Atatürk’ün Ayakta Alkışladığı Şampiyon Saim Arıkan
Ali Gümüş tarafından Şampiyon Güreşçimiz Saim Arıkan ile 1989 yılında yapılan röportaj
Güreş Milli Takımı kaptanlarından Saim Hoca (Arıkan) İle Sarayburnu’nda kol kola yürüyorduk. Hoca’nın kalbi “pil” le çalışıyordu, ama hafızası pek parlaktı:
“-İşgal orduları komutanı Fransız generali de Esperey, işte buraya beyaz bir at üstünde çıktı.”
Hocayla birkaç adım daha attık. Atatürk’e doğru baktı (Sarayburnu’ndaki heykele) ve namlı kahkahalarından birini patlattı:

”Mağrur Fransız generali, Türkiye’den hiç çıkmayacağını sanıyordu, ama Atatürk’ü hesaba katamamıştı.”
1906 doğumlu olan Saim Arıkan, işgal ordusu İstanbul’a dolduğunda 16 yaşındadır:
”Yabancı askerler buralarda adata cirit atıyorlardı. Azınlıklara mensup kızlar, onlarla fingirdeşirlerken, bizler çilemizin ne zaman biteceğini henüz bilemiyorduk. Resmi elbisesini Sivas’ta çıkarıp, İngilizler’le birlikte hareket eden saraylıların suratına fırlatıp atan Mustafa Kemal, külot pantolonlu avcı elbisesiyle Ankara’daki Ziraat Mektebi’nin üst katına yerleşmişti. Devlet adamı olarak, asker olarak Atatürk’ün eşsizliğini hiç kimse tartışamaz.”
Türkiye’yi tem silen 1928 ve 1936 olimpiyatlarına katılan Saim Arıkan, 1932-1933-1934 ve 1935 yıllarında 4 kere Balkan şampiyonu olmuş, güreşteki başarılarını antrenörlük hayatında da sürdürerek “Saim Hoca” lâkabını almış bir spor adamıydı.
Büyük Atatürk’ün iltifatlarına nail olan Saim Hoca, namlı güreşçilerimizden Mustafa Çakmak ve Yusuf Aslan’la birlikte yaşayan kuşağın son temsilcilerindendi. Yavaş yavaş yol alarak Sarayburnu’ndaki Atatürk’ün heykeli önüne geldik. Büyük Atatürk anıtta, sağ elini beline koymuş, bir zamanlar topraklarımızı işgal eden yabancı güçlere, sonsuza kadar sürecek bir ders vermenin mutluluğu içinde; ”Bu ülke bizim” dercesine duruyordu.
“-Mustafa Kemal’i ilk defa Yalova’ya giderken, uzaktan gürdüm. Biz vapurdaydık, o yanımızdan motorla geçiyordu. Mustafa Kemal’i görebilmek amacıyla halk vapurun bir yanına yığıldı, az daha gemi devrilecekti. Bu bir..
İkincisi, 1932 Rusya gezisi dönüşüdür. Cumhuriyet’imizin 10. yılı dolayısıyla düzenlenen törene katılmak üzere İstanbul’dan bir grup sporcu Ankara’ya gönderildi, onların arasında ben de bulunuyordum. Bizi, Çankaya yakınlarındaki bir okulda ağırladılar. O zamanlar Ankara bomboş, bağlık, bahçelik. Mustafa Kemal, Kızılay’dan geçerken beni görmüş, üstümde eşofman vardı, yanındaki Ali Kılıç’a; ‘Ben şalvarı malvarı kaldırdım, bu da nereden çıktı?’ demiş. Kılıç Ali, beni Yalova’dan tanırdı, Ata’ya sporcu olduğumu söylemiş. O zamanlar Ankara’da minder olmadığından güreşemiyor, koşu ve yürüyüşlerle formda kalmaya çalışıyorduk, ilkinde olduğu gibi İkincisinde de Ata’yı uzaktan görmüştüm.
