Atatürk’ü Bir Nöbetçi Az Daha Vuruyordu
(Halit Göktuğ ile yapılan bir röportajdan bir kısım. Aktaran, Mustafa Baydar.)
Atatürk’ten bir yıl sonra Harbiyeden mezun olmuş olan Emekli Tuğbay Halid Göktuğ’un Nişantaşı’ndaki evindeyim. Kendisinden Atatürk’e dair bir iki hatırasını rica ediyorum. Biraz düşündükten ve geçmiş günleri şöyle bir hafızasında canlandırdıktan sonra ağır ağır anlamaya başlıyor:
“1906 yıllar eşkiyanın ve çetelerin Makedonya’da en fazla faaliyette bulunduğu bir sıra idi. Bir gün Selanik’te Kareferye ve Vodina ovasındaki bir karakola teftiş için gitmiştim. O zaman Erkânı Harbiye Yüzbaşısı idim. Vakit geciktiğinden ve karanlık bastığından orada kalmaya mecbur oldum. Karakol kumandanı ile oturuyorduk ve yemek yemek üzere idik.
Karakolun ilerisinde nöbetçiler vardı. Gece nöbetçilere yaklaşabilmek için parolayı bilmek mutlaka lâzımdı. Zabitan veya kumandanların adını vererek eşkiyanın çok defa yaklaşıp nöbetçileri öldürdüğü ve karakola baskın yaptıkları vakiidi. Bunun için mıntaka kumandanlığı, bir zabit adı veren her şahsın hiç sorguya mahal bırakılmadan üzerine ateş edilmesini emretmişti.
O zaman Erkânıharb Kolağası olan aziz Atatürk de bu mıntıkanın erkânı harbiyesinde bulunuyordu. Hatta bu emrin onun kaleminden çıkmış olması da pek muhtemeldir.
Bulunduğumuz yerin pencereleri, bütün karakollarda olduğu gibi tahta kepenklerle kapalı idi. Çünkü her an bir eşkiya baskını ihtimali vardı. Karakol kumandanı teğmen ile konuştuğumuz esnada nöbetçinin:
-‘Dur, parola!’ diye bağırdığını işitince hemen irkildik. Çünkü bu saatte hiç bir kimsenin karakola gelmesi ihtimali yoktu. Biraz sonra da karşıdan gür ve hâkim bir sesin:
-‘Ben Kolağası Mustafa Kemal’ diye bağırdığını işittik.
Bu sözü duyan nöbetçinin, hemen ateş etmek üzere gecenin sükütunda derhal silahının emniyet tetiğini açtığını işittim. Bunun üzerine derhal:
-‘Nöbetçi dur!’ diye sesimin olanca kuvvet ve heyecanı ile bağırdım ve fırladım. Çünkü geleni sesinden tanımıştım. Nöbetçi hiç durumunu bozmuyordu. Beni görünce tüfeği indirdi. Mustafa Kemal de ilerledi. Sonra odaya girdik. Kendisi ile mektepte gayet iyi tanıştığımız için:
-‘Ulan Halid, beni vurduruyordun,’ dedi. Ben de:
-‘Bir kere bu karakolun kumandanı ben değilim. Emri yazan erkânıharb de sizsiniz; o halde kendi emrinize muhalif tehlikeli bir durum yaratan da sizsiniz,’ dedim.
Sonra musafaha etti, sarıldı.
-‘Üşüdüm, içki var mı?’ dedi.
Bizim tarihi ve meşhur mezemiz olan leblebi ile biraz içtik. Biraz biber turşusu ve biraz da etten mürekkeb yemeği iştih ile yedik. Malüm olan neşe ve şetareti ile bizi hayran bıraktı. Yemekten sonra gitmek üzere ayağa kalktı. Bulunduğumuz yer tehlikeli idi. Kendisini yalnız bırakmazdık. O geldiği gibi gitmek istiyordu. Bütün karakoldaki mevcudun en büyük kısmını kendisine refakat etmek üzere ayırdık ve selâmetledik.
Kaynak: Her Yönüyle Atatürk, Avni Altıner, 1981