Atatürk Ne Yer, Ne İçerdi?

Cemal Granda anlatıyor:

ATATÜRK sabahları kalkmazdı. Geceleri çok geç, çoklukla şafak sökerken yattığı için gündüz saat onbir, onikiye doğru kalkar, zile basardı. Hemen bir fincan kahveyle o günkü gazeteleri götürürdüm. Gayet ince ketenden yapılmışı bir entariyle uyuduğu için, uyanınca da bir süre bu kıyafette kalır, divana bağdaş kurarak kahvesini içerdi. Çok yakın arkadaşlarından ve Umumî Kâtipten başkası içeri giremezdi. Bazan da şezlonga uzanır, uzun uzun gazeteleri okurdu. Bu okuma bir buçuk saat kadar sürerdi. Sonra banyosunu yapardı. Temizlik konusunda çok titizdi. Yaz ve kış ayırmaz, muhakkak her gün banyo yapar, her gün çamaşır değiştirirdi. Giyimine karşı titizlik gösterir, traşlı katiyen gezmezdi. Kışın pencereleri açtırır, soğuk havayı ciğerlerine doldururdu. Banyodan çıktıktan sonra soğuk ayranla bir dilim francala yer, bazan ayranın yerine bir kâse yoğurt alırdı. Çok zaman bu, hem kahvaltı, hem de öğle yemeği yerine geçerdi. Binde bir çağrılı bir misafir olacak ki, ayıp olmasın diye yemek yesin…

Bazan sütlü kahveyle çay istediği de olurdu. İkindi kahvaltısı yapmaz, onun yerine bir bardak ekmeksiz ayran içerdi. Akşam yemeklerini ise kesinlikle arkadaşlarıyla yemek alışkanlığındaydı. Çankaya ve Dolmabahçe Sarayı’ndaki akşam yemeklerinde ondan aşağı düşmeyen bir davetli topluluğu her zaman hazır bulunurdu. Memleket meselelerinin görüşüldüğü bu toplantılarda herkesin düşüncesini öğrenmek isterdi. Fakat yine de kendi bildiğinden şaşmazdı. Meclis’e bir istek mi getirecek, bunu yakınlarıyla tartışmaktan zevk duyardı. Atatürk’ün sofrada yeni ve heyecanlı konular da ortaya attığı olurdu. Bazen herkesi şaşırtan bu konulardan alacağı olumlu cevaplar da, olumsuz cevaplar da çok hoşuna giderdi. Herkesi konuşturur, düşüncelerini öğrenir, son sözü her zaman kendisi söylerdi. Bu işte yanıldığını hiç hatırlamıyorum. Sofra konuşmalarında konuyu hep kendisi açar, başkalarına konu ortaya atmasına meydan vermez, sorduğu soruların karşılıklarını büyük bir dikkatle dinlerdi. Başkalarının yaptığı prensiplere değil, ancak kendi prensiplerine uyardı. Doğruluğuna inandığı dü­şünceyi sonuna kadar savunurdu. Hareketli ve heyecanlı yaşatısının tek zevkinin, akşam sofraları olduğunu söyleyebilirim. Akademik tartışmaların yerini saatler ilerleyince hâtıralar alır, geçmişten söz edilir, tarihsel olaylar sıralanır, bazen da hoş hikâyeler anlatılırdı. Sofrası sanki, arkadaşları ve dostları ile tartışma ve eğlence yerini birleştiren bir köprü görevi görüyordu. Bu gecelerin hiç birine doyum olmadığını ve her birinin içinde bir tarih yaprağının yaşadığım zamanla anladım.

Sofrasında çağının her çeşit insanına yer veriyordu. Hepsi ayrı düzeydeki bu insanlarla tartışırken sanki yurdun sesini duyardı Güvendiklerinin ve sevdiklerinin eleştirilerine sabırla katlanmasını bilirdi. Şakayı çok severdi. Kendisi de ara sıra şakalar yapardı. Eski arkadaşlarından Nuri Conker, Salih Bozok sık sık şaka yaparlar ve sofrayı şenlendirirlerdi. Sinirli zamanlarında bunların bir nüktesi ya da hikâyesi Atatürk’ün bir anda öfkesini dağıtmaya yeterdi. Ama Atatürk her zaman neşeliydi. Sinirlendiği zamanlar çok azdır. O zaman da arka arkaya sigara ve kahve içerdi. En güç anlarda bile soğukkanlılığını, neşesini saklamasını bilir ya da öyle görünürdü. Çok konukseverdi, sofradakilerin ayrı ayrı gönüllerini alıp hatırlarını sormadan yapamazdı. Açık konuşanları sever ve yanında her şeyin konuşulmasını isterdi. Bu yüzden sık sık ileri geri konuşanlara da rastlanırdı.

Atatürk’ün sofrasından kimler geçmemiştir ki… Mahalle arkadaşları, silâh arkadaşları, devrim arkadaşları, politikacılar, edipler, şairler, müzisiyenler, bilim adamları, iş adamları, yabancı devlet başkanları, krallar…

İşten ve yurt gezilerinden artan bütün ömrü sofrada geçmiştir denilebilir. Fakat burası hiç bir zaman bir içki ve cümbüş bayağılığına inmemiş, bir sohbet ve tartışma meclisi olarak kalmıştır. Eğlencenin yanı sıra en çetin devlet işlerinin karara bağlandığı bir meclis… Politikanın, aktüalitenin de ziyafet sofrası!

Resmî görüşmelerinde son derece titiz ve törenci olan Atatürk’ün özel hayatındaki samimiyeti, dünyada pek az devlet adamına nasip olmuştur denilebilir. Danışmaya bazen o kadar büyük değer verirdi ki, aklından geçen meseleler hakkında çok zaman hiç olmadık insanların fikrini bile aldığı görülürdü. Sonunda yine kendi fikrini uygulayacağını bildiği halde hiç kimsenin hor görülmesine katlanamazdı. Bu yüzden hiç olmadık kimselerden bir şeyler öğrendiğini de saklamaz, açık açık anlatırdı. Bu alışkanlığını hayatının sonuna kadar değiştirmedi. Her gece içtiği halde Atatürk’ün bir kere bile içki yüzünden kendinden geçtiğini, taşkınlıklar yaptığını görmedim, duymadım. Aksini iddia edenler varsa, bunların yaptıkları düpedüz dedikodudan başka bir şey değildir. Ölümünden sonra çekememezlik ve kıskançlıklarından Atatürk’ün sofrasını sarhoşluk, ayyaşlık ve zevke düşkünlükle kötülemek isteyenler oldu ama, bu çabalar ne kadar boşunadır. Onun yaşantısı bütün kusurlarıyla meydandaydı. Gizlenecek bir yönü yoktu ki… Halkın sofrası idi.


Kaynak: ATATÜRK’ÜN UŞAĞININ GİZLİ DEFTERİ, Atatürk’ün oniki yıl hizmetini gören Cemal (Çelebi) Granda’nın hâtıraları