Atatürk Ve Çallı

Atatürk Cumhurbaşkanı olmasına rağmen tam bir halk adamı idi. Hakın içinden çıkmış olan bu büyük insan, halkın içinde dolaşmaktan, halkın gittiği yerlerde oturmaktan büyük bir haz duyardı. Beyoğlunda Türkuvaz’ın yanında Eden adında bir lokanta vardı. Bir gün Atatürk oraya git­mişti. Saat gecenin 11’i. Garsonlar etrafında fır­dolayı dönüyorlar, Ata’yı memnun etmeye çalışıyorlardı.

Atatürk’ün oturduğu masanın biraz ilerisinde iki arkadaş oturmuşlar, rakı içiyorlardı. Kendi âlemlerine dalmışlar, Atatürk’ün mevcudiyetin­den haberdar bile görünmüyorlardı. Atatürk bu iki kişiyle ilgilenmiş olacak ki, bi­raz sonra yanına çağırt­tı. Onlar da derhal toplanıp geldiler. Bunlar­dan biri tanınmış ressam Çallı İbrahim, yanındaki de arkadaşı Hüsamettin adında bir zattı. Atatürk, lokantada ta­nıdığı bu iki misafirle şakalar yaptıktan sonra Çallı İbrahim’e dönerek:

– Çallı İbrahim, Çal­lı İbrahim.. Avrupa’dan bir çok ressamlar, heykeltıraşlar geliyor, benim resimlerimi, büstlerimi, heykellerimi yapıyor. Siz neredesiniz? Çalılara mı gömüldünüz de hiç görünmüyorsunuz? Bu kadar maruf bir ressam olmanıza rağmen sizin hiç sesiniz çıkmıyor, onlarsa binlerce lirayı alıp memleketlerine gidiyor­lar, deyince Çallı İbrahim gülümseyerek şu cevabı verdi:

– Paşam, Paşam, Fındıklı Sarayı’nda (Akademi) benim yaptı­ğım bir portreniz var­dır. Anlaşılan bunu duymamışsınız. Gidip onu görün. Atatürk siz değilsiniz, asıl odur.

Atatürk bu cevaptan çok memnun kalmıştı. O gece sabaha kadar sofrada sanat sohbetleri yapıldı. Çallı İbrahim’den Türk resmi ve sana­tı hakkında uzun boylu izahat aldı. Bunları dik­katle dinledi. Sanatçının korunması ve sanatın gelişmesi için devletin yardımcı olacağını vadetti.


Turhan Gürkan, 26 Mayıs 1960