Atatürk’ü Düelloya Davet Eden Milliyetçi: Alfred Rüstem

KİMDİR Ahmet Rüstem Bey?

Türkiye’de devrim tarihi okuyanlara ve hatta oku­tanlara sorun. Alacağınız yanıt yüzde doksan dokuz olasılıkla, “bilmem” olacaktır.

Peki, Alfred Bilinski kimdir?

Yanıt yine yüzde doksan dokuz onda dokuz olasılıkla “bilmem”dir.

Ahmet Rüstem ya da Alfred Bilinski’yi bilmeyen­lere, Recep Zühtü, Ömer Mümtaz, Mazhar Müfit, Hakkı Behiç, İbrahim Süreyya, Hüsrev, Hayati, Refik, Cevat Abbas, Muzaffer Beyler kimlerdir diye sorsak, alacağımız yanıt kaçta kaç oranında olumlu olur ki?

Alfred Rüstem Bey Alfred Rüstem, ya da gerçek adıyla Alfred Bilinski, yakın tarihimizin, az tanınan ilginç kişilerinin başında gelse gerektir. Polonya asıllı bu yurtsever, Osmanlı Devleti’ni Amerika’da temsil ederken de, Kurtuluş Savaşı yıllarında da, bir gün çevresine küsüp ülkeyi terk ettiğinde de, hep bu topraklar, hep bu ulus için çabalamıştır…

Oysa bütün bu kişiler de tıpkı Ahmet Rüstem, ya da Alfred Bilinski gibi Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında, Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın çevre­sini oluşturan kişilerdir. Kimi arkadaşı, kimi yaveri,nkimi danışmanı, kimi koruyucusudur. Çoğu Samsun’a 1919’da birlikte çıkmışlar, bir kısmı Erzurum ya da Sivas Kongreleri sırasında yanında yer almışlardır. Ahmet Rüstem Bey de öyle…

Bu Rüstem Bey’in ilginç bir geçmişi ve kişiliği var­dır. Polonya asıllıdır. Babası, 1854 yılında otuzüç yaşındayken Osmanlı Devleti hizmetine girmiş, Bilinski adını bırakarak Saadettin Nihat adını almıştır. Paşalığa yükselen Saadettin Nihat, Midilli adasında görevliyken, 1862 yılında oğlu Alfred Bilinski dünyaya gelmiştir. 1882 yılında, yirmi yaşında, Osmanlı Devleti Bulgaristan Komiserliği Fransızca kâtibi olarak devlet hizmetine giren Alfred Bilinski “ihtida etmiş-doğru yolu görmüş” Müslümanlığı kabul ederek Ahmet Rüstem adını almıştır. Ancak, bütün yaşamı boyunca resmi yazışmalarda bile adı Alfred Rüstem Bey diye geçmeye devam etmiştir… Almanca, Fransızca, İngilizce, Lehçe, Rumca, Arapça ve Farsça bilen Alfred Rüstem bey yaşamı boyunca Türkü ve Türklüğü savunmuştur.

1886 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Osmanlı Maslahatgüzarlığına görevli olarak atanan Alfred Rüstem Bey, daha sonraki yıllarda da birkaç kez gene Amerika’da görevlendirilmiş, konsolosluğu sırasında elçilikteki arkadaşlarının bazı yolsuzluklarını açıklayan bir yazısı yüzünden Osmanlı Dışişleri Bakanlığı ile arası açılınca, ayrılıp Londra’ya gelmiş, 1903’de İskenderiye’ye geçip, 1908 Meşrutiyetine kadar Mısır’dan İstanbul’a dönmemiş, gazetecilik yap­mıştır. 1909 yılında Washington’a bu kez Maslahatgüzar olarak atanan Alfred Rüstem Bey, 1910’da Paris Elçiliği’ndeki bir yolsuzluğu kovuşturmakla görevlendirilmiş, 1911 yılında Çetine (Karadağ) Devle­tine Osmanlı elçisi olarak atanmıştır. 1912 Balkan Savaşı’na, Osmanlı ordusu saflarında er olarak katılan Alfred Rüstem Bey, 1914 yılında gene Amerika’ya, fakat bu kez Büyükelçi olarak gönderilmiştir.

