Atatürk’ün 1908 İnkılabı’nda Da Çok Büyük Hizmeti Vardır

Mütekait Korgeneral Galip Pasiner bazı hatıralarını anlatıyor:

Büyük Şef Atatürk’ün harikalarla dolu olan hayatının birçok safhaları etrafında gerek hayatında, gerek ölü­münden sonra birçok şeyler yazıldı. Bugünkü Atatürk nesli, bilhassa gençler, Büyük Önder’in vatanı kur­tarmak için Anafartalar’da, sonra Anadolu’daki büyük kurtarış hareketleri­nin kahramanlıklarla dolu olan des­tanlarını okuyor ve dinliyor. Türk milletine yeni bir veçhe veren büyük siyasi ve içtimai inkılaplarından baş­ka Atatürk’ün Abdülhamit istibdadı­na karşı Rumeli’de ayaklanan 1908 in­kılabındaki hiç bir inkılapçıya benzemeyen ehemmiyetli hareketleri de var­dır.

Büyük Şefin tevazuu, mahviyetkârlığı arasında bugüne kadar neşredilmeyen bu vatansever büyük faaliyet­lerini de yeni öğrenmiş bulunuyoruz. Gerçi Atatürk’ün -o zamanki ismi ile- «Terakki ve İttihat» cemiyetini kur­mak hususundaki büyük ve tarihi rol­leri evvelce yazılmıştı. Ancak aziz Şefimizin hürriyet inkılabı uğrunda­ki parlak hizmetlerini etrafı ile kaydet­mek lâzımdır. Bu hususta en salâhi­yetli bir mevkide bulunan askerî tem­yiz mahkemesi ikinci reisliğinden mütekaid Korgeneral Galip Pasinler’e mü­racaat ettim. General Galip, 1908 inkılabı sırala­rında «Terakki ve İttihat» cemiyeti­nin Üsküp merkezi idare heyeti müessislerinden ve Kosova vilâyetinin jan­darma kumandanı bulunuyordu. Abdülhamit’e, «Kanunu esasimin yeni­den ilânını zorla kabul ettiren Arnavutların meşhur Firzovik içtimaını yaptıran general Galip «O zaman miralay» diyor ki:

Atatürkün herkesin bildiği bü­yük ve harikalarla dolu hayatına ait malum safhaları burada tekrar etmek zaiddir. Ancak, şimdiye kadar neşredilmyen bir iki kıymetli hatıramı si­ze anlatayım:

1903 (319) Makedonya ihtilâlin­den sonra Selânik – Zibefçe, Selânik – Manastır şimendifer hattı askeri mıntıkalarının idaresi altına verilmişti. 1908 (324) senesi iptidalarında da er­kânıharp kolağasısı Mustafa Kemal bey, Selânik – Zibefçe hattı üzerinde bulunan askerî muhafız teşkilâtının müfettişi bulunuyordu. Mustafa Ke­mal bey, sık sık bu hat üzerinde ge­zerek teftişlerde bulunmuştu. Bu, Mustafa Kemal beyin resmî ve zahiri vazifesiydi. İşin iç yüzü büsbütün başka idi.

Genç erkânıharp zabiti, bu şimendifer hat­tı üzerindeki askerî kıtaları teftiş eder­ken bu hat üzerinde bulunan «Terak­ki ve İttihat» cemiyeti mensupları arasındaki irtibatı temin etmek, cemiyet merkezi umumisinin gizli tebli­gatını onlara bildirmek, onların da söyleyeceklerini merkezi umumiye gö­türmek vazifesi ile meşgul oluyordu. İnkılap yolundaki bu mühim vazifesi çok tehlikeli idi. Çünkü daima üzerin­de -sarayın tabiri ile- «evrakı müfside», yani inkılaba, hürriyete ait mühim vesikalar bulunurdu. Bu hizmet Enver’in ve Niyazi’nin yaptıklarından çok mühim ve pek çok nazikti. Çünkü Enver bey, inkılabın ilanından evvel Selânik’ten Tikveş’e kaçmıştı. Tikveş beylerinin evinde izaz, ikram edilerek emin, mahfuz bir ha­yat geçiriyordu.

