Atatürk’ün Annesi İle Babası Nasıl Evlendi
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan ile yapılan bu röportaj, Şemsi Belli imzası ile 10 Kasım 1955’de Milliyet Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Sayın Makbule Atadan rahatsızdı. Gülhane Hastahanesi’nin geniş ve ferah bir odasında tedavi ediliyordu… Yattığı oda, daha evvel Reisicumhurumuz sayın Celal Bayar’ın ameliyatı sırasında istirahatine tahsis edilen güzel bir daireydi… Odanın sol tarafındaki karyolada yatan Makbule hanımın karşısındaki büyük pencerelerden Anıtkabir ve Ankara kalesi bütün azametiyle görünüyordu. Odanın ortasındaki yuvarlak masanın üzerinde Reisicumhurumuzun her gün muntazaman gönderttiği iri karanfillerden müteşekkil bir buket vardı… Ses makinesini küçük bir komodinin üzerine yerleştirdim. Mikrofonu Makbule Atadan’a uzattım. Fakat Atatürk’e ait o kadar çok şey öğrenmek arzusu ile doluydum ki, önceden bir sürü sualler tasarlamama rağmen yine ne soracağımı kestiremiyordum…
O gün Makbule hanım çok neşeliydi… O da konuşmak ve dertleşmek ihtiyacındaydı sanki. Gözlerinin ışığından profiline kadar büyük ağabeysinden bir çok şeyler muhafaza eden sayın Atadan, bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi… Uzun uzun baktı…
– Ne anlatayım, bilmem ki, dedi. Atatürk’e ait o kadar çok şey var, ve o kadar uzun ki, hangisini anlatsam bitmez… Hâzinelere kavuşmuş bir insan şaşkınlığı içindeydim.
– Hanımefendi! Dedim. Zararı yok, siz anlatın, bugün bitmezse yarın yine gelirim, öbürsü gün yine gelirim… Sizi yormazsam, istediğiniz kadar dinlerim…
– Evvela eski günlerden başlayalım, dedi. Atatürk’ü yaratan yuvanın kuruluşundan bahsedelim, ister misiniz?
– Elbette!… Sizi dinliyorum!
– Efendim, büyük pederim ve büyük validem Selânik’e bir saat mesafedeki Langaza’da otururlarmış. Orada malları ve çiftlikleri olduğu için Selanik’e pek seyrek gelirlermiş… Bir gün yorgan kaplanırken annem Zübeyde Hanım’ın ayağına yorgan iğnesi batmış.. Getirmişler Selânik’e… Kalçasından iğneyi çıkarmışlar ama Selânik’in havasını beğenen annem, çiftliğe dönmek istememiş… Annem, o zamanlar genç ve güzel bir kızmış… Babam Ali Rıza efendi, işte bu sıralarda evlenmek niyeti ile kız arıyormuş… Bize naklettiklerine göre babam annemi bir defa rüyasında görmüş… Bilahare karşılaştığı vakit, onu bir hayli beğenmiş ve ailesinden istemiş… İstemiş ama, veren kim? Büyük annem ‘Vermem’ diye tutturmuş. Israr etmişler, rica etmişler… O, bir türlü muvafakat etmemiş.
– ‘Sırmalı kaftan isterim, sırmalı potin isterim, altınlar, bir çok şeyler isterim!…’ demiş, durmuş…
O zaman babamın maaşı da sadece üç altın lira… Bu kadar para ile müstakbel kayınvalidesinin arzusuna cevap veremeyeceğini anlayan rahmetlik babam, işi başka şekilde halletme çarelerini düşünmüş… Annemin üvey kardeşini bularak kendisine yardım etmesini dilemiş… Üvey dayım, ne yapmışsa yapmış, büyük validemin de annemin de gönlünü razı etmiş. Zübeyde Hanım’la Ali Rıza efendi, işte bu şartlar içinde ve bu kadar engellerden sonra evlenebilmişler…