Atatürk Neciydi? Atatürkçülük Neydi?
‘’Yazıyor, yazıyor! Mustafa Kemal´in zaferini yazıyor! Türk ordusu Yunanistan´ı yendi!’’
‘’Yazıyor! Yazıyor! Trikopis esir düştü! Yazıyor! Kemalistler kazandı!’’
10 Eylül 1922´nin sabahında. Saat daha dokuz, puslu bir hava hâkim Londra´da. Hava çoğu gün olduğu gibi yine kapalı ve bir çocuk bağırıyor. Gazete yazıyor, Türk kazandı diyor. Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ordusu İzmir´e girdi diyor. Türkler diyorlar ‘’Nasıl kazandı?’’. Mustafa Kemal´in büyük bir fotoğrafı gazetenin manşetinde.
Türk ordusu Ege´de hakimiyeti sağladıktan sonra Trakya hattına doğru tırmanmaya başlıyor. Canı pahasına… 15 günde yarılmaz denen Yunan hattını yaran Başkomutan Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ordusu Çanakkale´ye kadar çıkıyor. Trakya hâlâ işgal altında. Trakya´ya askeri bir harekât düzenlenmesi gerekiyor, ‘’TAM BAĞIMSIZLIK’’tan asla taviz verilemez. İngiltere araya giriyor. Barış görüşmeleri için süreç hazırlanmaya başlıyor. Yunanistan karışık. Hükümet düşüyor, mecliste çok tehlikeli bir hava var. Yunan Kralı I. Konstantin tahttan çekilmek durumunda kalıyor.
Lozan Antlaşması´ndan sonraki günün sabahı… Londra… Paris…
‘’Yazıyor! Yazıyor! Lozan´ı yazıyor!’’
Gazetelerin tümü yazıyor, Türk kazandı diyor. Bundan sonraki süreç, tam bağımsız bir Türkiye uğrunda çalışmak. Türkiye´yi muasır medeniyetler seviyesine koşar adım taşımak. Türk milleti sevinçli, gururlu. Atatürk var artık.
10 Kasım 1938 gününe kadar, o kara güne kadar, Atatürk ülkesinden vazgeçmiyor. 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa´ya Atatürk ilkeleri dahil ediliyor. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık, Laiklik ve İnkılapçılık…
Atatürk neciydi gerçekten? Atatürkçülük neydi? Atatürk´ü belli bir ideoloji kalıpları içerisinde değerlendirmek başlı başına bir hatadır. Neden mi? Atatürkçülük başlı başına bir ideolojidir. Atatürkçülük başka bir ideolojiye ya da düşünüre ihtiyaç duymaz, gereği yoktur. Türkiye´nin temelinde Atatürkçülük vardır.
Atatürkçülük, Türkiye´ye yüzde yüz uyan bir yapıdır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk adlı yapıtında diyor ki:
‘’Atatürk, dünyadan göçüp gideli otuz iki yıl oluyor. Bu, bir milletin tarihinde pek uzun bir zaman sayılmaz. Fakat, bana öyle geliyor ki, aradan yüz yıl, iki yüz yıl geçmiş gibidir. Atatürk´ün gerçek siması neydi, nasıldı unutmaya başlamışızdır. Onu kâh efsanelerdeki kahramanlarla, kâh Osmanlı hükümdarlarıyla karıştırmışızdır. Şimdi de şu asır sonunun, şu çöküş ve çürüyüş devrinin ortaya attığı düzme peygamberlerle, şarlatan politika liderleriyle ölçülemelere gidiyoruz. ‘’Atatürk sağcı mıydı, solcu muydu?’’ gibi sorular ortaya sürmekteyiz. Hatta, aramızdan, ‘’Mao mu daha büyüktür, Atatürk mü?’’ diyenler ve emperyalizme karşı savaşta kazanılan ilk zafer tacını Atatürk´ün başından alıp Nâsır´ın başına koymak isteyenler çıkmaktadır. Oysa tarihin rivayeti değil, biz yaştakilerin görüp bildiği gerçekler ne diyor? Atatürk, devrim ilkelerini yazar ve yayarken Mao kızıl Rus ajanlarının önünde diz çöküp en ilkel şekilde Marksizm dersi almakta idi ve ortada ne Mısır diye bir bağımsız devlet, ne de Nâsır adında bir ihtilal lideri vardı. Birinci Dünya Savaşı sonrası iklimi, zaten ne Mao ne Nâsır gibi liderlerin türemesine imkan vermezdi. Galip devletler, daha doğrusu Fransa ile İngiltere yeryüzündeki bütün ülkeleri nüfuzları ve kontrolleri altına almışlar; hiçbir millete ağız açmak hakkı tanımıyorlardı. Dört yüz milyon nüfuslu Hindistan, altı yüz milyon nüfuslu Çin, biri doğrudan doğruya sömürge, öbürü yarı sömürge halinde yüzükoyun yatmış susuyordu. Rusya ise korkunç bir iç savaş devresi geçirmekte ve halkından açlığa, sefalete yüzbinlerce kurban vermekte idi.
