Atatürk Ve… Müzik Devrimi
Atatürk’e göre Türk’ün gerçek ve öz müziği, Anadolu insanının hiçbir etki altında kalmadan yarattığı, ortaya çıkardığı halk türküleridir. Müziğe çok önem veren, yaşamın müzikle anlam kazandığına inanan ve müzikle ilgisi olmayanlara “insan” bile denilemeyeceğini söylemekten çekinmezdi.
“Atatürk devrimleri içinde en zor olanı hangisidir?” Bir sohbet sırasında bu soruyu sorduğu kişilerden doyurucu bir yanıt alamayınca Atatürk, kendi sorusunu kendi şöyle yanıtladı:
“En zor devrimimiz müzik devrimidir” dedi ve yanıtının nedenini de açıkladı:
“Çünkü müzik devrimi kişiye önce kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir aleme yönelmeyi gerektirir” dedi. “Çok zordur ama yapılacaktır.”
Atatürk, böylesi zor bir devrimin neden yapılması gerektiğini ve nasıl yapılması gerektiğini ise, 1 Kasım 1934 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında anlatmıştı:
“Bir ulusun değişikliğinde ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün evrene dinletmeye yeltenilen müzik, bizim değildir. Onun için yüz ağartıcı değerde olmaktan çok uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan ezgileri toplamak, onları bir an önce son müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Türk müziği, ancak bu yolla yükselebilir, evrensel müzikte yerini alabilir.”
Atatürk’ün halk türkülerini çok sevdiği, alaturka müziği ise hiç sevmediği ileri sürülmüşse de bunlar tümüyle gerçek dışı ve saptırılmış söylentilerdir. Ses sanatçısı Mualla Gökçay, anılarında şöyle anlatıyor:
“Atatürk genellikle Türk müziğini severdi. Ama Rumeli türkü-lerini herşeye tercih ederdi. Şarkıları, türküleri birlikte meşkederdik (söylerdik). Arada bir ‘Konuşur gibi tane tane okuyun!’ diye ihtar ederdi. Müzikten çok iyi anlar, en ufak bir falso ya da hatayı hemen yakalardı.”
Falih Rıfkı Atay ise, “Çankaya” adlı yapıtında bu konuda şöyle demektedir:
“Mustafa Kemal sadece Rumeli türkülerini mat sesi ile söylemekle kalmaz, klasik alaturka makamlarını da çok iyi bilirdi. Rumeli türkülerini söylerken derin ve onulmaz bir sıla özlemi içinde, kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır, su ve çıngırak seslerini duyar gibi olur, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, anılarına karışır giderdi.”
Atatürk, klasik Türk müziğini severdi. Hatta Çankaya’da sürekli görev yapan bir ince saz fasıl heyeti bile vardı. Ne var ki Büyük Önder’in kabullenemediği şey, bu müziğin Arap kültürü etkisinde kalarak saflığını kaybetmiş olmasıydı. Yani “ulusal müzik” değildi. Ayrıca, teknik olarak da ne çok sesli yapılabiliyor ne de Batı enstrümanlarıyla çalınabiliyordu.
Atatürk’e göre Türk’ün gerçek ve öz müziği, Anadolu insanının hiçbir etki altında kalmadan yarattığı, ortaya çıkardığı halk türküleridir. Müziğe çok önem veren, yaşamın müzikle anlam kazandığına inanan ve müzikle ilgisi olmayanlara “insan” bile denilemeyeceğini söylemekten çekinmezdi.
Türk ulusu için onun uygun gördüğü müzik türü Batı müziği biçiminde olanıydı. Madem ki genç Türk ulusu Batı uygarlığını örnek alıyor, o halde müzikte de Batı ile uyumlu olmak için çalışmalı, müziğini de bu uygarlığın kurallarıyla işlemeliydi. Ulu Önder’in bu görüşü de hesaplı ve belirli bir amaca yönelikti:
Türk halkını kendi öz benliğine kavuşturmak ve kendi ifadesiyle muasır (çağdaş) medeniyetler seviyesine çıkarmak. Diğer bir deyişle, Batı’nın müzik bilgi ve tekniğinden yararlanarak Türk müziğini uluslararası düzeye çıkarmak…
Yücel Aksoy – Bütün Dünya