İstenmeyen kişi

1914 yılı sonrasında, Ame­rikan basınında Tür­kiye ve Türkler hakkın­da, özellikle Ermeni Tehciri konusunda çı­kan sürekli yazılar üzerine Alfred Rüstem Bey, verdiği demeçlerle, İngiliz, Fransız ve Rus Çarlığı’nın başka soydan ve dinden insanlara karşı işledikleri insanlık suçlarını tek tek sayıp dökmüş, bu arada Amerikalı­ların da Filipinler’i ele geçirmek için ora halkına karşı uyguladıkları vahşeti dile getirmiş, Amerika’da zencilere karşı uygulanmakta olan linç olaylarına da değinmiş, “Türkiye’de bütün bunlar olmamıştır” demiştir. Bu demeçler, Amerikalıların ünlü Başkanı Wilson’u çileden çıkarmış, Alfred Rüstem Bey’in “persona non grata-istenmeyen şahıs” ilan edilmesine yol açmıştır. Osmanlı Devleti’nin onurunu korumak için, özür di­lemeyi de ret eden Alfred Rüstem Bey, Amerika’dan ayrılmış, İstanbul’a dönmüştür. Mondros Mütarekesi sonunda, Anadolu’da kurulan çeşitli Müdafaa-i Hukuk Dernekleri’nden birinde, Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticileri arasında da Alfred Rüstem Bey adı görülür. Sivas Kongresi günle­rindeyse sabık büyükelçi, hiç kimse çağırmadığı ve görevlendirmediği halde, Sivas’ta ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanındadır. O’nun baş konuğudur. Heyeti Temsiliye’nin doğrudan üyesi, Sivas Kongresi’nin doğrudan delegesi değildir ama, Kurtuluş Savaşı öncü kadrosunun, dış politika konularındaki baş danışma­nıdır. Heyeti Temsiliye’nin Sivas’ta Fransız delegeleriyle ve Amerikalı General Harbort ile yaptığı görüşmelerde hem çevirmen hem de görüşmeci olarak Mustafa Kemal’in yanı başında Alfred Rüstem Bey yer almıştır. Gene Sivas’ta yapılan Kolordu Komutanları toplantı­sında Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye üyeleriyle birlikte Alfred Rüstem Bey de bulunmuş ve hazır­lanan tutanağa imza koymuştur.

Mustafa Kemal Paşa ve Heyeti Temsiliye Sivas’tan Ankara’ya kar yağışı altında üstü açık, üç hurda oto­mobille giderler ve Ankara’lılar onlara görkemli bir karşılama töreni yaparlarken de Mustafa Kemal’in oto­mobilinde O’nunla birlikte Ankaralıları selamlayan üç-dört kişiden biri, Alfred Rüstem Bey’dir.

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi Mebusanına Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte Ankara mebusu olarak seçilenlerden ve Mustafa Kemal adına da İstanbul’a giden, o Meclis İngiliz işgali sonunda dağıl­dığında Ankara’ya dönüp, 23 Nisan 1920 günü topla­nan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de, gene Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte Ankara Mebusu olarak katılan bu Alfred Rüstem Bey’dir.

İstanbul’daki Damat Ferit hükümetlerinin Nemrut Mustafa Divanı Harbi tarafından Mustafa Kemal Paşa ile birlikte idama mahkum edilenlerden biri de gene Alfred Rüstem Bey’dir. İşte bu Alfred Rüstem Bey ya da doğduğu tarihteki adıyla Alfred Bilinski, 8 Eylül 1920 günü, milletvekil­liğinden istifa ederek, kalkmış Avrupa’ya gitmiş, ama orada da yabancı gazetelere Ulusal Kurtuluş Savaşını savunan yazılar yazmaktan geri kalmamıştır. Bir daha Türkiye’ye dönemeyen ve 1935 yılında, 73 yaşında yurt dışında ölen Alfred Rüstem Bey’e, Mustafa Kemal Paşa, küsüp yurt dışına gidişinden hemen sonra, o dönem­deki milletvekili maaşlarına denk bir biçimde 150 lira aylık bağlatmış ve bu aylık ömrünün sonuna kadar da Alfred Bilinski’ye ödenmiştir.

