Atatürk Gençlik Marşını Yorumluyor: ‘Türk’ün Ümitsizliğini Gidermek Gerekiyordu’
Atatürk’ün sofrasının bir akademi niteliğinde olduğu anı sahipleri tarafından çok kez tekrarlandı. O sofrada tarih, edebiyat, politika, her konu konuşulmuştur. Sanırsınız ki Eflâtun’un ‘Şölen’i.
Atatürk’ün, gençliğinden beri, doymak bilmez bir tutku ile okuduğu, her konuyu kurcaladığı, merak ettiği bir yapıtı bitirmeden elinden bırakmadığı bilinmektedir. Sofra sohbetlerini böylesine bir kültür şöleni niteliğine getiren de O’nun geniş kültürüdür. Atatürk’ün çeşitli konulardaki bu sofra sohbetlerinin saptanmamış olmasını giderilmez bir kayıp sayıyoruz. Yıllar boyu sürüp giden bu sohbetlerden ancak pek azı sofrada bulunanlar tarafından saptanmış, ya da sonradan, hatırlayabildikleri kadarıyla nakiller yapılmıştır. Bunlar zamanında ve anında saptanabilseydi, Dr. Utkan Kocatürk’ün bize kazandırdığı 3 formalık ‘Atatürk’ün Sohbetleri’ yapıtı, hiç kuşkusuz, ciltler tutacak bir ‘külliyat’ haline gelebilirdi.
Biz bu yazımızda şimdiye kadar hiç bir yerde yayımlanmamış bir ‘sohbet’ metni ile bir Alman sanatçısının Atatürk için bestelediği ‘Türk İzmir’ Marşının öyküsünü sunacağız. Sunacağımız sohbet metin 20/21haziran 1936 cumartesi/pazar günü Florya Deniz Köşkü’ndeki sohbet sırasında Atatürk tarafından Hakkı Tarık Us’a dikte ettirilmiştir. Elimizdeki metne göre Hakkı Tank Us, söylenenleri yetiştirebilmek için bazı sözcükleri yarım bırakmış, bazen de Arap harfi – yeni harf karışımı halinde sürdürmüş notlarını. Merhum Us, şöyle bir giriş yapmış notlarına:
‘Atatürk geceyi geçirdiği yakın arkadaşları arasında bir de genç artist bulunuyordu. Artistin okuduğu muhtelif parçalardan bilhassa “ikisi üzerinde çok durdular ve mükerreren okuttular.’
Atatürk Konuşuyor
Us’un ‘mükerreren okuttular’ diye belirttiği:
Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar, marşı üzerine Atatürk bir yorum yapmış, H. Tarık Us da, bunu aynen not etmiştir. Atatürk’ün söylediklerini aşağıya alıyoruz:
”Bu marş benim şundan dolayı dikkat ve hassasiyetimi çekmiştir: Bilindiği gibi Samsun’a çıktıktan ve Sivas yolu ile Şark’a yürürken yardığım insan denizi dalgalarından kulağıma yeis ve ümitsizlik sesleri geldi. Bu ses bütün Türk milletinin kolaylıkla tahmin edeceği gibi millet inlemesi, kardeş, arkadaş inlemesiydi.
Ben, bu haklı ümitsizliğe karşı derhal tatminkâr ve müsbet vaatlerde bulunacak şartlar içinde bulunmuyordum. Fakat bu genel ulusal teessürün behemehal giderileceğine Türk’ün maddî, manevi, ahlâki ve fikri mevcudiyetine olduğu kadar tam emniyet ve cesaretle imanım vardı. İşte ben, bu imanı, bugün genç artist dediğimiz, o günün ana kucağında bulunan bu çocuğun diliyle tekrar ettirdim.
…Marşın tahlilini şöyle yapmak gerekir: Büyük, yüksek, geniş bir Türk müessesesi yıkılıyor, karanlık bulutlara bürünüyor. Fakat bu mucizeyi yaratan bir ırmak, parlak bir ırmak, gümüş dere. İşte o, durmaz akar. Bu aktıkça Türk yüksek hayatiyeti mevcut ve behemehal yeni, yepyeni büyüklükler yaratır. Lâzım olan şey bu yeni büyüklükleri beşerin gözünde canlandırabilmektir.
Bunun için de bütün dünyayı aydınlatabilecek bir fanus lâzımdır. O fanus, tabiatın o fanusu, elbette güneştir. Benim bu zulmet içinde tek çekindiğim şey, dünyayı ve bilhassa Türk milletini boğmuş, karanlıklar içinde bırakmış ve fakat onun yerine yükselmiş olan abideleri görebilmek için muhtaç olunan fanusun henüz ufukları aydınlatmamış olması vehmi ile milletin tereddüde düşmesiydi.
