Atatürk’ün Bakanı Şükrü Kaya
Aşağılama anlamında “elit” denen ve 10 Ocak 1959 yılında hayata gözlerini yuman Şükrü Kaya’dan bahsedeyim. Herhangi bir kitabı olmadığından olsa gerek üzerine pek araştırma yapılmamış kişilerden biri Şükrü Kaya. Beni de araştırmaya Kaya’nın “tarihte deterministiz, icraatta pragmatik maddiyatçıyız” sözü yöneltti. Bir teorisyenin kurabileceği cümleydi. Bu yönünden olsa gerek Atatürk, yanında tuttu. Fakat Atatürk’ün ölümüne kadar 11 yıldan fazla bakanlık yaptığına göre Atatürk’ün önemsediği bir kişilik. Hükümetler değişse de, hatta İsmet İnönü başbakanlıktan ayrılsa da Şükrü Kaya, bakanlığını sürdürdü. Hala en uzun “İçişleri Bakanı” olma özelliği taşıyor. Bu bakımdan “Atatürk’ün Bakanı” özelliğini hak ediyor.
1927’den 11 Kasım 1938’e hükümetler değişse de İçişleri Bakanı olarak kaldı. Öncesinde Tarım ve Dışişleri bakanlıkları da yaptı. O da Müdafai Hukuk Cemiyeti’nden gelen biri. “Elitist” diye küçümsenen eli silah tutan kalpaklı Kuvvacılardan.
Cumhuriyet, Laiklik, Halkçılık gibi kavramlara yabancı bir ülkede devlet yöneticisi olmak elit özellikler gerektirir. 9 Mart 1883’te Ege’de İstanköy adasında dünyaya gelen Şükrü Kaya İstanbul ve Paris Hukuk Fakültesi’nde okumuştur. Sultan II. Abdülhamit’in istibdadına ve hafiyelerine karşı mücadele etmiştir. 1913-1918 yıllarında iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisi’nin İçişleri Bakanı Talat Paşa, kendisini Dahiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı’na) almıştır. Şükrü Kaya, Balkan Harbi bozgunundan sonra ülkeye gelen göçmenleri yerleştirmek, topraklandırmak, iş sahibi ve üretici yapmak amacıyla kurulan Aşâyir ve Muhâcirin Müdürîyett-i Umûmiyesi’ne (Göçmenler Genel Müdürlüğüne) 15 Mart 1916’da Genel Müdür olarak atanmıştır.
Birinci Dünya Savaşının sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)’nden sonra, İzmir Müdafaai Hukuk ve Osmaniye Cemiyeti’nde çalışmıştır. Şükrü Kaya, milli mücadelenin içinde yer alması, İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden olması, Ermeni tehcirine adının karışması sebepleriyle İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti 2. Başkanı sıfatıyla 1919 Şubat’ında tutuklanarak Mart 1919’da Bekirağa Bölüğü’nde hapsedilmiştir.
Kaya, Fethi Okyar, Mithat Şükrü Bleda, Hüseyin Cahit Yalçın gibi kişilerin kaldığı Bekirağa Bölüğü’ndeki tutukluluğu sırasında Mustafa Kemal tarafından ziyaret edilmiştir. Bu ziyaretinde Kaya, arkadaşlarına, Mustafa Kemal’in açık konuşmasa da sanıldığından da “büyük bir işe teşebbüs edeceğine” inandığını, bu işin çok zor ve zaman alacağını söylerek Mustafa Kemal’in bağımsızlık niyetini sezmiştir. Kaya ziyareti anılarında şu şekilde anlatmaktadır:
“Paşanın kendisine (Fethi Okyar’a) anlattığı karar ve projelerden bana da gizlice haber verdi. Ondan sonraki düşüncelerimiz, endişelerimiz ve intizarlarımız Mustafa Kemal’in sağ sağlim Samsun’a ayak bastığı haberini almak oldu.”