Kezalik Niyazi de ken­disinin itimat ettiği bir bölük asker ve gönüllülerle Resne’de dağa çıkmış­tı. Halbuki Mustafa Kemal bey, tek ba­şına hareket ediyordu. Bu cesur, genç ve inkılapçı zabit, hattı teftiş ederken üzerinde bulunan «evrakı müfsi­de» ile tutulaydı hayatı tehlikeye gi­recekti. Çünkü Abdülhamit’in adam­larına, hafiyelerine karşı vaziyetini te­vil edebilecek mevkide değildi. Fakat o, Selânik – Zibefçe hattı üzerinde bu vazifeyi ifa ederken, reklâmdan, gös­terişten uzak; çok nazik, mahviyetkâr ve mütevazi olarak hareket ediyordu.

Mustafa Kemal beyin 1908 inkılabı sıralarındaki oynadığı roller arasında mühim bir hâdiseyi şimdi hatırlıyo­rum:

324 senesi temmuzunun 7’nci gü­nü Firzovik’de toplanan Arnavutlar 180 imzalı bir telgrafla padişahtan, sa­daret ve meşihatden 93 kanunu esa­sisinin yeniden icra mevkiine konmasını istemişlerdi. Bunu müteakip ben de -ileride hatıratımı neşredece­ğim zaman tafsilât vereceğim veçhile- Arnavutların bu müracaat muvaffa­kiyetini elde ettikten sonra bir gece Üsküp’e inip cemiyetin Üsküp merkezi ile temasta bulunmak ve yeni tedbir­ler almak niyetinde idim.

Aynı za­manda o zaman Kosova valisi olan Mahmud Şevket Paşa’dan bir telgraf aldım, beni serian Üsküp’e davet edi­yordu. Ben bu daveti cemiyetin Üsküp mer­kezinin teşvikine hamlettim ve der­hal bir derezina ile Firizovik’ten Üsküp’e geldim. Temmuzun 9’un­da cemiyetin Üsküp merkezi gizli bir toplantı yaptı. Bu toplantıya işti­rak etmek üzere o günün akşamı, erkânıharb kolağası Mustafa Kemal bey de trenle Selânik’ten Üsküp’e gel­mişti. Mustafa Kemal bey, toplantı­mızda Selânik’te ve gezdiği hat bo­yundaki cemiyet teşekküllerde yaptığı temasları, alınan hazırlıkları bize teb­liğ etti.

Ve inkılâp için yapacağımla hareketlere dair verdiğimiz kararla­ra iştirak etti. O gece orada verdiği­miz karar şu idi:

Yarın sabah (10 Temmuzda) toplar atılarak askerî nü­mayişler yapılacak ve katî surette hür­riyet ilân edilecekti. İşte Mustafa Ke­mal beyin o gece iştirakı ile Üsküp mer­kezinde verdiğimiz karar bu idi. Mustafa Kemal bey, verdiğimiz ka­rarı Selânik’te merkezi umumiye ve hat boyundaki cemiyet teşekküllerine bildirmek üzere ertesi sabah, yani 10 temmuz sabahı Üsküp’ten Selânik’e ha­reket etti. Mustafa Kemal beyin Selânik’e ha­reketinden sonra Üsküp mevki ku­mandanı ferik Hüseyin Remzi Paşa (Damat Ferit kabinesinde Ticaret ve Ziraat Nazırı idi) verdiğimiz karar üzerine trene bindirilerek Selânik’e iade edildi ve o gün bütün memurlar, zabitan, ahali, camilerde, medreseler­ de benim odamda, polis müdürü Müm­taz beyin odasında alenen tahlif edi­lerek cemiyete kaydedildiler ve Üsküp’te meşrutiyet âlenen ilân edildi.

