Atatürk’e Mektup
Yüce Atatürk
Senin aramızdan ayrılışından bu güne kadar neredeyse bir asır geçecek.
Bu zaman parçası içinde, senin manevi varlığına sahip çıkmadık, çıkamadık.
Bize bıraktıklarının ve armağan ettiklerinin hiç birinin kıymetini bilmedik. Günün birinde, elimizden alınacağını bile aklımıza getirmedik. “İzindeyiz!”, “Yolundayız!” diyerek önce seni, sonrada hem de hiç utanmadan kendimizi kandırdık. Bizler izindeyken, yolundayken, bıraktıklarını, emanet ettiklerini, armağan ettiklerini ve eşsiz manevi varlığını ne hale getirdik. Ya izinde, yolunda olmasaydık?
Hayatın boyunca, Türk Milletine, elinde, avucunda, kafanda ne varsa hep verdin. Hem de bizden hiçbir şey istemeden ve beklemeden.
Biz sana, ne vermemiz gerektiğini dahi düşünmedik. Aynen varlığımızı sana borçlu olduğumuzu unuttuğumuz gibi.
Sayende:
Vatanımız oldu.
Medeni olduk.
Millet olduk.
Asırlık, düşmanlarla dost olduk.
Avrupa, Ankara’nın sözünü dinler oldu.
Birleşmiş Milletlere, davet edilerek giren ilk ve son devlet olduk.
Avrupalı ile eşit olduk.
Ne onlardan bir parmak aşağı, ne onlardan bir parmak yukarı.
İç düşmanlar, dış düşmanlar!
Sana “İsyancı” dediler, “Düşmanı ezdin”.
Şeyhülislâm “Kâfir” dedi, oysa “Kâfirleri” yok ettin.
Seni tanımayanlar “Diktatör” dediler, “Demokrat” çıktın.
En yakınların “Padişah olacak” dediler, “Cumhurbaşkanı” oldun.
Düşmanların “Korkak” dedi, “Cesur” çıktın.
Karşıtların, “Türk değil!” dediler, “Ne Mutlu Türküm!” dedin.
“Zengin” dediler, her şeyini “Milletine” bağışladın.
Ama “Çok parası var” dediler, 10 Kasım sabahı cebinden “95 kuruş” çıktı.
En yakın arkadaşların “Bu savaştan mağlup çıkacak” dediler, “Zaferle” çıktın.
Bir insan, tanıyanı tanımayanı, seveni sevmeyeni, takdir edeni etmeyeni, inananı inanmayanı, yerlisi yabancısı, dostu düşmanı ile bütün bir insanlığı böylesine yanılta bilir mi?
Aramızdan ayrıldığın gün, emanetini, senin nesline bırakıp “İzine” çıktık. Neslin de hem sana hem eserlerine sahip çıktı.
Sonra, evet sonra. Ne oldu?
Sonrasını ne sen sor ne ben yazayım.
O nesil bir iki eksiği ile doğanın gereği tükendi.
Arada lütfedip gerçekten izinde olduğumuz günler de olmadı değil.
23 Nisan!
19 Mayıs!
30 Ağustos!
29 Ekim!
10 Kasım!
Bu günlerde izinden çıktık, yanında olduk. Huzurunda olduk.
Ama ertesi gün tekrar “İzinde” olduk.
İzinde oldukta, ne yaptık?
Kafası bilim, yüreği sevgi dolu genç bir nesil mi yetiştirdik?
Evet demek için insanın ar damarının çatlamış olması lâzım. Bu gün bile sana sahip çıkanlar yetmişli yıllarını geride bırakmış olan “Senin neslin”.
İzinde oldukta ne yaptık?
Diktiğin fidana bir avuç su mu verdik?
Yoksa su vermek şöyle dursun, kazma kürek o fidanın belini mi kırdık?
İzinde oldukta ne yaptık?
Ülkenin birlik ve beraberliğini koruyup kollamak için bir yumruk mu olduk?
Anadolu’nun Türk’ü ile Kürd’ü ile Çerkez’iyle, Laz’ıyla, Rum’u, Yahudi’si, Ermeni’siyle, Süryani’si ile bize armağan ettiğin toprakların mozaiğini oluşturan bu insanların bir birleri ile barış ve kardeşlik içinde yaşamaları için çaba mı sarf ettik, emek mi verdik?
İzinde oldukta ne yaptık?
Bin bir emekle yapmış olduğun devrimlerini baş tacı edip,
“Medeni Dünya’ya” örnek mi olduk?
