Atatürk Ölür Mü?, Hasan Reşit Tankut, Son Telgraf
Atatürk Ölür Mü?, Hasan Reşit Tankut, Son Telgraf, 14 Kasım 1938
Bundan kırk asır önce, yakın mazimizde olduğu gibi korkunç ve iğrenç bir devir yaşamış olan Sümer illerinde milletin kalbine giren ve aşkını kazanan Şeflere Ata adını verirlerdi. Orada kudretli ve sarsılmaz krallar da hükümdar, fakat hiçbir zaman Ata olamazlardı. Çünkü Ata bizde olduğu gibi o devirde milletin babası demektir. Sümerliler bu Ata’ların içinde en ziyade Rimsin’e tapmışlardı. Çünkü o, vatanlarını, ahlaklarını kurtarmış, kendilerini refah ve nimete garketmiş, sonra Sümer’i, yüksek kültür merkezi haline getirmişti. Onun içindir ki onu tanrılaştırdılar.
Fakat hain zaman insanlığın yüzünü neş’eli görmeye tahammül etmez. O büyük insana bir belâ musallat oldu ve onu tıpkı şimdi acısını yaşadığımız Ata’mız gibi acımadan öldürdü. Ölümün kanatlarını beyinlerinin içinde duyan Sümer halkı şaşırmıştı. Bu âkıbete inanamıyor ve göklere soruyordu: Tanrı ölür mü?
Rimsin’in ölmezliğine inanan idealciler halkın ortasında yükselen asil ve vakur sesleriyle cevap verdiler:
“Hayır, Tanrılar ölmez!”
Ve Rimsin’den kirk asır sonra Türk illeri bir kere daha korkunç ve iğrenç bir hale geldi. 1918’de Türk milleti yalnız düşmanın değil, aynı zamanda cehlin, taassubun ve geriliğin de esiri idi. Vatan baştan başa harap, ahlâk temeline kadar bozuktu ve bozgun umumî ve zalimdi. Türk milletinin dört bin yıldır beklediği Ata’nın tam çıkacağı sıra idi.
19 Mayıs 1919’da Anadolu toprağına çıkan bir Türk çocuğu bir gök nidasiyle millete seslendi. Bu ses, ilâhî bir teselli gibi içine dolduğu gönüllerin yarasını derhal onuyor ve kalpleri ümitle dolduruyordu. O yüksek karakter, sukutları durdurup faziletleri çamurdan arıttı. Birkaç gün içinde umumî yeisi boğan ve birkaç ay içinde umumî ahlâkı esaslandıran bu hârikulâdenin koyduğu kanunlar derhal yeni bir millet canlandırdı. Bu adam bir yaratıcı mıydı? O’na uyduğumuz günden başlayarak sonuna kadar zaman denilen hain ve kıskanç mefhuma asla itibar etmedik. O yaratıcının emirleri şimşek gibi çakıyor ve biz onları yıldırım hızıyla yapıyorduk. Ondaki ne ilâhî kudret ve ne anlaşılmaz cazibe idi? Bir bakışta dize getiriyor ve bir okşayışta alnımızı göklere değdiriyordu. O’nun işaretiyle akın akın ölümün kenarına dizilendiğimiz zaman ne kadar insanlaştığımızı anlıyor ve âkıbet için yaşamanın büyük zevkini tadıyorduk. İşte onun içindir ki Mustafa Kemal’in harb idaresinde ve düşmana saldırışında görüleni hiçbir devrin tarihinde bulamayacaklardır.
Atatürk ölür mü? Elbette ki ölmez! Atatürk cesetlenmiş ruhumuzdu. O tekrar gövdemize sindi. Şimdi Türk milleti kitle halinde bir Atatürk’tür. Ve her türlü ferdi Atatürk’ten emanet olarak bir zerre taşıyor.