1934 yılında İtalya Milli Takımı İstanbul’a geldi. O sıralarda İtalyan diktatörü Mussollnİ, ‘Asya, Afrika’ diye konuşuyordu. İşte, öyle bir devir. İtalyan Takımı İle Taksim Stadı’nda, askeri kışlanın içinde karşılaştık ve onları yendik. Mustafa Kemal, bu galibiyetimizden çok memnun olmuş. Ertesi gün Maksim’de İtalyanlarla ikinci bir karşılaşma daha yapacaktık. Müsabakalardan önca Cevdet Kerim İncedayı, yanımıza geldi, sporcularla teker tekeli konuşarak, rövanş müsabakasında ne netice alacağımızı öğrenmeye çalıştı. Ben, Çoban ve diğer arkadaşlarım, ‘Yeneriz’ dedik. Bunun üzerine Mustafa Kemal’e bilgi vermiş.

66 kiloda Arap İsmail vardı, onu takıma almışlardı. Arap değil de, ‘Kara İsmail’ diyelim, çünkü kuzguniydi. Ata, locasına yerleşince Kara İsmail’i işaret ederek yanındakilere ‘Bu iş bu adamlarla mı oluyor?’ diye buruk bir şekilde sormuş. O zaman ‘zil’ zamanımız. Mustafa Kemal, belki bana para verir diye güreşe fırtına gibi girdim. İtalyan’ı tuşladığımda Mustafa Kemal’in sevinçten havaya fırladığını gördüm. Mustafa Kemal, o gün güreşi çok sevmişti, dağıldık. Bir yıl sonra Dortmund diye bir Alman takımı geldi. O yıllarda Schmelling adında namlı bir Alman boksörü vardı. Amerikalı rakibini yenmiş, Hitler de ‘üstün ırk’ sloganını kullanarak Schmelling’i kutlamıştı. Biz, Dortmund’u mağlup edince Mustafa Kemal’e haber uçurmuşlar:
‘Güreşçilerimiz Almanları yendi’ demişler. Ata, çok sevinmiş, hepimizi otobüsle topladılar; saat 23.00 civarında Florya Köşkü’ne vardık ve birkaç kare uzaktan gördüğüm Atatürk’le aynı sofraya oturmak şerefine nail oldum.
Atatürk, bizleri köşkün kapısında karşıladı. O yıllarda el öpmek yoktu, hepimizle tokalaştı. Sağ tarafına bizi, sol tarafına da Alman güreşçilerini aldı. Gün ağarana kadar oturup sohbet ettik. Mustafa Kemal, hepimize çeşitIi sorular yöneltti. Ben durumu çakmıştım, bu yüzden, sorulardan kurtulmak için en arkaya oturdum. Çoban Mehmed’i ise baş tarafa yerleştirdim. Çoban, bir-iki soruya cevap veremedi. Ata kızmadı, ‘Elbette, senin işin değil’ dedi.
Bu arada ‘teknik’ kelimesinin kökenini araştırmayı başladı, kimi Yunanca ‘teknikos’tan, kimileri de Fransızca’dan gelir’ dediler. Ata’nın rahatsızlığı yeni yeni başlamıştı, bu yüzden azar azar rakı veriyorlardı. Alemdağı’ndan getirtilen defne suyu ile rakı İçiyor, sadece sakız leblebisi yiyordu.
Mustafa Kemal, daha sonraki yıllarda bizi Yalova’da ağırladı. Hatay konusunu hallederken, elbette kendileriyle pak görüşemedik. Fakat 12 Ada’nın İtalyanlar’ın ellerinde olduğu günlerde ve Mussolini ‘Asya, Afrika’ diye bağırıp dururken, bizim İtalyanlar’ı yenmemiz, onun güreş sevgisiyle kucaklaşmasında çok önemli rol oynamıştır. Sonra malum, 1936 Berlin Olimpiyatları şampiyonumuz Yaşar Erkan’ı kutlarken, ‘Kendin küçüksün, ama memleket İçin çok büyük bir iş yaptın, çok yaşa Yaşar’ demişti.
Mustafa Kemal Atatürk, sporun dünya yüzünde oynadığı rolü fevkalâde iyi biliyordu. Zaten ‘Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur’ diyen ve Türk gençliğine spor yapmalarını tavsiye eden Atatürk’ün spora, sporcuya, yabancı olabileceğini düşünemeyiz…”
Sarayburnu’nda biraz daha kaldık Saim Hoca, bastonuna dayanarak arabaya doğru yürürken Atatürk’ü işaret etti:
“-Allah senden razı olsun. Türk milletinin esaret altında yaşayamayacağını dünyaya ispat ettin, düşmanı denize döktün…”
Arabaya bindiğimizde 83 yaşındaki Hoca’mız ağlıyordu…