İşte tarihin böyle facialı korku ve yılgınlık dönemindedir ki, eli-kolu zincire vurulmuş ve on yıldan beri harp ateşi içinde yanıp kavrulmuş Türkiye´nin içinden bir genç generalin ardında en yeni silahlarla donanmış yüzlerce tümen varmış gibi, sert ve kesindi ve ”Ey emperyalistler diyordu. Milletlerin hürriyetine dokunmayınız; insan haklarını tanıyınız. Biz bunu sade kendimiz için değil, bütün mazlum ve esir milletler için istiyoruz.” Hatta, bazen ”yalnız mazlum milletler” demekle kalmıyor, bu sözü ”mazlum şark milletleri” diye de açıklıyordu ve böyle bir sırada ki, bizim eski vatandaşlarımız olan o ”şark” milletleri hangi efendiye kulluk edeceklerini bilemiyorlardı.
Fakat, Mustafa Kemal ne söylediğini, nereye gittiğini biliyordu. Evet, ne söylediğini nereye gittiğini o zamanki halk önderleri, fikir ve aksiyon adamları arasında yalnız o biliyordu. Yalnız O´nun dünya görüşü doğru idi. İki büyük savaş arasında geçen bütün tarihi hadiseler ve bugün içinde bulunduğumuz durum da ispat eder ki, Atatürk galip Batılı devletlerle Almanya, Avusturya, Macaristan imparatorlukları arasında yapılan barış anlaşmalarının çok sürmeyeceği ve yeni yeni anlaşmazlıklara yol açacağı kanaatinde idi. Ömrü vefa edip de iki yıl daha yaşasa idi, bu kanaatinde ne kadar haklı olduğunu bizzat gösterecekti.’’
29 Ekim 1923, top atışlarıyla kutlanıyor Cumhuriyet! Bakın bir tarihe… Türkiye´de Atatürk varken Avrupa´da kimler var? Almanya´da Hitler, İtalya´da Mussolini, Rusya´da Stalin, İngiltere´de Churchill… Türkiye´de kim var? Bunu bir kez değil birkaç kez sorun kendinize ve cevaplayın. Türkiye´de ATATÜRK vardı deyin. Evet, Türkiye´de Atatürk vardı. Yenilmez denen orduları yenen, ‘’TAM BAĞIMSIZ’’ bir ülkeyi kuran, bir dizi devrim gerçekleştirmiş, Türk kadınına modern Fransa´dan, Fransız kadınından daha önce, Türk kadını daha ‘’Ben istiyorum.’’ demeden bunu onlara vermiş ve demiş ki:
‘’Kadının siyasi yetersizliğine mantıklı bir sebep yoktur. Bu konudaki kararsızlık ve olumsuzluk düşünce geçmişin sosyal durumunun can çekişen bir hatırasıdır. Hatırasından bahsettiğim düşünce papaz düşüncesidir. San Pol diyor ki: ‘Erkeğe emretmeyi ve ona karşı güç kazanma konusunda kadına izin vermem. Kadın sessiz kalmalıdır. Çünkü Âdem başlangıçtır ve Havva sonradan var olmuştur!’ İnsanların köklerine cahil olan bu havari unutuyor ki, erkeklere ilk öğüdü, ilk eğitimi veren ve onun üzerinde ilk analık güç ve etkisini kuran kadındır.’’
Atatürk sadece bir asker ya da devlet adamı değildi. Çağının en büyük adamıydı.