Kaya, mülkiye müfettişliği görevindeyken tutuklanarak Malta Adası’nda esir tutulmuştur. Hazırlanan iddianamede Kaya “Ermeni Sürgünü” iddiasıyla suçlanacaktır. Yaklaşık 30 ay esir olan Kaya, adadan kaçarakİtalya ve Almanya’da kaldıktan sonra Anadolu’ya gelerek milli mücadeleye katılmıştır.
Kaya, Yunus Nadi Abalıoğlu’nun sahibi ve başyazarı olduğu; Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt’un da aralarında yer aldığı önceleri “Yeni Gün” adıyla çıkan daha sonra “Anadolu’da Yeni Gün” adını alan gazetenin kadrosuna dahil olarak milli mücadeleyi destekleyen yazılar yazmıştır. Birinci Lozan Konferansı’na (20 Kasım 1922-4 Şubat 1923) giden heyette yer almıştır.
Şükrü Kaya, Cumhuriyet Dönemi’nin ilk İzmir Belediye Başkanıdır ve 1922-23 yıllarında bu görevi yapmıştır. 1923’te İzmir’de ilk işçi derneğinin kurulması için gerekli girişimi başlatmış ve dernek 1924 yılında kurulmuştur. 26 Haziran 1926 tarihinde kabul edilen Medeni Kanun’un hazırlanmasında Adliye Komisyonunda görev almış ve İlmi Heyete başkanlık etmiştir.
18 Haziran 1936 yılında CHP Genel Sekreterliği’ne getirilmiştir. 11 Kasım 1938 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen İnönü aynı gün Celal Bayar’a hükümet kurma görevini verirken Bayar’dan Şükrü Kaya’nın yer almamasını istemiştir.
Daniel Defoe’dan“Robinson Crusoe (1923)”, HenriBerau’dan“Şişko (1924)”, Charles Rist ve Charles Gide’den “Günümüze Kadar İktisadi Mezhepler Tarihi (1927)”, Bukley’den“Eski Yunan Masalları” ve Albert Mathiez’den“Fransız İhtilali 1950” adlı eserleri Türkçeye çevirmiştir.
B. İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (1927-1938)
1. İskan, Mübadele ve Nüfus Meselesi
İskan işi iki kısımdan ibaretti. Birincisi, Lozan Antlaşması gereğince mübadele neticesinde gelen bir milyona yakın Türk’ün yerleştirilmesi ve mal sahibi edilmesiydi. Ayrıca Türkiye’ye getirilen bu kişilerin Yunanistan’da bıraktıkları mallara karşılık burada kendilerine verilecek mallara ait işlemler de çözüm bekliyordu. Buna “mübadele işleri” denmekteydi. İskanın ikinci görevi ülkede bulunan göçebelerin ve anavatan haricinde kalan Türklerin iskanı idi. Kaya, göçebelerin yerleştirilmesini gerek emniyet ve gerek üretim itibarı ile büyük bir görev olarak düşünmüştür.
Ulus birliğini sağlamak yönünde Mübadele ve Teffiz (Bırakma) Muamelelerinin İntacı (Sonuçlanması) Kat’i (Kesin) Tasfiyesi Hakkında Yasa Meclise getirilmiştir.
2. İllerin, Yerel İdarelerin Yönetimi ve Toprak Reformu
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya 3 Nisan 1930 tarihli “Belediye Yasası” ile 1 Haziran 1933 tarihli “Belediyeler Bankası Yasası” gibi belediyeciliğe yön veren yasaların çıkmasına öncülük etmiştir. 24 Haziran 1933 tarih ve 2301 sayılı yasa ve 15 milyon sermaye ile kamu hizmetleri için gerekli parayı bulmak amacıyla Belediyeler Bankası kuruldu.