İzinde oldukta ne yaptık?
Zaferin kazanılmasında en büyük payı olan Anadolu kadınını,
“Uygarlığın abidesi” haline mi getirdik?
İzinde oldukta ne yaptık?
Eserlerine eser mi kattık?
Zaferine, zafer mi kattık?
Anadolu’yu sulhun, sükûnun, huzurun, mutluluğun beşiği mi yaptık?
Yoksa “Anadolu Yiğidine” mezar mı yaptık?
İzinde oldukta ne yaptık?
Dört tarafımızı saran komşularımızla huzuru, mutluluğu,
güzellikleri, barışı, ortak değerleri, dostluğu paylaşır mı olduk?
O izin hiç bitmedi.
Günün birinde bu izinin biteceğini ve gün gelip te geri döneceğimizi hiç düşünmedik.
Oysa bir baktık ki izin bitmiş.
İzinden döndük. Döndükten sonra gördük ki, ne emanet ettiklerin, ne senin manevi varlığın, ne de eserlerin ne de senin neslinden eser kalmış.
Bu sefer adını verdiğin gazetenin, taştan, topraktan resim yapan yazarından tut da, Vahdettin’i vatanperver yapan sözde sakallı tarihçiye kadar, Gardırop Atatürkçüleri, “İzinden” dönüp “Yolundayız” dediler. Hem de gırtlakları yırtılırcasına.
Sandılar ki, ne kadar çok bağırırlarsa o kadar çok “Senci” olunur.
Canımız, bağrımız yanmış. Ümit yok.
Işıksa, şairin dediği gibi hiç yok.
“Her yer karanlık”
Tek ışık:
“Yattığın yer.”
Çaresiz kaldık. Çare ararken “Yolundayız” diyenler çıktı. Bu sefer onlara kandık, yolundayız diyenlerin peşine takıldık. Hep birlikte izinden çıktık, yoluna girdik.
Yolundayız dedik!
Ama yolun başında, yolundan saptık.
Yolundayız dedik!
Hiç utanmadan, sıkılmadan yalan söyledik.
Partili, partisiz hepimiz olmayan, gözle görülmeyen, elle tutulmayan yoluna girdik.
Yolundayız diye, diye,
Dört yol ağzına geldik.
Çareyi kendimizin dışında herkeste aradık.
Oysa çare;
SENDİN.
Çare, sana sahip çıkmakla görevli olan bizlerdik.
Bunu dahi düşünemedik.
Şimdi dört yol ağzındayız. Ne bir adım geri, ne bir adım ileri.
Bir gün baktık, emanetçilerin, “Biz senin askerleriniz. İleri” dediler.
Ama o zamanda ileri gidecek yol kalmamıştı. Yol bitmişti.
Yüce Atatürk!
Senin önderliğinde kazanılan, Kurtuluş Savaşı sadece bir millete hürriyet ve bağımsızlığını armağan etmedi. O zafer ki bu milleti, aşağılık duygusundan ve 600 küsur sene onun, bunun kulu olmaktan kurtarıp, ülkesinin saygın bireyi haline getirdi.
600 küsur senelik safsata ve hurafeyi, çok değil 3 yılda yerle bir ettin.
Tarih boyu medeniyete isyan etmiş hainlerle, sözde Gardırop Atatürkçüleri el ele vererek, senin bizlere 19 yılda verdiklerini 19 günde elimizden aldılar.
Atam!
Şimdi seni unutanlar, unutturanlar!
Seni sözde sevenler!
Senin manevi varlığın önünde “Sap” gibi dikilenler!
İzindeyiz, yolundayız diyenler!
Sözde Kemâlistler sözde Atatürkçüler!
Hepsi birlikte bir ağızdan:
Diyorlar ki, özlüyoruz! İnanma.
Diyorlar ki, bekliyoruz! Gelme.
Diyorlar ki, arıyoruz! Aradıkları, sen değilsin.
Diyorlar ki, unutmadık! Hatırlamıyorlar ki unutsunlar.
Diyorlar ki, sana ihtiyacımız var! Yalan söylüyorlar.
Atam!
İzindeyiz, yolundayız dedik,
Seni aldattık.
Utanmadan, Lozan’ı silip, Sevr’i tanıdık.
İlimi, bilimi türbelerden bekleyen bir gençlik yarattık.
Gel de kurtar demeye yüzümüz kalmadı.
Eriş Ülger