İşte bunun içindir ki ben bu marşın ikinci mısrasına çok ehemmiyet vermiş ve onu mütemadiyen söylemiş ve söyletmişimdir. Onun burada aynen söylenmesi muvafık olur:
Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar
Ben, bunu tefsir eden sözlerle ‘Türk’ün güneşten çıkacağına emin ol’ demek istiyorum. Fakat ondan çıkmasına intizaren yürüyüşü kesme. Karanlıklardan dahi istifade ederek yürüyüşüne devam et. Ve demek istiyorum ki güneşten çıkmamız remiz… Bu yürümek, hedefe yürümek ve bütün sesimizle ve hareketlerimizle hedefe yürümektir.
Güneş, kendini göstermekte ve bize gerçeği belli etmekte mütereddit olsa dahi bizim bu tarafımızla (yani hedefe yürümekteki azmimizle) maksat yine temin olunur, işte bu büyük fikirleri ifade eden cümleler de şudur:
Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar
Sesimizi yer, gök, su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin.
Sesimiz lâzımdır ki yer, gök, su inlesin, sert adımlarla her yer inlesin.
Bu sözleri söylerken bu yüksek idealisti, bu kahramanı (yani milleti) selâmlamak ve aydınlatmak üzere güneşin de (ufuktan) çıkacağına şüphe edilmemek lâzım gelir. Nitekim güneşin aydınlatması da gecikmemiştir. Nasıl gecikebilirdi ki… Türk milleti insan tabiatının… güneş de onlara hayat verecektir. O da tabiatın… emrine münkat (boyun eğen) bir tabiidir.
Hâkim olan tabiat güneş midir, yoksa ondan da yüksek olan… insan kafasında mıdır?.
En son tecrübelerle anlaşıldığına göre büyük olan, esas olan tabiattir. Fakat efendiler bu tabiata… olan insan kafasıdır.”
Hakkı Tank Us’un çok hızlı not aldığı için yer yer okunamayan Atatürk’ün sohbeti burada bitmektedir.
Marşın kökeni
Bir de, Atatürk tarafından çok sevilen ve Kurtuluş Savaşı süresince dilinden düşürmediği bu ‘Dağ başını duman almış’ marşının kökeni var. Onu da açıklayalım:
Bu marş, ‘Tralalla diyen üç kız’ adını taşıyan İsveççe bir şarkıdır. Selim Sırrı Tarcan, beden eğitimi öğrenimi yaptığı İsveç’ten yurdumuza dönerken bu şarkının bestesini getirmiştir.
Bestenin güftesini de okul marşları yazan Ali Ulvi (Elöve) Bey kaleme almıştır. Şarkının bestecisi Felix Korbig’tir. Marş ilk kez 1916 yılı ilkbaharında şimdi Fenerbahçe Stadı olan Kadıköy İttihatspor çayırında yapılan spor gösterilerinde söylenmiştir. Marşa ait bilgileri şöyle özetleyebiliriz:
Şarkının orijinal adı: Tre Trallande Jam tor
Türkçesi: Trallal la Diyen Üç Kız
Bestekârı: Felix Korbig
Besteyi İsveç’ten getiren: Selim Sırrı Tarcan
Türkçe güftesini yazan: Ali Ulvi Elöve
Ufak bir değişiklikle Türkçeye uygulayan: Viyolonist Zeki Bey
Türkiye’de ilk defa okunduğu yıl: 1916
Gençlik ve Spor Bayramı Marşı olarak kabulü: 20 haziran 1938
Atatürk’ün marşı yorumlaması: 20 haziran 1936
Yazımızın, sohbetle ilgili bölümünü Atatürk’ün çok sevdiği bu marşın bir dizesiyle noktalayalım:
Güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar!
‘Türk İzmir’ marşı
1914, tüm ulusların katıldığı uzun sürecek bir boğuşma döneminin başlangıcıdır. ‘Birinci Dünya Harbi’ diye adlandırılan bu kan ve ateş çemberinin içine Türkiye de girmiştir; Almanların yanında… Savaşlar, hangi nedene ve gerekçeye dayanırsa dayansın, uluslar için katlanılması güç bir cehennem yaşamıdır. Saksonya Devlet Orkestrası Şefi ünlü kompozitör Kurt Schindler, ulusları ölüme iten, on binlerce ocak söndüren savaşın acılarını dile getirmek için piyanosunun başına geçer ve 44. eserini bestelemeye başlar. Eser İki bölümdür: Birinci bölüm savaşın acılarını, İkinci bölümü de Alman zaferinin sevincini dile getirecektir.
