Atatürk ‘Gündüz Gözü’ İle Son Defa Adana’yı Seyrederken

24 Mayıs 1938, Mustafa Kemal Atatürk’ün Adana’yı son ziyaret tarihidir. O günlerde Hatay davası en kritik noktasında ve Atatürk hasta idi.

Hatay için Fransızlarla çetin bir çekişme içindeydik. Adana’da, bu defa, Hatay’ın esaretten kurtarılması için yeni bir Millî Mücadele havası ılgıt ılgıt esiyordu. Fransızların Hatay davasındaki tek korkusu Atatürk’tü. Çünkü, Atatürk yenilmez adam ve daima yenen kumandandı. Atatürk’ün tedavisi için Avrupa’dan getirilen doktorun Fransız oluşu ve amansız hastalığı bilişi durumun vahametini arttırıyordu. Hastalık Atatürk’ü yener ve Atatürk bu sebeple mücadeleden çekilirse, davayı kazanacağı ümidindeydi Fransa. Ne var ki, Atatürk’ün iradesi sirozdan da perva etmeye­cek kadar çeliktendi. O, Hatay davasını zafere kavuşturmak için, ölümsüzlere özgü bir başka dirilikteydi.

15 Mart 1923, Perşembe günü, Adana’da, «Kırk asır­lık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!» dememiş miydi? Ne pahasına olursa olsun Hatay kurtulmalıydı. Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk millete verdiği sözü mutlaka yerine getiren bü­yük kurtarıcıydı.

24 Mayıs 1938… Adana sıcaktan kavruluyordu o gün. Sivil giyinmişti. Özel doktoru, büyük kurtarıcıyı güneş vurmasından korumak için fötr şapkasını başından çıkarma­ması için adeta yalvarmıştı O’na! Atatürk adını taşıyan parkın önünde, Atatürk’ün gözleri yine Kocatepedeki gibi çakmak çakmaktı. Hatayı kurtaracak ordusunu teftiş ediyordu. Herşey hazırdı. Gerektiği an Atatürk Hataya yürümek için kararlıydı. Geçit resmi çok parlak oldu. Tunç kütleler Adana’nın güneşinde Toroslar gibi parlıyordu. Uzun sürdü geçit resmi. Atatürk ayakta fazla durmaktan yorulmuştu. Sağ gerisinde ve daima yakınında duran vefalı, sâdık ar­kadaşı Salih Bozok’a doğru altun başını çevirdi. Birşey diye­cek oldu. Fakat, diyemedi. Dudakları kurumuştu. Yüz hatların­da keskin ve acı ifadeler vardı. Sanki, uzak bir âlemin hatı­ralarına dalmış haldeydi. Uzun sürmedi bu hal.

Bir rüyadan uyanır gibi, derin özlemlerle titreşen bir ses­ le seslendi arkadaşına:

«— Salih, gündüz gözüyle Adana’yı bir kere daha göre­lim!»

Ölümünün yaklaştığını hisseden, hatta ölümün ayak ses­lerini duyan Atatürk, gündüz gözü ile Adana’yı bir kere daha görmek istiyordu. Bu «Gündüz gözü» deyiminde gizlenen mâ­na, Salih Bozok’u yürekten vurmuştu. Demek ki Atatürk artık sonsuz sefere çıkacak ve Türkiye güneşinde küsuf olacaktı.

Şehre inerek Ulus park’a yürüdüler. Arabasından inen Ata, Ulus Park’ta kameriyeler altında bir hasır koltuğa oturdu. Daha doğrusu yığıldı. O anda Ata­türk’ün hâfızasından Adana ile ilgili hatıralar yaprak yaprak geçiyordu. Her yaprak döndükçe, Atatürk’ün gözlerinden Ada­na tutkusunun gönül damlaları dökülüyordu. Karşısında tarihî Taşköprü… Sağında, gözyaşı gibi, boşuna akıp giden Seyhan Nehri… Boşa akan su, yaratıcı ruhunun kapısını vurmuştu sanki. Hastalığını unutmuştu. Bir anda, koltuğunda doğruldu. Seyhan ile Nil’in mukayesesini yaparak şu direktifi verdi:

«— Seyhan Nehri boşa akmamalı. Adana bu sudan istifa­de etmelidir!»

İşte, Seyhan Barajı bu direktifin eseridir.

Fotoğraf, 24 Mayıs 1938 günü, Ulus Park’ta Atatürk’ü «Gündüz gözü» ile son defa olarak Adana’yı seyrederken gös­termektedir.