Atatürk’e Düello Teklifi

DÜELLO geleneğine Türklerde pek rastlan­maz. Ancak Batı’ya öykünen kimi kişiler Türkiye’de de zaman zaman rakiplerine düello teklif etmişlerdir.

Örneğin İkinci Meşrutiyetin başlarında, 1911 yılında, Meclis-i Mebusan’da iktidar ve muhale­fet arasındaki çekişmeler basına da yansıdığın­da Tanin başyazarı Hüseyin Cahid (Yalçın) Bey’in yazdığı bir yazıdan ötürü Priştine Mebusu Ha­san, hakarete uğradığını ileri sürerek Hüseyin Cahid’i düelloya davet etmiştir. Hemen bunun ardından avukat Lütfi Fikri, gene bir yazı ile ha­karet ettiği Nesim Ruso tarafından düelloya da­vet edilmiş, ancak her iki düello girişimi de İtti­hat ve Terakki Fırkası İleri gelenlerince önlen­miştir.

İkinci Meşrutiyetin sonuna doğru 1919 yılın­da da, Mondros Ateşkesi’nin ardından gene bir gazeteci ile bir profesör arasında karşılıklı bir dü­ello daveti söz konusu olmuştur. Bu da taraflar­dan birinin af dilemesiyle tatlıya bağlanmıştır. Hiçbiri de gerçekleşmeyen bu düello teklif­lerinin bilinebilen en sonuncusu, Kurtuluş Savaşı’nın başında, Heyet-i Temsiliye’nin TBMM’yi toplamak üzere Ankara’ya geldiği günlerde Mus­tafa Kemal Paşa’ya karşı yapılan bir düello tek­lifidir.

İşte Atatürk’ü düelloya davet eden adam Ahmet Rüstem Alfred. 1862 Midilli doğumlu. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı 4. dönem milletvekili. Fransızca, İn­gilizce, Lehçe, Almanca, Arapça, Farsça biliyor. Washington’da büyükelçilik yaptı.

Sivas’tan Ankara’ya güç hal gelebilen Heyet-i Temsiliye’nin parası pulu da kalmamıştır ve he­yetin günlük yemek parasını bulmak bile sorun haline gelmiştir. İşte böyle bir günde Ankara Müftüsü Rıfat Efendi (Börekçi), Ankaralılardan topladığı bir parayı getirir, heyetin mail işlerine bakan Mazhar Müfit’e teslim eder. Bunun üzeri­ne Mazhar Müfit de, günlerden beri çorba ve bul­gur pilavından başka şey yememiş olan heyete pirzola ve helva yaptırır. Mazhar Müfit (Kansu), “Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le beraber” adlı anılarında bu sahneyi şöyle anlatır:

“Pirzola yenildikten sonra sofrada Paşa’nın karşısında oturan Rüstem Alfred Bey bir sigara yaktı.

Paşa:

‘-Acele etme Rüstem Bey, pirzoladan başka daha neler var? Bugün fevkalade’ dedi.

Rüstem Bey:

-‘Sizden müsaade almaksızın sigara içmeyi muvafık-ı adab ve muaşeret (ter­biye ve görgüye uygun) görmeyerek bu ihtarda bulunuyorsunuz, halbuki yemek arasında siga­ra içilmesine siz ne vakitten beridir müsaade et­tiniz ve hep içilmekte iken, bugün neden ayrıca müsaade almaya lüzum görüyorsunuz?’ cevabıy­la sertleşti.

Paşa:

– Canım, yemek sırasında sigara içil­mesini, ancak iştihamızın kapanarak, az yemek yememiz için usul ittihaz etmiştik. Bugün ise et­ten başka helvamız da var, onun için sigara ile iştiha kapanmaması için, sigara içmekte acele etmeyiniz dedim, cevabıyla şakada bulundu.

Rüstem Bey, bu cevapla iktifa etmeyerek hid­detle sofradan kalktı gitti. Morfinoman olan Rüs­tem Bey her nedense bu gün o terbiyeli tavır ve hareketini ve sükûn ve sükûnetini kaybetmişti.”