Sanatçı, yapıtının birinci bölümünü bitirir… Savaşın acılarını dile getiren etkili bir bölümdür bu…
Schindler, Alman zaferini ve Alman milletinin bu zaferden duyduğu coşkun sevinci dile getirmek için dört yıl bekler; umutla, heyecanla… 1918, zaferin müjdesini değil, yenilginin matemini getirmiştir Alman ulusuna… Ve zafer nağmeleri için hazırlanmış olan nota defterinin porteleri bestecinin göz yaşları ile ıslanır. Türkiye de, bağlaşık bulunduğu Almanya gibi yenilgiye uğrayarak çöker.
Bir kahramanın zuhuru
1919 ortalarında Anadolu’nun bağrından bir ses yayılmaktadır dalga dalga; gür, güvenli ve kesin… ‘Ya bağımsızlık, ya ölüm’ diye yankılar yapan bu ses, zafer sarhoşlarının kahkahalarına karışır… On yıl süren bir savaştan çıkmış, ordusu dağılmış, silâhları elinden alınmış, topraklarını düşman çizmelerinin çiğnediği Küçük Asya’dan yükselen bu ses, son nefesini vermekte olan ‘Hasta Adam’ın can çekişme çırpınışları gibi gelir dünya kamuoyuna. Bu sesi boğmak için öncü bir ordu gönderirler üzerine… Üç kez tekrarlanır saldırılar ve İnönü dağları ile Sakarya bozkırları mezar olur düşman ordularına. Dünyanın oy birliği ile nitelediği ‘Hasta Adam’, üzerine abanmış ‘Avrupa’yı bir silkinişte itip ayağa kalkmıştır. Ulusunun yenilgisi ile yüreği dağlı ünlü Alman bestecisi Schindler, Mustafa Kemal’in bu başarılarını heyecanla ve kıvançla izlemektedir. Çünkü ‘Mustafa Kemal adı, bir buçuk milyar insanın ağzında birdenbire gizli bir mezhebin parolası gibi dolaşmaya’ başlamıştır.

Ve Mustafa Kemal, bir tan vakti ordusunu taarruza kaldırır. Dünya askerlik tarihinde benzeri olmayan bir hızla 10 gün gibi kısa bir sürede İzmir’de düşmanı denize döker. İzmir, ‘gâvur‘luk kirini üzerinden atmış, ‘Türk İzmir’ olmuştur artık.
Ve sanatçının da zaferi
Kurt Schindler’in özlemini çektiği zaferi, kendi ulusu değilse bile, bağlaşık bulunduğu bir başka ulus ve bu ulusun başbuğu Gazi Mustafa Kemal sağlamıştır.
Ünlü besteci, bu ‘mucize zafer’den aldığı ilhamla yapıtının ikinci ‘zafer’ bölümünü artık besteleyebilir. Şimdi kendisine Türkçe bir beste gereklidir. O dönemde Almanya’da bulunan Mustafa Nermi Beyi salık verirler. M. Nermi, o tarihte Alman gazetelerine Almanca başyazılar yazan bir Türk aydınıdır. Kurtuluş Savaşı süresince de Hakimiyeti Milliye gazetesine devamlı makaleler göndermiştir. M. Nermi Bey teklifi kıvançla karşılar ve ‘Türk İzmir’ başlığı altında bir ‘güfte’ yazar.
Ve böylece Akdeniz kıyılarından gelen zafer teraneleri Kurt Schindler’in portelerinde ebedileşir. Ünlü besteci, artık ülküsüne kavuşmuş ve 44’üncü eserinin yarım kalmış finalini 47’nci eseriyle tamamlamıştır. Bu, bir yabancı kompozitör tarafından Gazi Mustafa Kemal’in zaferini dile getiren ilk bestedir. Kurt Schindler imzalı notasını, kendisine bu ilhamı veren Büyük Zafer’in Büyük Yaratıcısı Gazi Mustafa Kemal’e armağan eder.
Marş, ilk kez Almanya’da çalınıyor
‘Türk İzmir’ bestesi, ilk kez 1923 yılı Haziranı’nda Dresden kentinde çalınmıştır. Almanya’daki Türkler, Saksonya Devlet Orkestrası Şefi Kurt Schindler’in bu eserini dakikalarca alkışlamışlardır. Konserden sonra beste sözlerinin yazarı M. Nermi, sanatçıya şu sözlerle minnetini belirtmiştir:
‘Türk dilinin mükemmel bir opera dili olduğuna beni bir kere daha inandırdınız; bundan dolayı size minnettarım.’