Kaya, toprak reformu meselesini sadece köylünün geçimi açısından düşünmemiştir. Toprak reformu ile aynı zamanda ağanın elinden kurtarılarak özgürlüğe kavuşturulmak istenen köylü, ağa yerine Cumhuriyeti otorite bilecekti.
Feodal unsurların halk üzerindeki etkisinin kırılmasına yönelik 19 Haziran 1927 tarih ve 1097 sayılı “Bazı Şahsın, Doğu Bölgesinden, Batı İllerine Nakillerine Dair Yasa” çıkarılmıştır. Bu yasanın öncelikli hedefi doğu bölgesindeki aşiretleri devlete bağlamak ve iskana tabi tutmaktı. 1097 nolu yasa ile tayin edilen bölge dahilinde bulunan arazinin hükümetçe lüzum görülen miktarının köylü, aşiret üyeleri, göçebe ve muhacirlere dağıtılması için “Şark Menatıkı Dahilinde Muhtaç Zürraa (Çiftçi) Tevzi Edilecek (Dağıtılacak) Araziye Dair Yasa” düzenlenmiştir.
14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen ve 21 Haziran 1934 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 2510 sayılı İskan Yasası ile aşiret reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhlik gibi herhangi bir belgeye ve göreneğe dayanan her türlü teşkilat ve organ kaldırılmıştır. Ayrıca herhangi bir hüküm veya vesika ile veya örf ve adetle aşiretlerin şahsiyetlerine veya onlara atfen reis, bey, ağa ve şeyhlere ait olarak tanınmış, kayıtlı, kayıtsız bütün gayrimenkuller devlete geçirilmiştir.
C. DEVLET VE DEVRİM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Altı Ok’un anayasaya girmesi noktasında CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya’nın Teşkilatı Esasiye Kanunu’nda yapılan değişiklik dolayısıyla TBMM’nin 5.2.1937 tarihli toplantısındaki Söylevi ünlüdür[1].
1. Devlet Anlayışı ve Arasız Devrimler
Ona göre Devrimcilik, tarihsel zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Devrimcilik, feodal güçlere ve emperyalizme karşı bağımsızlığını kurtarmak, eşit ve çağdaş insanlar olarak yaşamak isteyen milletin verdiği savaşımın ürünüdür. Kaya, 1930’lu yıllarda uygulanan ve 1937 anayasa değişikliği ile anayasamıza giren Devletçilik ilkesinin Ruslardan etkilenilerek uygulandığını ve bu yönüyle Rus Devrimiyle benzerlikler olduğunu ortaya koymuştur. “Bizim yegane şeyimiz, Bolşevizmin Rusya’da beka bulmasında, daim olmasındadır”[2] diyerek Rusya’yı Çarlık görmektense Bolşevik görmeyi her zaman tercih edeceğini belirtmiştir.
2. Halkçılık ve Demokrasi
Kaya, kuvvet ve kudretin kaynağının millet olduğu fikrini şu şekilde ortaya koyar:
“Biz akan, coşan inkılâp çağlayanı içinde birer su zerresiyiz. Güneş, ziyası (ışığı) ile ara sıra parlayan bu zerrelerin, o büyük şelalenin kütlesine katılıp gitmesi mukadderdir (alınyazısıdır). Kuvvet ve kudret o küçük zerrelerden doğan çağlayandadır, millettedir.”[3]
Kaya için Halkçılığın diğer yönü toplumsal sınıflar arasında yer alan feodal sınıfın ayrıcalıklarına son vermek ve kültürel temellerini silmektir. Kemalizm’de Halkçılık, “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış eşit bir kütleyiz” ifadesinde yerini bulan, sınıflar arasındaki dayanışmanın ifade edildiği bir anlayıştı. Çağdaşlaşmak, laikleşmek, devletin öncülüğünde sanayileşmek isteyen Cumhuriyet yönetiminin kapitalistleşmenin önündeki feodal güçlere karşı savunulmuş bir söylemdi. Kaya, Köyceğiz’de Hükümet Konağı’nın bir çiftlik ağasının tarlası içinde olduğunu örnek göstererek köylünün bir karış toprağının olmadığını, ağanın yanında çalıştığını, buna karşılık ağanın çalışmadan oturduğunu TBMM’de dile getirmiştir.
