Atatürk’ü Giydirenler Anlatıyor

Atatürk’ün gömlekçisi Petro Martino hâtıralarını şöyle anlatıyor:

“Ponje ipekten başka gömlek giymezdi ve yerli sanayi kuruluncaya kadar da gömlekleri Japonya’dan, Fransa’dan gelirdi. Ondan sonra bir daha da ecnebi kumaşından gömlek giydiğini görmedik. O’na ilk gömleklerini Strongilos Biraderler firması dikmişti. Ben o zamanlar 8 yaşında ve bu müessesede çıraktım. Ölçüsünü sonradan Kemalât adını alan Yeni Delagramatika adında bir, kalfa alır, Simo adında müessesenin başmakasdarı keser, Evliksia adındaki bir işçi kız dikerdi.

İstiklâl Savaşı sırasında yerli Rumların Anadolu’ya geçmeleri yasak olduğu için, müessese, Yunan tebaalı Yani’yi Ankara’ya göndermeye mecbur olmuştu. Sonradan Kemalat adını alan Yani’nin, Ata’nın gömlekçillğine başlaması böyle olmuştur. 1929 yılında ben de bir iki kere Yani ile birlikte Ankara’ya gömlek taşımaya gitmiştim. Vaktaki aradan yıllar geçti. Ata İstanbul’a geldi ve Dolmabahçe Sarayı’nda kalmaya başladı. O zaman ben düşünmeye başladım. Büyük liderimize biz Türk işçileri neden gömlek yapmayalım da bir Yunanlı hâlâ onun gömleklerini diksin?

GÖMLEKÇİ OLUYORUM!

Bu sırada Galatasaraylı (Aslan) Nihat Bekdik ile bir mağaza açmış beraber çalışıyorduk. Mağazamıza devrin meşhur şahısları gelir giderdi.. Bir gün, merhum Atina Büyükelçimiz Ruşen Eşref Ünaydın Bey mağazaya geldiği zamanı fikrimi kendilerine açıkladım. Memnun oldu ve durumu Ata’ya aksettireceğini bildirdi.

Nitekim kısa bir zaman sonra Yalova’da köşkten bir davet aldım ve hemen icabet ettim. Vaktiyle Kemalat’ın yanında çalışırken Atatürk’ün bütün ölçülerini defterlerden çıkarmıştım. Ata 41 numara yaka giyerdi ve gömlekçilikte Apaş stili diye bilinen kalın kenarlı, devrik yakalara bayılırdı. 

ÇALINAN GÖMLEKLER

Hiç unutmam, bir seferinde ısmarladığı frak gömlekleri dükkandan çalındı. Ne yapacağımızı şaşırdık. O gün neredeyse yüreğimize inecekti. Polis seferber oldu. Yüzlerce gömlek içinde yalnız Atatürk’ün gömleklerinin çalınışına bir mana verememiştik. Neticede anlaşıldı ki bu bir meslektaşın azizliği imiş.. Ama çektiğimiz korkuyu hatırladıkça hâlâ tüylerim ürperir. Halbuki büyük Ata’ya bu hikâye anlatıldığı zaman gülüp geçmişti.

BU, DOST RENGİ

Bir seferinde Kemalât anlatmıştı. Ataya, beyaz desen üzerine kırmızı, mavi, mor, nefti, yeşil, pembe, turuncu, lacivert kalın çizgili bir sandık Lyon ipeklisi Fransa’dan hediye gönderilmiş. Yani’yi saraya çağırıp Ata’nın huzuruna çıkarmışlar. Büyük Önder kumaşlara bakmış, mavi çizgili-ipekliliyi ayırıp: ‘Bu’ demiş, ‘Dost rengidir…’ Sonra da kırmızı ipekliyi işaret edip, ‘Bu da benim rengimdir. Bana bunlardan iki gecelik entarisi dikiniz. Diğerlerinden de hanımlara rob yapınız…’ 

O, dostluk konusundaki fikirlerini telkin etmek, milletine duyurmak için en ufak fırsatlardan bile istifadeyi en iyi bilen büyük bir liderdi…

İstediği pabuçların rengini söyler, cinsini ve şeklini intihabını daima bana bırakırdı..

70 senelik kunduracı Onufri Karkilidis, yılların çökertmediği omuzlarını bedbin bir şekilde silkeliyerek:

-‘O’ diyordu. ‘Kelimelerin tarifine sığmıyacak kadar büyük bir insandı.’

