Atatürk Ve Latife Hanım Bambaşka İki İnsandılar
Yazan: NİMET ARZIK, Akşam Gazetesi, 3 Mart 1964, sayfa 5
Her devirde kadınlar ağlar
Yıldırım nikâhı ile evlenmişlerdi. Lâtife Hanım’ın ömrü Avrupa’da geçmişti, iyi tahsil görmüştü ve lisan biliyordu
YAPTIĞIMIZ, göz yaşlarında yüzerek seyahat… Kırk senenin tarihçesi… Tarihin hiç gülümser sayfası yok mu?… Olmayacak mı?… Altın devirlere değil, altın senelere rastlamayacak mıyız… Galiba rastlamayacağız!…
Latite Hanım’ın hikayesi bambaşka, daha karışık… Sessiz bir ağlama destanı!..
Asrın en büyük adamlarından birine «eş» olmanın mutsuzluğunun hikayesi…. Kadın… her şartta ağlamaya mahkûm bizde.
Mavi gözlü general
Başlarında ‘O’ vardı. Elmacık kemikleri çıkık mavi derinden bakan gözlü, incecik kumandan. Arkasında maiyeti… Hepsi yorgundu. Bitkindi. Hepsinin üniforması daha barut kokuyordu… İzmir çılgındı sevinçten. İzmir kurtulmuştu..
Latife Hanım generali kapıda karşıladı. Hiçbir şey görmedi. Ne çökük avurtları, ne elbiselerin buruşukluğunu, ne yüzlerin traşsızlığını. Yalnız, hem rüyalı hem yumusak hem mahçup ifadeli hem tarayıcı iki çift mavi gözle karşılaştı. O zamanki resimlerine bakın Atatürk’ün… Bu gözleri bulacaksınız!
Sonraki ifadesi, belki daha keskin, daha emin, daha dik, daha ürkütücü amma, daha rüyasından olmuş bir ifade…
Latife Hanım, Mustafa Kemal’in Polis Müdürlüğü’ndeki karargâhına gitmiş, bulmuş, rahat etmesi için evine davet etmisti. Kendine göre ufak bir incelemeden sonra kumandan ufacık, tefecik, kumral genç kızın davetini kabul etmişti.
O devrede 19 yaşlarındaydı varlıklı Uşaklıgil ailesinin bu ferdi.
Genç kız eğildi. Bir sedirin kenarına oturmuş olan Mustafa Kemal’in çizmelerini çıkardı… (Bu teferruat, romantik bir kuşkuyla sıralanmamıştır… gerçektir…) Maiyetin de üstünde başında ne varsa soydular ve o gece, Uşaklıgiller’in genis konağında, bütün gece çamaşır yıkandı, ütü ütülendi. Ertesi sabah kumandan ve maiyeti gıcır gıcır, pırıl pırıldı.
İzmir sevinçten uçuyordu. İzmir sevinçten çılgındı…
İşte Mustafa Kemal Latife Hanım’ı, bu havada tanıdı… Tabii bir hareketle eğili, kumandanın çizmelerini çıkaran cesur kız havasında!
Bu atmosfer devam etmez ki!..
Tuhaftı gerçekten herşey barut kokan üniformaların yanında, servis yapan beyaz eldivenli metrdotel… Cepheden cepheye koşan bir adamın her Allahın günü karşılaşmayacağı bir manzaraydı… Hele şu, genç kız… Zarif, rahat, kültive genç kız. O cinse de rastlanamazdı kolay kolay, şu dağdağalı hayatta…
Ömrünü Avrupa’da geçirmişti.. Latife Hanım… Her yazını Biarritz’te… Lisan biliyordu. ‘Kitap’ diyordu, ‘politika’ diyordu, ‘sanat’ diyordu… Bunların hiçbirisini derinleştirmemişti amma, o kadar zarif diyordu ki…
Genç kumandan, hayranlık, hayret ve başka duygular içinde bocalıyordu… Hayatın bu yönüne yabancıydı. Her zaman bu yönüne yabancı kalacaktı…
Latife Hanım’ı fikir kadını zannetti, dava kadını zannetti..
O sırada Latife hanım, Mustafa Kemal ne isterse oydu… Fikir kadınıydı da, dava kadınıydı da… Büyük ‘altüst etmelerinde’, ona eş olabileceğini sandı, Mustafa Kemal Garplılığın örneği zannetti.
Halbuki, genç, tecrübesiz, sığ bir kız fikirle garplılık örneği olamazdı… Metrdotelin beyaz eldivenleriyle islahata girişti.. Netekim sonradan Ankara’da, düşünün o zamanın Ankara’sını: Çamur deryası. Orda, burda birkaç derme çatma yapı. Yeni dünya kuran bir adam… Kusurlarıyla meziyetleriyle, kimsenin tahammül edemeyeceği sofra arkadaşlarıyla (hayatta olanlar kusura kalmasın, düşüncem o…) Bir de Sevr porsöleninde yapılan servisleri.. Oğdurulan gümüşlerin yarattığı vodvilesk havayı…
Tabii sonradan ne olacağını kestiremezdi Atatürk, köpük gibi taşan İzmir’in, sevincinde, bir tartışma, bir gaybubetten sonra, bir yıldırım nikahı, çevreleri başka kişilikleri başka, çapları bambaşka bu iki insanı birleştirdi!..
Davulcu ve zurnacı
Kızı kendi haline bırakırsan, ya davulcuya ya zurnacıya varır derler…
Keşke…
Yakışıklı bir davulcu, veya hisli bir zurnacı, bir kadına çapraşıksız bir mutluluk verebilir. Eğer o kadın cins mutluluğu dileyenlerdense….
Bir büyük adam bir kadına ne verebilir?.. Tarihi bir rol oynama imkânı, o kadar… O rol de zannedildiği kadar çekici degildir.
O rol silinmektir, toz olmaktır, yok olmaktır, bir adamın bir parçası olmaktır, bir adamın gölgesi olmaktır…
Anlayış göstermektir aklın almayacağı kadar… Metanet göstermektir, bünyenin kaldıramayacağı kadar… Tahammül göstermektir, yüreğin dayanamayacağı kadar…
Bazı kadın bu role biçilmiştir doğuştan… Gözümün önünde birçok ‘first ladies’ canlanıyor… Saygıdeğer, silik…
Bunlardan biri mesela mesela Mademe de Gaulle… General de Gaulle’ün bir gün bir dakika beklediği için, ‘az kalsın bekliyordum’ diye azarladığı Madame de Gaulle…
Az kalsın bekliyormuş… Kanun yabancı devlet reislerine de saygıyı emrettiği için sesimi ancak düşüncemde çıkarıyorum!..
Gene Madame de Gaulle’ün avantajları var. Bir kere Fransa’da.. Üstelik.. De Gaulle’e evlenmesi de Gaulle, de Gaulle olmadan.
Üstelik, de Gaulle muntazam adam… Pazar kilisesi var. Cumartesi aile yemeği var. Torun okşama faslı var. (o da muntazam)…Paskalyası var. Yortusu var.. Dinlenme saati var. Hepsi kronometreyle tespit edilmiş..
Acaba de Gaulle, Mustafa Kemal’in şartlarında olsaydı. Ne kalırdı bütün bu büyük burjuva intizamından?…
Akşam gazetesi, 3 Mart 1964, Sayfa: 5
Bir sonraki yazı: (İNANILMAYACAK BİR DARBE, 4 Mart 1964)