Şükrü Kaya, Cuma Tatili Hakkında Kanunun gerekçesinde “insanın insan tarafından istismarı ve ihtiyacın karşılanamamasının kabulünü” normal karşılamamıştır.
3. Laiklik ve Toplumun Özgürleşmesi
Kaya, felsefi anlayışını “tarihte deterministiz, icraatta pragmatik maddiyatçıyız”[4] diyerek ortaya koymuştur. “Tarihte deterministiz” açıklamasıyla, doğanın ve toplumun belli yasalar kurallar dahilinde hareket ettiğini vurgulamıştır. “Pragmatik maddiyatçıyız” düşünce akımları arasında akıl yürütmek yerine sorunları günlük hayatın pratikleri içinde halletmeye öncelik vermiştir.
Kaya’nın materyalizm anlayışında dinler, “işlerini bitirmiş, vazifeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.”[5] Kaya, laikliğin çerçevesini ve hududunu “dinin memleket işlerinde müessir ve amil olmamasını temin etmemek” ile sınırlamıştır. Bu açıdan laiklik, dinin devletten bağımsızlaşmasından ziyade devletin ve toplumsal hayatın dinden bağımsızlaşmasıyla sınırlı olarak anlaşılmıştır. Ona göre dinler, “vicdanlarda ve mabedlerde” kalmalı, “maddi hayat ve dünya işine” karışmamalıydı.[6]
4. Devletçilik
Kaya “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” sözüyle ifade edilen liberal ekonomi taraftarı değildir. Şükrü Kaya’nın devletçilik anlayışında, tarım ürünlerine ve sanayisine hükümet desteğinin olması, yerli piyasanın korunması ve gelişmesi bakımından önemlidir. 1930’lu yıllarda Türkiye’de uygulanan devletçilik ilkesinin Sosyalizmle benzerliği tartışma konusudur. Yönetici kadrolar “acaba sosyalistlik mi yapıyoruz?” sorusunu birbirlerine sormuşlardır. Şükrü Bey, yapılanın “bir çeşit devlet sosyalistliği”[7] olduğunu açıklamıştır. Kemalist kadrolar ve Şükrü Kaya bireysel kâra değil toplum çıkarına öncelik tanımışlardır. Mutedil Devletçiliğin Sosyalizme ne kadar benzediği Kemalist kadrolar arasında tartışılmakla beraber Liberalizm konusunda düşünceler netti. Liberalizm sömürge ekonomisiydi ve Türkiye asla sömürge olmayacaktı.
Tarihçi-yazar
Mustafa SOLAK
DİPNOTLAR
[1] TBMMZC, D.5, c.16, s. 59
[2] TBMMZC, D.2, c.4, s.475.
[3] TBMMZC,D.5, c.26, s.411.
[4] TBMMZC, D.5, c.16, s.60.; Ulus, 20 Şubat 1937 [5] Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s.153.
[5] Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi II Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2009, s.153.
[6] TBMMZC, D.5, c.16, s. 61.;Cumhuriyet, 6 Şubat 1937; Ulus, 6 Şubat 1937
[7] “Devlet Sosyalizmi” ifadesi Şükrü Kaya’da olduğu gibi Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar gibi kadrolar arasında da kullanılmıştır. Devletçilik ilkesinin “Sovyet Şuralar Yönetimi” tarzının yerine kullanıldığı da görülmektedir. Bu konuda bkz. Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Anadolu Yayınları, İstanbul, 1970, s.29- 30.; Cahit Talas, Ekonomik Sistemler, S. Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1980, s.361. s.334.; Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali I-II, 3. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s.197-198. , 203-206.