DÜELLO, bir anlaşmazlığı ya da onur sorununu çözmek amacıyla, önceden belir­lenmiş kurallara göre öldürücü silahlarla yapılan dövüş demektir. İkişer tanık önün­de, belirli bir alanda eşdeğer silahlarla, genellikle de tabanca ya da kılıçla yapı­lan düellonun tarihi, taaa eski çağlara ve barbar kavimlere kadar uzanır. Ortaçağlarda düello, haklıyı haksızdan ayırt etmek için bir tür yargı yolu olarak da benimsenmiş, İngiltere’de I. Wllllam’ın XI. yüzyılda başlattığı yargısal düello geleneği ancak 1819 yılında yasaklanmıştır. Bir Fransız kralınca İzin verilen Fransa’daki en son düello İse 1547’de gerçekleşmiştir. Bu yöntemin çok yaygınlaşması üzerine IX. Charles 1566’da düello yapanların ölüm cezasına çarptırılacağını belirten bir yasa çıkarmıştır. 1789 Fransız Devrimi’nden sonra ise düello geleneği bu ülkede bir kere daha yaygın­laşmış, özellikle XIX. yüzyılda Fransa’da sık sık siyasal düellolar yapılmıştır. Almanya’­da ise 1. Dünya Savaşı’na kadar askeri kurallar onur düellolarına yasal olarak izin ver­miş, sonra bu gelenek yasaklanmıştır. Ancak Nazi iktidarı, 1936’da düelloyu bir kez da­ha yasal olarak yapılır duruma getirmiştir. İtalya’daki Mussolini faşizmi de düelloyu özen­dirici kimi kararlar almıştır. Rus soyluları arasında da düello geleneği çok yaygındır ve fotoğraftaki ünlü ozan Puşkin, bir onur düellosu sonrasında yaşamını yitirmiştir. 

Mazhar Bey yemekten sonra Rüstem Bey’in odasına çıkar ve aralarında şu konuşma geçer:

“Rüstem Bey:

– Monşer, işin şaka ciheti yok­tur. Paşanın on-onbeş kişilik bir sofrada beni, adabı muaşeretten bihaber farzıyla tahkiri, tahammül edilecek bir hal değildir. Sizin namusu­nuza tevdi ediyorum. Aramızda başka hiçbir ar­kadaş bilmemek şartıyla paşayı düelloya davet etmek ve bu suretle haysiyetimi muhafaza etmek mecburiyetindeyim. Sizi vekil tayin ediyorum. Pa­şaya iblağ ediniz.

Ben, hayretle Rüstem Bey’in yüzüne baktım:

– Düello mu?

– Evet.

– Paşayı öldürmek mi İstiyorsunuz?

– Hayır, bilakis ben ona zarar vermeyece­ğim, ben öleceğim veya yaralanacağım. Bu su­retle haysiyetim muhafaza edilmiş olacak. Bunun üzerine yarım saat kadar münakaşa et­tik. Rüstem Bey’i kandırmak mümkün olmadı. Ben, derhal paşanın odasına gittim, akıl ve mantığın kabul etmediği, Rüstem Bey’in bu ço­cukça ve mecnunane teklifini şaka ve alay tar­zında bir ifade ile paşaya anlattım, her ikimiz bi­rer kahkaha salıverdik.

Mustafa Kemal Paşa:

– Ne oldu bu adama, çıldırdı mı?

Ben:

-Aklından biraz zoru var galiba, bugün ne olmuş bilmem.

Mustafa Kemal Paşa:

-Demek ben de şahit­leri tayin edeyim, öyle mi?

– Sade o kadar değil, silah intihabı (seçim) da size ait İmiş, bunu da intihap ediniz. Rüstem Bey’e tebliğ edeceğim.

– Acaba hangi silahı tercih etsek?

– Bence modern bir silah olsun.

– Yani ne demek?

– Süpürge sopası demek.

Uzun kahkahalarla bu görüşmeye nihayet ver­dik. Odama geldim, Rüstem Bey bekliyordu.

– İntihap ettiği silah nedir?

– Modern bir silah, şimdiye kadar düelloda hiç kullanılmamış bir silah.

– Neymiş o?

– Süpürge sopası.

Nihayet Rüstem Bey’e pek ciddi olarak de­dim ki:

– Rüstem Bey, evvela sizi tahkir eden yok. Saniyen, bu hareketiniz şayi olursa arkadaşlar arasında kazandığınız mevki ve hürmeti kaybe­dersiniz. Salisen, böyle bir Firengane hareketler, sizi biz milliciler arasında fena bir mevkie düşü­rür ve hatta aramızdan geldiğiniz yere, yani İs­tanbul’a avdetinizi icap ettirir.”

Bu tartışmadan sonra da Rüstem Bey ikna ol­maz, bir-iki gün sofraya da gelmez. Bir süre sonra Ankara milletvekili seçilir ama hep küskündür, istifa eder ve İstanbul üzerinden Avrupa’ya gider. Avrupa’da ömrünün sonuna kadar hep Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı savunan yazılar yazar, ama bir daha Türkiye’ye de dönmez. Böyle bir enteresan tiptir Rüstem Alfred Bey…

Not: Sivas Kongresi günlerinde çekilen yukarıdaki fotoğrafta, Alfred Rüstem oturanlardan en solda.


İlhami Hakkı