Sigara tartışması ve…

Mustafa Kemal Paşa’nın böylesine dostluğunu ve yakınlığını kazanan Alfred Rüstem Bey, Heyeti Temsiliye’nin Sivas’tan Ankara’ya geldiği ve henüz Tür­kiye Büyük Millet Meclisi’nin de toplanamadığı günlük işleri yürütmek ve hatta, karın doyur­mak için de büyük para sıkıntıları çektiği bir dönemde, nasılsa bulunan bir parayla Heyeti Temsili­ye üyelerinin kendilerine, çorba, pirzola, ve irmik helvalı bir menüyle ziyafet çektikleri bir akşam, yemek arasında sigara içtiği için Mustafa Kemal Paşa ile ka­pışır. Mustafa Kemal Paşa, Rüstem Bey’e, dostluk ve iyi niyetle, hemen pirzoladan sonra sigara içmemesini çünkü geride bir de irmik helvası olduğunu söylemeye teşebbüs eder ama, Mazhar Müfit Kansu’nun yazdığı­na göre, “morfinman” olan Alfred Rüstem Bey, ne­dense o gün “o terbiyeli tavır ve hareketini ve sükun ve sükûnetini kaybetmiştir.”

Mustafa Kemal’in dostça uyarısını kendine bir hakaret sayar, sofrayı terk eder, kalkar. Yemekten sonra da Mazhar Müfit Kansu’yu ya­kalayıp Mustafa Kemal Paşa’yı düelloya davet ettiğini, şahitleri ve silahı seçmek işini de Paşa’ya bıraktığını söyler. Mazhar Müfit, önce bunu bir şaka sanır. Anılarında da bu sahneyi şöyle anlatır:

“Ben hayretle Rüstem Bey’in yüzüne baktım:

—Düello mu?

—Evet.

—Paşa’yı öldürmek mi istiyorsunuz?

—Hayır, bilakis ben ona zarar vermeyeceğim, ben öleceğim veya yaralanacağım. Bu suretle haysiyetim muhafaza edilmiş olacak.

Bunun üzerine yarım saat kadar münakaşa ettik. Rüstem Bey’i kandırmak mümkün olmadı. Ben derhal Paşa’nın odasına gittim, akıl ve mantığın kabul etmediği, Rüstem Bey’in bu çocukça ve mecnunane teklifini, şaka ve alay tarzında bir ifade ile Paşa’ya anlattım, her ikimiz birer kahkaha salıverdik. Mustafa Kemal Paşa:

— Ne oldu bu adama, çıldırdı mı?

Ben: Aklından biraz zoru var galiba, bugün ne ol­muş bilmem.

Mustafa Kemal Paşa: Demek ben de şahitleri tayin edeyim, öyle mi?

— Sade o kadar değil, silah intihabı da size aitmiş, bunu da intihab ediniz. Rüstem Bey’e tebliğ ede­ceğim.

— Acaba hangi silahı tercih etsek?

— Bence modern bir silah olsun.

— Yani ne demek?

— Süpürge sopası demek.

Uzun kahkahalarla bu görüşmeye nihayet verdik. Odama geldim. Rüstem Bey bekliyordu.

— İntihap ettiği silah nedir?

— Modern bir silah, şimdiye kadar düelloda hiç kul­lanılmamış bir silah.

— Neymiş o?

— Süpürge sopası.

Nihayet Rüstem Bey’e pek ciddi olarak dedim ki:

— Rüstem Bey, evvela sizi tahkir eden yok. Saniyen, bu hareketiniz şayi olursa arkadaşlar arasında kazan­dığınız mevki ve hürmeti kaybedersiniz. Salisen, böyle firengâne hareketler, siz biz milliciler arasında fena bir mevkiye düşürür ve hatta aramızdan geldiğiniz yere, yani İstanbul’a avdetinizi icap ettirir. İşte o zaman sizi bilen­ler arasında kovulmuş damgasıyla fena bir şöhret almış olursunuz. Odanıza teşrif ediniz de, müsterih olunuz, cereyan etmiş bir mesele yoktur. Kemafıssabık işimize bakalım.

Rüstem Bey, biraz daha sözü uzattı ve nihayet bana da dargın bir şekilde odadan çıktı. Akşam yemeğine de gelmedi, ertesi gün gerçi göründü ama, hep çatık çehreli idi.”

Mustafa Kemal’i ciddi ciddi düelloya davet eden Alfret Rüstem Bey, bu olaydan bir süre sonra “yine böyle bir hiç yüzünden” mebusluktan istifa edecek ve Avrupa’ya gidecektir. Hem de geçinecek, beş kuruş parası, malı ve mülkü yokken. Ama Mustafa Kemal, bu alıngan ve hırçın arkadaşını unutmayacak, ardını bırakmayacak, ona o dönemdeki milletvekili aylığına eş bir aylığı, geçmiş yıllardaki uzun hizmet yıllarının bir karşılığı olarak bağlatacaktır.

İLHAMİ SOSYAL