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O esaret ve aşağılanmayı kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve “Ey Millet! Sen esaret ve aşağılanmayı kabul eder misin?” diye sormak lazımdır. Ben milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısında onun o soruyu soran çocuklarını canı gibi koruyup seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu soruyu soran çocuklarının hep esasa dayalı önlemlerini ve hazırlıklarını canla başla kabul edecektir. Onun için işte ben şimdi bu yoldayım, onun çok sağlam bir yol olduğuna inanarak… İstanbul’da bize karşı yapılanlar, milletçe de tamamen bilinince onun karar alma sürecinde dahi bizim gibi düşüneceği neden kabul edilmiyor? Ben bilakis milletin bu hususta daha salim, daha kesin kararlar vereceği kanısındayım. Özetle bu millet bu kurtuluş mücadelesinde bütün vaziyeti bütün açıklığıyla gördükten sonra durumuna göre en salim, en makul ve en yüksek kararları verecek ve bence muhakkaktır ki, o bu konulardaki kararlarında seni ve beni geçecektir. Ben bu konudan emin olarak işlerimize bakalım derim.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu yanıtına, Yunus Nadi; “ Canım Paşam, düşünce çok güzelse de durumun gerçeklerinden çıkan gereklilikler de acele etmeyi emretmektedir. Mesela Ankara’da beni huzursuz eden en büyük şey; ordunun yokluğudur. Gerçek odur ki, eğer elimizde dayanacağımız bir ordu bulunmazsa bütün bu güzel düşünceler suya düşüp gidebilir” cümlelerine ise Atatürk; “İşte aramızdaki fark özellikle burada göze çarpıyor. Bence Meclis düşünce değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Evvela Meclis sonra ordu Nadi Bey, orduyu yapacak millet ve ona vekâleten Meclis’tir. Çünkü ordu demek, yüz binlerce insan, sonra milyonlarca ve milyonlarca para demektir. Buna iki üç kişi karar veremez. Bunu ancak milletin kararı ve onayı meydana çıkarabilir ve bir kere oluşturulduktan sonra milletin hayat ve varlığına aykırı olan zulüm ve baskıların tümünü yok etmeye muktedir olmak yalnız teori olarak değil fiilen de kazanmış oluruz.” Şeklindeki o yanıtını vermişti. Gelin isterseniz; Yunus Nadi’nin, gece 3.5’a kadar konuşmalarından sonra odasına çekildiğinde “Ankara’nın boşluğu gözümden silindi ve bütün vatan gözümde canlı bir gülistan oldu” ve “ilk defa vicdanen huzur dolu ve çok rahat bir uyku uyudum” dediği o sözleri yorumlayalım…

1908 sonrası dönemi kastedip “her iş meşruu olmalıdır” diyen biri; millet işlerinde “millete dayanarak meşruiyeti, milletin genel eğilimine tercüman olmak” gören bir lider var ortada.

Milletin esareti ve aşağılanmayı kabul etmeyeceğini bildiği için milletin büyüklüğünü gören ve bu nedenle de hiç korkmayan ve kimsenin de korkmasını istemeyen, sadece ona sırtını dayayan Mustafa Kemal Atatürk.

Atatürk bir şey daha biliyor ki; o da milleti bir araya toplamanın daha önemli olduğu.. Bunun için de millete mutlaka “ey millet sen esareti ve aşağılanmayı kabul eder misin?” diye sorulması gerektiği.

İşte Mustafa Kemal Atatürk; yanıtını bildiği bir konuda yine de kendi başına buyruk davranmıyor ve daha o padişahlığın insanın beynindeki algısının hâkim olduğu bir dönemde bile millete sorabilmeyi düşünüyor. Bu yöntemin de “sağlam yol olduğuna” inanıyor ve son noktayı şu cümleyle koyuyor.

“Önce Meclis sonra ordu Nadi Bey, orduyu yapacak millet ve ona vekâleten Meclis’tir”.

Yeterlidir değil mi?

Zira bu çok önemli. Hem de çok.


Emin Elmacı