Besteci, eserini İstanbul’da bizzat çalıyor
8 Eylül 1927… İzmir’in kurtuluşunun beşinci dönüm yılı… Cumhurbaşkanlığı Orkestrasınca Tepebaşı Asrı Sinema’da bir konser verilecektir. Konser, İstanbul Belediyesince düzenlenmiştir ve Alman bestekârı Kurt Schindler, ertesi günü kendi eseri ‘Türk İzmir’i çalacak olan Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na şeflik edecektir. Asri Sinema’daki eserin provası büyük bir başarı ile sonuçlanır. Kurt Schindler, o gün kendisiyle röportaj yapan Vakit gazetesi muhabirine duygularını şöyle belirtir:
‘Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın sanat ve teşkilât bakımından taşıdığı disipline hayran kaldım. Türkiye’nin böyle bir orkestrası ile çalıştığım için sonsuz bir şeref duydum. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın bana gösterdiği bu konukseverlikten dolayı bu orkestranın şefi Zeki Bey’e teşekkür ederim.’
Besteci, eserinin özelliklerini anlatıyor
Ünlü besteci, eserini hangi psikolojik etkenler altında hazırladığı hakkındaki muhabirin sorusunu da şöyle cevaplamıştır:
”Birinci Dünya Harbi’ne katılmış bir ulusun bireyi olarak savaşın ve yurdun tehlikeye düşmesinin ne demek olduğunu pek iyi bilirim. Bu savaştan yenik çıkmış bir ulusun bireyi olarak da yenilginin acılarını çok iyi hissederim.
Kahraman ve asil Türkiye için Almanya’nın uğradığı feci sonuçtan daha beteri hazırlanmak isteniyordu. Ben besteme, bu çok tehlikeli anı ifade etmeye çalışmakla başladım. Bestenin bundan sonrası, cesur ve savaşçı Türklerin tehlike karşısında toplanmaya, neticeyi elde edebilmek için varacağı hedefi bilen bir başbuğun etrafında birleşmeye çalışmalarını yansıtır. Savaş, insani duyguları öldüremez. Savaşların büyüklüğü de o duyguları taşıyarak savaşmasında değil midir?
Bir savaşçı, arkada bıraktığı sevgilileri özlemle anar; yurdunun uğradığı felâketten acı duyar; yurttaşlarının kahrını yüreğinde taşır. Bu duygular onda birer zaaftır. Fakat bu zaaf onda birer kuvvet kaynağı olur. Çünkü yurdunu ve yurttaşlarını kurtarmak ve arkada bıraktığı sevgililerin kaderini değiştirmek için azmi ve gayreti bilenir. Nihayet istenilen ve beklenilen zafer de doğar. Sırasıyı ile karamsarlığa, umutsuzluğa, sonra umuda, tekrar karamsarlığa, tekrar umuda kapılmış halk zafer karşısında duygularını frenleyemez. Bu kısım bestenin final bölümüdür. Beste, halkın sevincini ilân eder, savaşı kazanan Milli Kahraman ve milli orduya karşı beslediği şükranı ifade eder. Eserin ruhi bu bölümdür. Tenorlar maalesef Ankara’da olduğu gibi şarkı kısmı icra edilemedi. Tenorlar ne kadar çok olursa eser o kerte iyi icra edilir.”
Böyle niteliyor sanatçı eserini.
Olayla ilgili iki haber
19 Temmuz 1930 tarihli İstanbul gazeteleri şu haberi yayımlamıştır:
‘Gazi Hazretleri ‘Türk İzmir’ bestekârı Kurt Schindler’a imzalı bir resmini armağan etmiştir’
Ve bir başka haber de 7 kasım 1932 tarihli gazetelerde şöyle yer almaktadır:
‘Bir Alman bestecisinin Gazi Hazretleri için bestelediği marş Viyana’da büyük müsamerede çalındı ve alkışlandı’
Notalar nerede?
Bütün bu olaylar Türk müzik dünyasını hiç ilgilendirmemiş olmalı ki Milli Kahramanımızın zaferini yansıtan beste de bestekârı da gazete koleksiyonlarının karanlığı içine gömülüp kaybolmuş. Biz, bu karanlığa ışık tuttuk…
Büyük zafer cumhuriyetin yolunu açtı. Ve cumhuriyetimizin kurucusu Milli Kahramanımız için bestelenen bir yabancı sanatçının eserine 50 yıldır sırt çevirmekteyiz.
Sadi Borak, 10 Kasım 1974 Cumhuriyet Gazetesi