Atatürk’ün Arkadaşlığı ve Vefakarlığı
Kazım Özalp anlatıyor:
Eski arkadaşlarına daima yakınlık gösterirdi. Onların yalnız sağlık sorunlarıyla değil mali problemleri ile de ilgilenirdi. Kendi parasından gerektiğinde arkadaşlarına yardım yapardı. Bana zaman zaman “Paşam ben bekârım çocuklarım yok ama param var istediğinde sana mali yardım yapabilirim” derdi. Kendisinden hiçbir maddi yardım istemediğim halde bana, birkaç kere kendi parasından, o zamanlarda önemli değeri olan 10.000 lira gibi yardımda bulundu. Selanik Rüştiyesi’nden ve Manastır İdadisi’nden tanıdığı ve sevdiği matematik hocası Faik Bey’le, tarih hocası Tevfik Bey’i buldurmuş ve kendilerinin muvafakatlerini aldıktan sonra mebus yaptırmıştı. Onlara her zaman saygı gösterirdi. Arkadaşlarının kızlarının düğün masraflarını üstlenir, onlara çok değerli hediyeler verirdi. Bazı arkadaşlarının kızlarının düğünlerini Dolmabahçe Sarayı’nda düzenletmişti.
Yakın arkadaşlarıyla beraberken, hikâyeler anlatır, yeni hikâyeleri dinlemekten hoşlanırdı. Esprili konuşmayı sever ve arkadaşlarından da espriler beklerdi.
Birkaç arkadaşın beraber bulunduğu bir toplantımızda, bir olay anlatılıyordu:
Türkiye’yi trenle ziyarete gelen bir yabancı devlet adamını, Edirne’de hudutta karşılamak için Dışişleri Bakanlığı daire müdürlerinden Cevat Açıkalın görevlendirilmiş. Gelen kimseye Açıkalın’ın ağır işittiği, bu nedenle biraz yüksek sesle konuşması gerektiği saygılı bir şekilde anlatılmış. Misafir, bu söylenenleri pek doğal karşılayarak kendisi ile İstanbul’a kadar yol boyunca yüksek sesle konuşmuş. İstanbul’a varıldığında Vali Muhittin Üstündağ’ın ağır işittiği misafire duyurularak, yüksek sesle konuşması için benzer ricalarda bulunulmuş. Misafir, bu durumu da olabilir kabul etmiş. İstanbul’da diş ağrısı tutan yabancı misafir, çok ağır işiten, ancak mesleğinin ehli olan diş doktoru Sami Günsberg tarafından tedavi görmüş, Ankara’ya varıldığında istasyonda Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu tarafından karşılanmış. Tesadüf bu ya, Numan Bey de ağır işiten bir kimse olduğundan yabancı misafir tekrar ikaz edilmiş. Sayın misafirin birkaç günden beri alıştığı konuşma şekline göre, artık yavaş konuşması için dikkat etmesi gerekmektedir. Sonunda en yüksek makam olarak Başbakan İsmet Paşa’nın ziyaretine gidilecektir. Sayın misafire, Başbakan’ın ağır işittiği için, yüksek sesle konuşması ikaz edilir. Adamcağız, “Bu ikaza lüzum yok zaten sesli konuşmaya o kadar çok alıştım ki, eğer alçak sesle konuş deseydiniz, bu benim için zor olurdu” diyerek cevaplandırmış.
Bu olay Atatürk’e anlatıldığında gülüşmeler oldu. Atatürk, “Hakikaten tuhaf değil mi, mesleklerinde her biri bir otorite olan büyük devlet adamlarımızın çoğu, nedense ağır işitiyor. Acaba Türkiye’de büyük mevkilere gelebilmek için bu da bir şart mı?” diye espri yaptı. Orada bulunan ve çok zeki bir kimse olan, o zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’e dönerek ve elini kulağına götürerek “Ne buyurdunuz paşam, işitemedim” dedi. Atatürk kahkahayı bastı “Haydi ordan, numara yapma, ben senin ne olduğunu çok iyi bilirim” diyerek tatlı sohbeti sürdürdü.
Bunun yanında bazen bu gibi toplantılarda, pek hoş olmayan konuşmalar da oluyordu.
Ali Fuat Cebesoy, Atatürk’ün mektepten sınıf arkadaşı idi. Toplantılarda Atatürk’le, başkalarıyla mukayese edildiği takdirde, daha rahat ve daha samimi konuşurdu. Batı Cephesi Kumandanlığı’ndan ayrılarak Moskova Sefirliği’ne gönderilmesi, daha sonra Terakkiperver Fırka olayları, Ali Fuat Paşa’yı biraz kırmıştı. Sanki, çok resmi olmayan bir toplantıda, bir çıkış yapma hazırlığında olduğu seziliyordu. Bir gün değişik arkadaşların bulunduğu bir toplantıda, Ali Fuat Paşa, Atatürk’e ‘‘Senin aportların kimlerdir?” diye sordu. Aslı Fransızca olan ‘Apporter’ kelimesi getir anlamında olmakla beraber, Ali Fuat Paşa’nın bu kelimeyi “Senin uşakların kimlerdir“ anlamında sormak istediği anlaşılıyordu. Atatürk, beklemediği bu soruya çok sinirlendi, toplantıda soğuk bir hava esmeye başladı, ‘Benim aportlarım yoktur. Milletin aportları vardır. Her kim ki bu millete gönülden hizmet etmek isterse, o milletin aportudur’ diye cevaplandırdı. Samimi hava bozulmuştu, biraz sonra toplantı dağıldı.

Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım, fizik olarak ağabeysine çok benzerdi. Atatürk’ün diğer kardeşleri erken yaşta ölmüşlerdi. Yalnız kendisinden 4 yaş küçük olan Makbule Hanım hayattaydı. Atatürk kardeşini tartışmalara pek sokmak istemez, ancak zaman zaman yanında bulundururdu. Resmi işlerin konuşulmayacağı Çankaya sofralarında Makbule Hanım’ı sık görmek mümkündü. Makbule Hanım bir ara, Fethi Bey’in kurduğu Serbest Fırka’ya, Atatürk’ün müsaadesiyle üye oldu.
Bir gece sofrada devlet konuları üzerinde yapılan konuşmalara Makbule Hanım sık sık karışıyor, konu ile ilgili konuşmuyor, konu ne olursa olsun “Biz Kemal’le öz kardeşiz” diye aynı sözleri tekrarlıyordu. Atatürk bu konuşmalara sinirlendi. Başta ses çıkarmadı, sonunda dayanamadı, “Söyle söyle, söylemekte haklısın, çünkü bir bana bir de sana bakan, bunlar nasıl olur da öz kardeş olurlar diye hakikaten düşünür” dedi. Arkasından, “Yorgunsan gidip istirahat edebilirsin” diye ilave etti.
Tatsız bir gece geçirmiştik, ama bu gibi bir iki tatsız toplantı, çok samimi hava içerisinde geçen yüzlerce gece arasında, sadece birkaç kere oldu.
Kaynak:Atatürk’ten Anılar, Kazım Özalp – Teoman Özalp, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Mart 1998 ISBN: 975-458-042-2