İstiklal Harbi’nde

General Galip, Atatürk’ün meşruti­yet inkılabına ait bu kıymetli faaliye­tini anlattıktan sonra sözünü İstiklal Harbi senelerine intikal ettirdi:

336 senesi, M. M. grupu vasıtası ile aldığım davet üzerine merhum Hüs­nü Paşa ( o zaman âyandan) ve Samih Rifat bey ile o senenin birinci kâ­nun sonlarında İnebolu yolu ile Ankara’ya gittik. Atatürk o zaman henüz Ankara’da, memleketteki dahilî isyanlarla, teşki­lâtla meşgul bulunuyordu. Benim Ankara’ya geldiğimi haber alan Mustafa Kemal Paşa, otomobilini gönderip beni o zaman istasyonda bulunan karargâ­hına davet etmek lûtfunda bulundu. Beni görür görmez dedi ki:

– Askerî veya mülkî vazifelerden hangisini deruhte etmek istiyorsunuz?

Ben tereddütsüzce ve şu yolda bir cevap verdim:

– Yıkılmakta olan bir binanın ta­miri, ihyası, muhafazası için bu büyük işin mimarlığı, mühendisliği gibi çok mukaddes, çok büyük ve mesuliyetli bir vazife deruhte ettiniz. Bu binanın nerelerini desteklemek, yahut tamir etmek lâzım geleceğini takdir ederek plânlarını yapmışsınızdır. Binaenaleyh benim burada azamî surette göreceğim hizmeti takdir edersiniz. Binanın neresine omuzumu dayamak iktiza ederse orasını gösteriniz, bilâkaydu şart ko­şar, ben de bir destek olurum.

Atatürk, bu sırada beni bir valiliğe veya kumandanlığa tayin etmek iste­diğini söylediği sırada dedim ki:

– Şimdi, mevki arama günü değil­dir. İcap ederse nahiye müdürlüğünü bile müftehiren kabul ve hizmet ede­rim.

Bu cevabımdan çok memnun olmuş­lardı, o günün akşamı Dahiliye Vekili tarafından Konya valiliği teklif edildi ve hemen kabul ettim. O sıralarda mahud Konya isyanı henüz kabatas­lak surette bastırılmış bulunuyordu.

Konya’da bulunduğum bir sene, bir ay zarfındaki memuriyetim sırasında merbut bulunduğum vekâletlerle ol­duğu gibi, kendisine de müracaat eder, en nazik zamanlarda kendisinin bü­yük ve yerinde tedbirlerinden, irşadlarından istifade ederdim. Şu muhakkaktı ki, İstiklâl Harbi’n­deki büyük işlerin ipuçları hep onun elinde idi. Herkesin tereddüt ettiği, içinde müşkülâtla çırpındığı en müş­kül meselelerdeki kati kararlar ondan sadır oluyordu.

Meselâ Adana, Fransızlar tarafından tahliye edildikten sonra ticaret yol­ları bir dereceye kadar açılmştı: Za­hire tacirleri, Konya’ya göz koymuş­lardı. Halbuki Konya, bütün memle­ketin ve ordunun zahire ambarı mev­kiinde bulunuyordu. Tacirler, Konya’daki mevcut zahireyi Adana tarikile ihraç etmek istiyorlardı. Ben vilâyetçe bunun menî kabil olmadığını ve elde­ki kanunlarla da hükümet merkezinin de birşey yapamayacağını görünce or­dunun gerisinde ve en yakın yerlerin­ de mevcut erzakın ordu namına mu­hafazası zaruretini düşündüm ve Baş­kumandan Mustafa Kemal Paşa’ya va­ziyeti yazdım derhal şöyle kısa bir telg­raf aldım:

«Konya’nın şarkına bir deve yükü bile erzak sevk ve ihraç edilmeyecektir.»

Bu kısa, fakat katî telgraf işi hal­letmiş ve ordunun yiyeceği mahfuz kalmıştı.


Kaynak: 16 Kasım 1938, Akşam Gazetesi