Atatürk´ün özel kitaplığına kayıtlı 4289 kitap vardır. Bunlardan 862´si tarih, 261´i askerlik, 204´ü siyasi bilimler, 181´i hukuk, 161´i din, 154´ü dil, 144´ü ekonomi, 121´i felsefe-psikoloji ve 81´i sosyal bilimler alanında yazılmış yapıtlardır. Bu kitapların okunduğu, üstelik dikkatli bir biçimde okunduğu, kitapkenarlarına alınan notlardan ve işaretlerden anlaşılmaktadır. Özel kitaplığı dışında İstanbul Üniversitesi Kitaplığı´ndan kitap getirtip okuduğu biliniyor. Okuduğu düşünürler arasında; Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Descartes, Kant, Auguste Comte, Karl Marx, Alphonse Daudet, Stuart Mill, Ernest Renan, E. Durkheim, Helbert George Wells, Abdurrezzak Sonhoury, Max Silberschimidt, Tollemache Sinclair, Paul Gaultier gibi yabancı ile Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ahmet Hilmi, Mizancı Murat, Ziya Gökalp, Mustafa Celalettin, Celal Nuri ve Ali Suavi gibi yerli düşünürler önemli yer tutar. (1)
Yakup Kadri´nin belirttiği gibi aradan otuz iki yıl gibi bir süre geçmiş. Yıl 1970 olmuş. Soruyoruz… ‘’Atatürk sağcı mıydı? Yoksa solcu muydu?’’ Atatürk ‘’Milliyetçi miydi? Yoksa komünist bir rejim mi isterdi?’’ Bunu sormayın ve sordurtmayın. İdeolojik bütünlemeler içerisinde Mustafa Kemal´i katmayın. 1930´ların Türkiye´sinde ne bir sağcılık ne de bir solculuk vardı. Türkiye bağımsızdı ve lideri de Atatürk´tü. Onlarca devrim gerçekleştirmiş bir liderdi. Türkiye Kurtuluş Savaşı´na bilim, fen önderliğinde devam edecekti. İnsanların vicdan özgürlüğüne karışılmayacak ve Türkiye laik bir devlet olacaktı. Türkiye milliyetçi de olacaktı. Vatanını seven, Ata´sını seven, Türkiye´nin her bir özelliğini seven ‘’birbiri ile bütünleşmiş bir toplum’’. Türkiye devletçiydi de… Ekonomik alanda devlet elinden geleni yapardı. Türkiye halkçıydı. Çok büyük halkçıydı. Halk adamı da Atatürk idi. Türk halkının refahı önemliydi. Türkiye Cumhuriyet´i elbette cumhuriyeti seçmiş cumhuriyetçi bir ülkeydi. En önemlisi de inkılapçıydı arkadaş! İnkılapçı… Her daim ileriye gidecek durmayacak bir ülke istedi Mustafa Kemal.
Ve yıllar sonra sordular… Ya arkadaş, Atatürk sağcı mıydı? Solcu muydu? Atatürk neciydi? Atatürkçülük neydi?
Atatürkçülüğü anlamak için Atatürk´ü anlamak gerek. Atatürk´ü anlamak için de Atatürk´ü bilmek gerek.
Altıok, yaymaca (propaganda) amacı taşıyan sıradan bir tanımlama değil; mücadele içinde oluşan, yaşama bağlı ve geleceğe yön veren ilkeler bütünüydü. Geri kalmışlıktan kurtularak gelişmek isteyen bir ulusun, kalkınıp güçlenmek için izleyeceği yolu gösteriyor, bu işin nasıl yapılacağını açıklıyordu. İnsanı esas alıyor, bilime ve gerçeklere dayanıyordu. Her şeyden önce, ‘’çok yönlü, ileri ve çağın gereklerine uygun’’ belirlemeler; ‘’halk verilen söz ve yükümlenmelerdi.’’ Toplumsal gelişimi temel amaç sayan, kendine güvenli ve devrimci bir yönetimin yapabileceği bir girişimdi. Türk ulusunun buluşuydu ama evrensel bir boyutu vardı.
Altıok, Türk Devrimi´nin yarattığı bir çağdaşlaşma programı ve ezilen ulusların tümüne örnek oluşturan bir kalkınma yönetimidir. Temelinde, altı ilkenin tümüne tek tek ya da büyün halinde yön veren, tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı vardır. Bu anlamıyla altıok, aynı zamanda bir ideolojidir. İlkeler, birbirinden kopuk, biçimsel belirlemeler değil, birbirini tamamlayan ve birlikte değerlendirildiğinde bir anlam ifade eden saptamalardır. Birbirinden koparılarak ele alınırsa ya da birkaçı yok sayılırsa, Türk Devrimi´ni temsil edemez, somut bir başarı sağlayamaz. (2)
Atatürkçülük de Atatürk gibi tam bağımsızdır.
Ayberk KIZILKAYA
19.02.2018
KAYNAKLAR:
Metin Aydoğan, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı, s.41
Metin Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, s. 422-423