Genç zabitliğinden, ölümüne kadar geçen müddet zarfında Atatürk’e yüzlerce çift çizme, potin, iskarpin, terlik dikmiş olan kunduracı Onufri Karkilidis (Altın çizme) Atatürk’e ait hatıralarını şöyle anlatıyor:

Atatürk “Altın Çizme dükkânından çıkarken. (5 Eylül 1934)

EMİRERİ İDİM

-“Daha pek genç bir subay iken, müşterimdi. Askere gideceğim sırada, beni yanına alıp, Şam’a götürdü. Ona tam dört sene emirerliği ettim. Cumhuriyetin ilânından sonra da beni bırakmadı. Ayakkabılarını daima bana yaptırırdı. İsviçre’den, İtalya’dan pabuç getirtilme tekliflerini daima reddetmişti. İstediği pabuçların daima rengini söyler, cinsini ve şeklini intihabı bana bırakırdı. Ayrıca, para konusunda da itiraz etmez, ne istersem onu verirdi. Tam 40 sene ona hizmet ettim. Beni arkadaş gibi kabul eder, her zaman büyük iltifatta bulunurdu. Arada bir çağırır, kare tam olmadığı zaman da pokere davet ederdi. Kendisiyle 3-4 kere poker oynadık. Kumarbaz değildi, onun için, hep kaybederdi. Eğlence olsun diye oynaığı için, sonunda paraları harman eder, herkesin paralarını geri almasını isterdi.’

42 numara ayakkabı giyerdi. O’na göre çizme, potin ve iskarpin olarak 3 kalıbım vardı. Emretti mi, hemen ayakkabılarını yapar götürürdüm. Bazen ayağı şişer, o zaman iskarpin sıkar, bana da çatardı.. Ben de cevap verirdim: 

‘O kadar pabucunuz var paşam, onları giysenize… Eskimez merak etmeyiniz. Eskise bile ben emrinize amedeyim…’ 

Hasis değildi, fakat hesabını bilen adamdı. Lükse kaçmaz, pabuçları eskimeden pek, iskarpin ısmarlamazdı.

Emir buyurmuşlar, beni Ankara’ya çağırtmışlardı. Müessesemizi eskiden beri tanıdıkları için Avrupa modası hakkında sualler sordular. Sonra yerli kumaş sanayiimiz hususundaki nâçiz kanaatlerimizi öğrenmek istediler. Tevazuu, alçak gönüllülüğü, bizim gibi lâlettâyin bir insanla hasbihal edecek kadar nezaket göstermesi, onun büyüklüğünü büsbütün arttırıyor, eşsizliğini büsbütün yüceleştiriyordu.

O devirde ithalat serbest olduğu için Türkiye’ye dünyanın her köşesinden kumaşlar geliyordu. Yerli sanayiimizde İpekiş kumaşlarının nefasetinden bahsedince, hemen emrettiler, araba hazırlandı ve o zaman Ankara’da bulunan İpekiş fabrikasına beni gönderdiler ve 4 kostümlük kumaş kestirmemi istediler. Vatanperver olan Büyük Ata, aynı zamanda çok da milliyetperverdi. Türk kumaşını, yerli malını en klas Avrupa mamulüne bile değişmezdi. Nitekim ondan sonra hep yerli malı giymeye başladı. Giyim, kuşamda, mübalağaya kaçmayan fantaziyi severdi. Avrupa modasını yakınen takip eder, fakat kendine yakışmayanı asla giymezdi. Onun kadar, zarif giyinen bir insan az gördüm desem yeridir. Uzun müddet askerlik etmiş olmasına rağmen, bir İngiliz centilmenine parmak ısırtacak derecede üstün zevki vardı.

Karşısındakine ilk anda bile büyüklüğünü kabul ettiren bir hususiyete sahipti. Devlet Reisi olmayıp alelade bir memur, bir tüccar olsaydı bile onu görenler şahsiyetinin kudretinden dehasının ezici azametinden kendini kurtaramazlardı. O, çok büyük bir insandı.

Prova yaptırırken asla titizlik göstermez, elbiselerinin teslimi tarihi için bizleri katiyen sıkmazdı. Karşısındaki kim olursa olsun ona kıymet verircesine konuşur, fikirlerine, anlattıklarına alaka gösterir, hasbıhalden kaçınmazdı. O, ölmeyecekti… Asıl O, şimdi sağ olacaktı.” 

BİR HATIRA

İran Şahına, İngiltere Kralına da Terlik ve iskarpin Yapmıştım…

Yine kunduracı Karkilis anlatıyor:

“Bir keresinde terlik ısmarlamıştı Özenip bezenip bir çift yaptım. Sonra hoşuma gitti, dokuz çift daha ayrı renk ve deriden yaptım. Dükkanıma uğradığı bir gün bunları gördü hepsini birden satın aldı. Sonra İran Şahı ile İngiltere Kralına da terliklerden bahsetmiş, arzu ettiler, onlara da terlik ve iskarpin yaptım, pek memnun kaldılar. 

Ölümünü duyduğum zaman deliye döndüm. Hemen Dolmabahçe Sarayına koşup yaverlerini gördüm ve ağayarak son bir defa daha huzuruna sokmalarını istedim. Beni ne kadar sevdiğini bildikleri için arzumu kırmadılar ve odasına aldılar. Ölüm döşeğinde O’nu öpüp kokladım. Ağladım, ağladım… Aaahh…O ölecek adam mı idi hiç…”


Her Yönüyle Atatürk, Avni Altıner, 1981